01/12/2009 | Yazar: Cahide Birgül

“Senden her ayrıldığımda ‘bu son defa’ diye düşünmeden edemiyorum…” 

Senden her ayrıldığımda ‘bu son defa’ diye düşünmeden edemiyorum…” 

Bu satırları Virginia Woolf, Vita Sackville-West’e yazmış. 12 Ekim 1927’de.
İki kadın 14 Aralık 1922’de tanışıyorlar. Virginia 40, Vita 30 yaşındayken. Bu karşılaşmayı hemen yemek davetleri ve kitap alışverişi izliyor.
 
O güne gelene kadarki hayatlarına göz attığımızda, Virginia Woolf’un üç ciddi delilik dönemi atlattığını ve bu sırada da üç romanının yayımlandığını görüyoruz. Vita’nın ise, bir kaç şiir kitabı yayınlanmış. Denilen o ki, Virginia Woolf’tan bile ünlü bir yazarmış o sırada. Virginia, henüz ticari başarıya ulaşamamış, ama önemli bir yazar sayılıyormuş. Kitapta şöyle anlatılıyor: “Vita, yazar olarak Virginia’ya gıpta ediyordu, Virginia da bir kadın olarak Vita’ya hayranlık duyuyordu. Virginia Vita’da güçlü bir anne bulacaktı, Vita da Virginia’da bağımlı bir çocuk keşfedecekti… Uğurlu bir başlangıçtı.” Uğurlu muydu bilemeyiz ama, neredeyse yirmi yıla dayanan bir ilişkisi olmuş iki kadının. Gelgitlerle süre giden bir aşk ve dostluk hikâyesi diyelim ya da.
 
İki kadının mektuplaşmaları da bu yirmi yıla yayılıyor. O mektupları okurken satır aralarında şunları görüyoruz: Virginia genelde hasta. Başı sürekli ağrıyor ve mektuplarda çok dile getirilmese de ciddi psikolojik sorunları var. Evde olmayı tercih eden, yazarak sadece yazarak var olan bir kadın o. Kocası Leonard kitabevi sahibi, Virginia’nın bütün romanlarını Leonard basıyor.
 
Vita’ya gelince o tam bir aristokrat. Evli ve 2 erkek çocuk sahibi. Kocası diplomat. Doğanın içinde olmayı ve köpekleri seviyor. Bir de kadınları. Ve gayet açık yaşıyor bu duygusunu. Virginia, onu başka kadınlardan “benliğinin onda biriyle” kıskandığını söylese de kısa bir süre sonra öfkeyle, “her önüne çıkanla düşüp kalkıyorsun, senin için söylenecek başka şey yok” diyecek mektuplarında. 
 
Bu arada iki kadının karakterlerine göz atmakta yarar var: Virginia hem meraklı, hem bağımsız bir kadın. Analitik bir zekaya sahip; bu zekayla “insan”a neredeyse deneysel bir gözle bakıyor. Erişilmez, ne yapacağı önceden kestirilemez, içine kapanık, gizemli, hatta yanına yaklaşılmaz biri aynı zamanda. Vita ise tam bir çelişkiler yumağı. Hem isyankar, hem suskun, hem korkusuz hem korkak, hem insancıl hem münzevi, hem cüretkar hem ürkek. Çelişkili kişilerde görülen aldatıcı bir havası var. Vita’nın hayat görüşü şu: “Muhteşem bir yenilgi, renksiz bir zaferden iyidir”. O, bu yüzden her zaman şan ve şeref peşinde koşan bir kadın olacak ve böyle anılacak.
 
Ama ne olursa olsun Virginia, yine de mahremiyetine düşkün, karmaşık duygusal ilişkilerden kaçan, hayallere dalıp giden, bu yalnız kadını, Vita’yı sever…
 
Vita’da çok az kişinin görebildiği karanlık, sadistik bir bölge mevcut. Bir keresinde Virginia alaycı bir ciddiyetle şöyle yazmış Vita’ya: “Acı vermekten hoşlandığın doğru mu?” İlk mektuplarından birinde ise yine Vita’ya şöyle seslenecekti: “İçten mektubunu sevdim. Bana çok acı verdi. Bunun yakınlaşmanın ilk aşaması olduğundan eminim. Her neyse: hakaretlerin çok hoşuma gitti.” Daha sonra ise “kalbindeki pis kokulu mumu söndürme, zavallı Virginia’yi üzme. Hakaretlerin bana senin için önemli olduğumu kanıtlıyor” diye yakaracak, “beni istediğin kadar hırpala ve buna hiç kafanı takma” diyecekti. Virginia ölümünden bir yıl önce ise şu satırları kaleme alacaktı: “benden asla kurtulamazsın.” 
 
