15/01/2015 | Yazar: Fırat Demir

Onno Tunç, Apollon saraylarından çıkma bir müzisyendi.

Onno Tunç’un göğe dağılan onca duygusundan bir tanesini şimdi yakalayıp yakamıza takmalıyız. Ondaki, müziğindeki özgürlük duygusunu. Hemen. İçimiz daha da kurumadan.
 
Onno Tunç, Apollon saraylarından çıkma bir müzisyendi. Ülke ülke gezmiş bir bilgenin kulağına sahipti. Eğer sanat bir insanın var oluşuna yetiyorsa, o birkaç hayatı bir anda üzerine geçirendi. Melodileriyle, hissedebilen bir insana güç verdi. Geride bıraktığı miras, daha çok şey yapmak için ilham vermiyor mu?
 
‘Bir toplum ver bana, seni benden ayırmayan’
 
İşte Onno’nun özgürlüğüyle kesişen bir dize. Ajda Pekkan’ın ‘Petrol’e yenilen Eurovision şarkısından: ‘Bir Dünya Ver Bana’. Sözler, Fikret Şenes; beste, Cenk Taşkan. Ajda’nın güzellik için, kendi olabilmek için, kadın olabilmek için söylediği şarkılardan belki de en kıyıda köşede kalmışı. Şarkının içindeki o inişlerin, yaylıların, şarkıya yayılan tüm o insancıllığın kontrolü ise Onno’nun elinde. Orkestra şefi Onno Tunç. Müzisyenin eli havada, orkestra için incelikle hareket ediyor. Müzisyen, görünmez bir resim çiziyor.
 
Onno Tunç’un aranjör olarak başladığı müzik kariyerinde bu şarkı gibi pek çok kusursuz ana eşlik etmesi tesadüf değil. Evet, bir zamanlar pop müziğimiz mucizeler doğuruyordu ve Onno Tunç, bu mucizelerin şekillenmesinden sorumluydu. Ajda’yı süperstarlaştıran, daha doğrusu onu dünyadaki star kavramıyla bizdeki ‘star’ heyecanının doğumuna aynı anda ulaştıran şarkıların teslim edildiği isim, Onno’ydu. Batı’dan gelen bu melodilerin üzerine yeniden çalışmak, Onno için, bir çocukluk bilgisiydi aslında. İşbu Onno müziğe ilkin kilise korolarında şarkı söyleyerek başlamıştı.
 
20 Aralık 1948. Biyografisi böyle söylüyor onun doğumu için. Tam ismiyle Ohannes Tunçboyacı. O, başka bir İstanbul’a doğmuştu. Bir diğer önemli müzisyen, kardeşi  Arto Tunçboyacıyan ile bir başka İstanbul’un ezgisiyle büyümüşlerdi. Ermeni’ydiler ve kimliklerinin tüm Anadolu’ya yayılan geniş ses aralığında, köklerinden beslendiler. Klasik Batı müziği de yakındı onlara, saz da, garmon da, zurna da. Onno bu hüzünlü ama zengin varoluştan tüm hayatına yetecek bir harç elde etti.
 
Ajda Pekkan ve Nilüfer pop müziğinde ustalaşırken bu harçtan avuç avuç yararlandılar. Fakat Onno Tunç’a gelecek getirecek olan ses, Nükhet Duru oldu. Nükhet Duru’nun pop tarihindeki macerası, bambaşka bir yazı. Duru, erken olgunlaşmasının karşılığında yalnızca vefasızlık gördü. ‘Melankoli’ ve ‘Ben Gene Sana Vurgunum’ dışında, onun ilk albümlerine hakim miyiz? Oysa Duru, hala kimselerin keşfedemediği koskoca bir hazine. Türkiye pop müzik tarihinin erken başyapıtı, ‘Bir Nefes Gibi’, 1977 yılında yayınlandığında, emsalsizdi. Nükhet Duru, Mehmet Teoman’ın sözleri, Cenk Taşkan’ın melodileriyle aranjmanın yanına bile yaklaşmadan, kendi hikayesini anlatmış, kendi şarkısını söylemişti. Duru’nun Fransız şansonundan ve kabare kültüründen ilhamla kotardığı bu şarkıları tamamlayan üçüncü isim, Onno Tunç, bu albümle Türkçe popun en derin noktasına inebildi. Yoktan ortaya çıkan bir beste, bir sese bürünüyor ve sonra bu sesin yankıları, Onno’nun titiz bilgisiyle şekle ulaşıyordu. Tunç, Nükhet Duru ile çalışmalarında güç ve deneyim biriktirdi.
 
