06/07/2012 | Yazar: Hande Çayır

Şu ana kadar üç eyleme gittim. Youtube sansürü… Rengârenk eşcinsel onur yürüyüşü… Ve kürtaj…

Şu ana kadar üç eyleme gittim. Youtube sansürü… Rengârenk eşcinsel onur yürüyüşü… Ve kürtaj…  

“Gitsem ne olacak, ne değişecek” düşüncesinden “gidince ses çıkıyor, birileri yazıyor, yazdıkça görünür oluyorsun, görünür oldukça ‘o kadar kolay değil’ demiş oluyorsun” fikrine kadar ilerledi.
 
Ve eylem önerisi sunan İçtima-i Hakiki* adlı bir oyun izledim bu sene, tiyatro festivalinde:
 
“Artık sanıyorum tek yapılabilecek şey öncelikle ‘sokakta olmak’, sonra da ‘sokaktaki gerçekle sanatçı yaratıcılığını’ yan yana çalıştırıp, bunların birbirlerini olumlayarak harekete geçirme yapılarını sürekli çoğalarak ve paylaşarak kurmak. Bence politik sanat ancak böyle olabilir. Estetik zevk ve insan olmanın hazzının da ayrı bir zenginlik olarak var olduğunun farkındayız. Ama sanatı eylemlilik anında paylaşılabilir hale getirmek, buna politik sanat da denebilir, artık yalnızca sahnelerde kalarak olabilecek bir şey değil. Sokakta, insanla ve sosyal medya ağları gibi her türlü malzemeyi kullanarak mümkün…”
 
Sonra, kürtaj eyleminde, gözlerim hep bu oyundaki insanları aradı.
 
Katılmadığım bir eylemden sonra da, -iyi ki yanımda olan dostum- şunları yazdı:
Beni çok seven cümlelerini çıkardım. Hâlâ kendimle ilgili güzelliklerden bahsetmeye bazen mesafeli bir halim var. Bir de, şey geliyor aklıma… Hakların, tepeden inerek dağıtılmasının süslü etkisizliği ile değerini bildiğin özgürlükler uğruna savaşma gücünün zıtlığı…
 
Seninle ilgilisi yok Handişko. Çok çalıştı insanlar o gün için ve sonunda, ben onların koşturmasının yanında hiçbir şey yapmadım eyleme gitmekten başka. Onca ilana, köşe yazısına, televizyon-haber bültenine rağmen yine eylemin dibinde oturan kadınlar bile orada yoktu. Arkadaşlarım yoktu. Hayatından iki saatini vermek aklına gelmiyor kimsenin… Buna kızmıyorum; ne anlamı var. Şaşırıp üzülüyorum her zamanki gibi. 
 
Bunu 8 Mart gibi de göremedim. Feminist olmak gerekmezmiş gibi geldi. Bir adam höy höy diye ferman verdi. Hayatımıza bir yasak daha geliyor üç hafta içinde. Yeni haklarımız olamadığı gibi hak olan şey de elimizden alınıyor. Buna karşılık iki saatlik eylemde bulunmak, Şişli’den Taksim’e yürümek nedir ki diye düşündüm. O yüzden kimsenin gelmemesine hakikaten çok şaşırdım; tuhaf hissettim işte...
 
Basit eğlencelerle günü geçiştirmekten öte bir ufuk yok gibi… Hep kendi bacağından asılan koyunlar, hep tek başınalık, hep dayanışma yerine güvensizlik, acı ve kısa süreli hafızalarla değişmeyen bir hayat gibi. İçelim, unutalım, ağlayalım, eğlenceye koşalım arkadaşımızın derdini unutalım ta ki kendimiz dertlenene kadar… O an paralel dertliler bulalım, dostluğun öneminden konuşalım, iyi hissedelim, iyi hissedince kötü hissedene bakamayalım, o bakılmayan kötü hisseden kendisini iyileştirsin, sonra biz yine acı çekelim, o zaman da o bize bakmasın, acılar denk gelirse kısa süreli dayanışma simülasyonları olsun, hep aynı acılar aynı sözlerle konuşulup dursun, sonra yine herkes kendi kuyusuna dönsün, birbirimizden sıkılalım bunalalım, kimsenin kimseye hayrı olmasın ve dön başa kendi bacağından asılan koyun... Bu döngü beni boğuyor. Hep ne yapmalı, ne yapmalı diye dolanıyorum.  
 
Bu döngüyü seçmediğim halde yaşıyorum gibi geliyor bazen ama düşününce aslında çevremde seçtiğim insanlar bunu yaşıyor ve ben onları seçmişim, kimseye bir şey diyecek halim de yok, hakkım da yok. İnsan sözlerini çok ciddiye almak, insan davranışlarından tutarlılıklar ve devamlılıklar beklemek alışkanlığımdan vazgeçememişim hala. İnsanları yeterince çözememişlik, sezememe halim var. Fazla heyecan fazla beklenti fazla hayal kırıklığı…
  
Bu uzun sıkkın şeylerim aramızda kalsın, kimseye dönük gibi olmasın olur mu?
 
Öptüm
 
Eylemde bedenimle yarım metrekarelik alan kapladım.
Eylemde savurduğum cümlelerle uzay boşluğuna bir sürü harf gönderdim.
Eylemde “buradayım” dedim.
Eylemde “birlikteyiz, varız, kabul etmiyoruz” dedik.
 
Eylem geç bulduğum bir şey… Adı da çok güzel… Eylem… Değişim ondan da güzel…
--

Etiketler: yaşam
nefret