13/01/2015 | Yazar: Yıldız Tar

Başka intiharların önüne geçmek için bu Ah’larımızdan sıyrılmak, yanı başımızdaki ve hatta içimizdeki kötülükle yüzleşmemiz gerekiyor.

Başka intiharların önüne geçmek için bu Ah’larımızdan sıyrılmak, yanı başımızdaki ve hatta içimizdeki kötülükle yüzleşmemiz gerekiyor. Normalin faşizminin; her alanda olduğu gibi seks işçiliği piyasasında da hüküm süren kariyer ve menfaat hırsının yarattığı bizlerle yüzleşmemiz gerekiyor. Başkalarına, dışarıya, dış dünyaya, “kötülere” hesap sorar gibi kendimizden hesap sormamız gerekiyor. Alengirli laflara başvurmadan, tüm yalınlığıyla bazı soruları yanıtlamazsak eğer; gökkuşağından darağaçları boynumuzu sıkmaya devam edecek.
 
Bazılarımızın Mehtap Zengin olarak da bildiği Eylül Cansın geçtiğimiz günlerde hayatına son verdi. Boğaz Köprüsü’nden kendini atan Eylül intiharı öncesinde bir de video yayınladı sosyal medyada. Bu video çok hızlı bir şekilde ülke gündemine oturdu. Haber kanalları videoyu servis etti, sosyal medya çalkalandı. Herkes birdenbire Eylül’den ve trans kadınların yaşadığı sıkıntılardan bahsetmeye başladı. Gariptir ki yaşarken sosyal medya tabiriyle “top trend” olamayanlar; öldüklerinde listelerin en başına yerleşiverdi.
 
Eylül’ün hikayesi hepimizin yüreğini dağladı. Ne kadar üzüldüğümüzü anlatmaya koyulduk. Yazılar yazıldı, yazılmaya da devam ediyor. Acıdan gözlerimizin kör olduğunu, bütün bedenimizde hissettiğimizi şiirsel ifadelerle anlattık. Anlatmaya da devam ediyoruz. Şiirin korunaklı, hisli dünyasında hülyalara dalıyoruz tuhaf bir şevkle. Ah ve vahlarımız göklere yükseliyor…
 
Cefalı hayatlar ve trans kadınlar
 
Ama acıdan görmediğini iddia ettiğimiz gözlerimiz esasında çok önceden beri kapalı. Üçüncü sayfaların güzel kızları soframızda bir meze, yazımızda bir çerez, insan hakları ihlalleri raporlarında şık duran biblolar… Kadınlar, trans kadınlarımız… Cefalı, zorlu hayatlardaki kahraman kadınlarımız! Öldüklerinde değerlenen, kıymetleri piyasaları zorlayan, her bir parçasından çektiğimiz kadınlarımız!
 
Yahudi Soykırımı’ndan sağ kurtulan düşünür Hannah Arendt, “kötülüğün sıradanlığı” kavramını Kudüs’te yargılanan Nazi subayı Adolf Eichmann’ın duruşmasının ardından ortaya atar. Metafizik bir sır perdesinin ardına saklanan kötülük kavramının hiç de insan dışı bir şey olmadığını söyler Arendt. İşkenceci Nazi subayı Eichmann “kötü bir insan” değildir. Kariyerist vasat bir bürokrattır. Kendisine verilen emirleri sorgulamadan yerine getirir. Astlarının üstüne basar, üstlerinin eteğini öper, yeri geldiğinde de üstlerini tepe taklak etmek için türlü kumpaslar düzenleyebilir. Eichmann kötü olduğu için kötü değildir; faşizme giden yol ise gizemli bir anomali hali hiç değildir. Kötülük olanca sıradanlığı ve insanlığı ile tekrar eden ritüellerimizde, görev bilincinde ve tabi ki en önemlisi menfaatte gizlidir.
 
Heteroseksizm ve cem-i cümle normatif ideolojinin yarattığı kötülüğü de belki böyle görmek gerekiyor. En tehlikelisinden sıradan, en korkuncundan insan bir kötülükten bahsediyoruz. 1992 doğumlu bir genç kadını intihara sürükleyen, gözyaşları içerisinde şu cümleleri kurduran kötülük hiç de alışılmadık ve dışarıda değil:
 
“Ben 1992 doğumluyum. Şu an 24 yaşımda olmam lazım ve 24 yaşımı sonlandırıyorum. Herkesi öpüyorum. Yapamadım. Yapamadım çünkü insanlar bana izin vermedi. Çalışamadım, bir şeyler yapmak istedim, yapamadım... Anladınız mı? Bana çok engel oldular, beni çok mağdur ettiler. Herkesi Allah ile baş başa bırakıyorum ve şu an Boğaz Köprüsü’ne doğru gidiyorum. Hepinizi öpüyorum, Allah’a emanet olun.”
 
