12/07/2017 | Yazar: Yunus Emre Demir

Sivil toplum çalışanları işçidir! Diğer sektörlerdeki beyaz ve mavi yakalı işçiler gibi ezilirler, hakları vardır ve onlara sahip çıkmak zorundadırlar.

Sivil toplum çalışanları işçidir! Diğer sektörlerdeki beyaz ve mavi yakalı işçiler gibi ezilirler, hakları vardır ve onlara sahip çıkmak zorundadırlar.

Üniversitenin ilk yılından beri bitirdikten sonrasına dair hedeflerim her sorulduğunda “sivil toplum falan olur muhtemelen ya” yanıtını veriyordum. Boş zamanlarımda yaptığım işleri bu alandaki çevremi genişletmeye, gönüllülük faaliyetleri üzerinden deneyim edinip “CV şişirmeye” çalışıyordum. Üniversitedeki 3. senemi bitirip 4. seneye girdiğim bu günlerde maddi sıkıntılardan kaynaklı iş aramaya başladım. İş için tek kriterim çok yorucu olmaması ve emeğimin karşılığını alabilmemdi. Özel olarak sektör tercihim olmasa da STK’lardaki iş ilanları sıkça karşıma çıktı, eş dost tarafından önerildi.

Bu ilanları incelerken gönüllülük yaptığım derneklerde de sıkça hissettiğim emek sömürüsünün yoğunluğunu ilanların daha ilk cümlelerinde fark edebildim. Türkiye gibi toplumsal asimetrinin çok yoğun hissedildiği, 2017 yılında bile “Müslüman Türk natrans heteroseksüel ve en az orta sınıf olan erkekler” dışında kalan kesimlerin büyük bir kısmının eğitim hakkına erişirken çeşitli zorluklar yaşadığı Türkiye’de toplumun farklı kesimlerinin problemlerine dair çözüm üretme iddiası olan ve bu kesimlerin yaşadığı sorunlara dair söz söyleyen STK’ların en temel kriterinin üniversite ve hatta yüksek lisans eğitimi olması sanıyorum ki çelişkinin başlangıç noktası oluyor. Lisans eğitimi olmayan birinin sivil toplumda kendine sadece gönüllülük ya da daha açık olmak gerekirse “ayak işleri” alanında ittire kaktıra yer bulabildiği bir alanda hangi insanların haklarından söz ediyorlar merak etmekteyim… Hadi diyelim lisans eğitimi tamam, bu sefer de dil konusu çıkıyor karşımıza. Özel sektörde sık sık karşılaştığımız yabancı dil engeli son yıllarda sivil toplumda da hissedilir biçimde istihdamın önüne geçen bir faktör olarak duruyor. Dernekte yapılan ikramların masrafı için bile fon alan STK’lar, çevirmen parası için mi bütçe bulamıyor? Dil eğitimine erişimin masraflı ve meşakkatli olduğu bir ülkede çevirmen istihdamı çok mu imkânsız bir noktada duruyor? Dil engelini de aştığımızı varsayarsak alakalı alakasız her işte bilgisayar bilgisi, sosyal medya kanallarına hakimiyet, “esnek çalışma saatlerine ayak uydurabilme” gibi kriterler yeni mezunların veya herhangi bir yerden mezun olmamış ancak sivil toplumda çalışmak isteyenlerin gözünü korkutuyor. İşe girebilenlerinse hangi çalışma koşullarında sömürüleceğini gözler önüne seriyor.

Eser: Seda Mit

Çalışma şartlarının ağırlığı sadece ofis çalışanlarında karşımıza çıkmıyor. Yakın zamanda Uluslararası Af Örgütü’nün yüzyüzecilerini taşeron olarak çalıştırması ve çalışma koşullarının kötülüğü nedeniyle greve çıkan işçilerle gündeme gelen saha çalışanlarının şartlarının da en az ofis çalışanları kadar ağır olduğu artık herkesin malumu.

Madem öyle…

Madem durum bu kadar ortada bazı tespitleri yapmak zorundayız:

  1. Yapılan işlerin insan hakları için yapılması, patronun “görünür olmaması”, emek sömürüsünün tek seferde değil de doz doz verilmesi gerçekleri gizleyemez. Sivil toplum çalışanları işçidir! Tıpkı diğer sektörlerdeki beyaz ve mavi yakalı işçiler gibi ezilirler, hakları vardır ve onlara sahip çıkmak zorundadırlar. Ayrıca stajyer ve gönüllülere maddi hiçbir desteğin sunulmadığı, yol ve yemek paralarının karşılanmadığı bir STK, emek sömürüsüne ortaktır.
  2. Hepimiz aileyiz! Aynen öyle. STK’ların çoğunda hepimiz orta sınıf bir Türk ailesiyiz. Emek hiyerarşisinin, yaş hiyerarşisinin ve hatta çoğu zaman heteroseksizmin ve aileye mahsus diğer her şeyin varlığının en diri temsilleri STK’larda görülebilmekte. Aile olmanın verdiği rahatlıkla sömürünün de tavan yaptığı ve hissettirilmemeye çalışıldığı bu alana dair sözümüz net olmalıdır: Aileniz batsın! Sizinle aynı amaçlar için iş yapan insanların emeklerini ve duygularını aile büyüğü edasıyla suiistimal ettiğiniz bir düzlemde, bu aileyi yıkmak boynumuzun borcudur.
  3. Sivil toplum kuruluşları kurucularının girişimcilik faaliyetleri olmamalıdırlar. STK’ları kurduktan sonra orası üzerinden kar elde etmeye çalışmak, oradaki koltukları asla bırakamamak ve diğer STK’lardaki işçi hakları ihlallerine ses çıkartmamak yine bu emek sömürüsü zincirinin önemli bir halkası haline gelmek demektir.

Sivil toplum sektöründeki son zamanlarda yaşanan çürümeyle daha fazla görünür hale gelen emek sömürüsü umuyorum ki ilerletici bir etkiye vesile olur ve STK çalışanları görünmeyen veya gizlenmeye çalışılan sömürünün ve işçi sınıfı kimliklerinin farkına vararak örgütlenmeye, alana müdahale etmeye başlarlar. 


Etiketler:
İstihdam