Vita’nin ruh hallerinin gerisinde annesi bir gölge olarak duruyor sanki. Kitaptan anlaşılan Leydi Sackville’in gayet baskın bir karakter olduğu. Bütün erkeklerin ulaşmak için büyük mücadele verdiği bir kadın o. Bu yüzden Vita annesinin dikkatini çekebilmek için tek bir yol görüyor; bir erkek olmak. Vita’nın güzel ve şeytani annesine duyduğu hayranlıkta dramatik, şehevi ve ilkel bir taraf da olduğu gözleniyor. Vita’nın temel çelişkisi ise şu; bir yandan bağımsızlık istiyor, bu da beraberinde duygusal uzaklığı getirirken, diğer yandan da sevgi, boyun eğme ve uysallık talep ediyor. Vita, bir romanında erkek kahramanını şöyle konuşturmuş: “Seni zincire vurmak isterdim. Çırılçıplak bağırtana dek seni dövmek isterdim…” Bu iki cümlenin açılımı; “seni ancak esir aldıktan sonra aşağılık duygumdan kurtulabiliyor ve ancak o zaman seninle duygusal ve cinsel yönden rahat olabiliyorum” demek... Ancak gerçek şuydu ne yazık ki; Vita’nın sevgi ihtiyacı bağımsızlığıyla rekabet ettiği ve bu iki karşıt duygu eşitlik istediği sürece o, kimseyle içten ve dengeli bir ilişki kuramayacaktı. Virginia ile bile…
 
Bu aşk, Virginia’nın kaleme aldığı bir romanda sonsuzluğa ulaşacaktı: Orlando. Virginia, Orlando’yu yazarken Vita’nın tek bir satırını bile okumasına izin vermemişti. Kitap yayınlanır yayınlanmaz büyük bir başarı kazandı. O yıllarda bir eleştirmen, Orlando hakkında “edebiyattaki en uzun ve en sevimli aşk mektubu” diyecekti. Kendini anlatan bu romanı Vita çok sevecek, ancak kitabı bitirdiğinde çok korktuğu bir şeyin de başına geldiğini kavrayacaktı: Virginia, onu olduğu gibi, tüm çıplaklığı ile ruhunu görüyordu. Bu gerçeği anlamasıyla birlikte Vita’nın “sanatçı” Virginia’ya olan hayranlığı artacak, ama duygusal olarak ondan giderek uzaklaşacaktı.
 
Yıllar geçmiş, savaş başlamış, Ekim 1940’da Woolf’ların Londra’daki iki evi de Alman hava saldırıları ile içinde oturulamaz hale gelmişti. Çift, Rodmell’e taşındı. O günlerde Virginia telaş içinde ‘Perdeler Arasında’ adlı oyununu bitirmeye çalışıyordu. Ruh hali karanlıktı. Gelen savaş, yaşlılık hissi, delirme korkusu ve bir yazar olarak başarısızlığa uğrama endişesi Virginia’yı içinden çıkılmaz bir bunalımın eşiğine getirmişti. Bu ruh halini Vita, Virginia 28 Mart 1941’de hayatına son verdiğinde öğrenecek ve yıllar sonra bir arkadaşına yazdığı mektupta şöyle diyecekti: “Orada olsaydım ve Virginia’nın nasıl bir ruh haline girdiğini bilseydim, herhalde onu kurtarırdım, buna inanıyorum.” Kim bilir, belki de haklıydı...
‘Perdeler Arasında’nın kapanış sahnesinde Orlando’dan kaynaklanan şu satırlar var: “Haydi gidelim, keşfedelim / Bu yaz sabahını / Herkesin hayran olduğu / Erik çiçeğiyle arıyı / Şarkılar mırıldanarak / Sığırcık kuşuna soralım / Çöp bidonunun kenarında / Sopaların arasında / Bulaşıkçının dökülen saçlarını / Gagalarken ne düşündüğünü / Sorsak hayat nedir diye / ‘Hayat, Hayat, Hayat’ diye bağırır kuş / Sanki duymuş gibi...” Bu satırlar Virginia’nın Vita’ya ince bir vedasıdır aslında. Gençliğinde Yunanca ve Latince dersleri alan Virginia, “hayat” derken Latince “Vita” demektedir çünkü...
 
Madem yazının sonuna Orlando ile geldik, Virginia’nın Orlando’yu bitirdiğinde Vita’ya yazdığı bir mektubundaki şu satırlarla noktayı koyalım: “Şimdi sorun şu; senin için beslediğim duygular değişecek mi? Aylardır senin içinde yaşadım-dışına çıkınca nasıl birisin? Gerçekte var mısın? Yoksa seni ben mi yarattım?
 
Virginia Woolf Vita Sackvılle-West Mektuplaşmaları
Agora Kitaplığı
 

Etiketler: kültür sanat
nefret