Yüzleşmenin aciliyeti
 
Kocaman Ah’lar yükseliyor benim de içimden göklere. Her ne kadar eleştirsem de şiirselliğin dışına çıkamıyor anlatımım. Eylül’ün annesinin cenazede yaktığı ağıtlar kulaklarımdan gitmiyor. “Oy benim gülüm, kadersiz yavrum, çileli yavrum” sözleri geceleri uykularımı bölüyor. Bir kişiyi daha yaşatamamanın ağırlığı ruhumu paramparça ediyor. Ama başka intiharların önüne geçmek için bu Ah’larımızdan sıyrılmak, yanı başımızdaki ve hatta içimizdeki kötülükle yüzleşmemiz gerekiyor. Normalin faşizminin; her alanda olduğu gibi seks işçiliği piyasasında da hüküm süren kariyer ve menfaat hırsının yarattığı bizlerle yüzleşmemiz gerekiyor. Başkalarına, dışarıya, dış dünyaya, “kötülere” hesap sorar gibi kendimizden hesap sormamız gerekiyor. Alengirli laflara başvurmadan, tüm yalınlığıyla bazı soruları yanıtlamazsak eğer; gökkuşağından darağaçları boynumuzu sıkmaya devam edecek.
 
Her zaman tekrarladığımız bir lakırdı var. LGBTİ’ler de bu toplumun bir parçası. Mayamız belli, diyoruz. Bu mayanın belli olma halini böylesi bir meselede bir kez daha görmek çok üzücü. Doğru, mayamız belli. Bu toplumun bütün sıradan kötülüğü bizlerde de mevcut. Heteroseksist abluka hepimizi içine alıyor. Dışında, çeperinde, karşısında kurulan sözler ise itinayla marjinalleştiriliyor. Marjinale itilen trans kadınlar, topluma has söz ve değerlerle tekrar içeri çağrılıyor. Aile, eğitim, istihdam, sağlık başta olmak üzere birçok alanda sosyal destek hizmetlerinden yoksun bırakılmanın yanında kendi başlarına ayakta kalmaya, hayata tutunmaya çalışan trans kadınlara dayanışma yerine rekabet telkin ediliyor.
 
Trans kadınlar 19. yüzyıl kömür madenlerindeki çalışma koşulları kadar güvensiz koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Seks işçileri her gün daha fazla güvencesiz, esnek ve iş cinayetlerine açık halde çalışmak durumunda kalıyor. Daraltılan alanlar ve baskı daha fazla rekabeti daha fazla istihdamı çağırıyor. Menfaatler ağır basıyor. Menfaatlerle döşenen taşlar herkesi vasat, bürokratik yaratıklara dönüştürüyor. Hiç kimsenin kendi kimliğini var etmesine izin vermeyen heteroseksizm, hepimizi bir yönümüz ile kendine benzetiyor.
 
Yeşilçam klişelerine özlem
 
LGBTİ örgütlerinin çabaları, dayanışma ve sosyal ağlar kurma mücadeleleri yetersiz kalıyor. Gökyüzündeki yıldızlar kadar çeşitli ve çok LGBTİ’ler ve özelde trans kadınlar yalnızlık iklimine doğuyor. Ayrımcılığın her safhası dışarıda sürerken; bunun yarattığı tahribatın önüne geçebilecek ağlar ise okyanustaki çakıl taşları gibi kalıyor…
 
Bu durumun önüne geçebilmek ise, kötülüğün sıradanlığına teslim olmamaktan geçiyor. Translar arasındaki dayanışmayı bu sefer çeperi biraz daha genişleterek, tüm LGBTİ’leri ve dahası LGBTİ olmayanları da kapsayacak şekilde örmekten geçiyor. Ben’ler ve menfaatler evreninden sıyrılıp, normalleşmeye meydan okumaktan geçiyor.
 
Normalleşmek, oyunu kurallarına göre oynamak ölümleri, intiharları çağırıyor. Oyunun kurallarını bozmak, öğretilen ve beklenen yerine paylaşmak; acıyı ve sevinci olduğu kadar ekmeği, suyu da paylaşmak ise hayatı yeşertiyor. Küçümsediğimiz, arkaik bulduğumuz, Yeşilçam klişelerine hapsettiğimiz değerleri hatırlamak gerekiyor. Sıradanlaşan kötülükten hesap sormak için; yeni rekabetçi, baş ezmeye, birbirinin üzerinden yükselmeye dayanan sistemin zehirlerini her bir hücremizden atmak için…
 
*Bu yazı ilk olarak Evrensel gazetesinin Pazar ekinde yayınlanmıştır. 

Etiketler:
İstihdam