Fakat Nükhet Duru’nun hikayesi, biraz da kendisine pusula bellediği Edith Piaf ve Liza Minnelli gibi bir kabare hikayesiydi. Kabare dönemi bitip sahneler artık bir kadının epikleşmesiyle ilgilenmemeye başlayınca, Nükhet Duru’nun hikayesi bir başka yöne kayacaktı. Bu değişimin ağzında bekleyen isimse, Onno Tunç’tan başkası değildi.
 
Nükhet Duru, sırasını bir başkasına terk etmeden önce, 1981 yılında, ‘Seninle’ isimli bir şarkı yayınlamıştı. Popun esnekliğini sonuna kadar zorlayan bir trajiklikte fakat arabeske de teslim olmayan, müthiş bir şarkı. Sözlerini Nükhet Duru’nun yazdığı bu şarkı, Onno Tunç’un da ilk bestesiydi. Halihazırda Duru’daki geleceği deneyimlemiş Tunç için, ‘Seninle’, kader olacaktı. Bir telefon çaldı. Duru’dan çok şey öğrenmiş bir başka şarkıcı, bu sefer, Duru’da kendisine ait bir şey bulmuştu. Telefonun ucundaki isim, Sezen Aksu’ydu.
 
Sonrası, bir aşk. Sezen, ineceği kuyuya ışık tutacak aşkı bulmuştu. Bu aşkın şahidi de Aysel Gürel’di. Onno Tunç ise, bir beste yaratmanın heyecanını her zerresine kadar yaşayacağı yeni bir gerçekliğe sıçramıştı. Müziğin bilgisiyle hayatın bilgisi çarpıştı. Çarpışmadan ‘Sen Ağlama’, ‘Git’, ‘Sezen Aksu 88’ gibi nice albüm doğacaktı. En önemlisi de, tüm zorluklar aşka kalmıştı. Müzik, dilediği gibi hareket edebildi. ‘1945’, ‘Ünzile’, ‘ Kavaklar’ gibi şarkılar, Onno Tunç’un dünyayı anlamaya çalıştığı şarkılardı. Onno, klasik müzik bilgisini sınayıp barok popa da yaklaştı, toprağı deşip folklora da yanaştı. Tüm bu deneylerin temeliyse, hissetmek isteyen bir insanın yankısıydı.
 
Onno Tunç, Sezen Aksu ile ayrılıp Aysel Gürel’i yanına alarak bu takımı dağıttığında, müzik piyasasına da bir bomba bıraktı. Üçlünün son büyük ortaklığı ‘Gülümse’, başımıza pop belasını saracak hadiseydi. Hem de ne bela. Şimdilerde herkes o günlerin sesini aramıyor mu? Onno Tunç’un 90’larıysa eklektikti, tempoluydu ve en çok da alaycıydı. Pop fitili, Tunç’un yıllara yayılan müzikal deneyimlerinin yeni bir jenerasyon tarafından kabul görmesiyle ateşlenmişti. Onno Tunç, Nilüfer ile tekrar bir araya gelip, nispet verircesine, çok iyi albümler hazırlayacaktı. Ayrıca Zuhal Olcay’dan Aşkın Nur Yengi’ye kadar yeni sesler de onun müziklerini taşımaya hazırdı. ‘Dokunulmaz’ deyip deyip herkesin dokunduğu Sezen Aksu’ysa acısıyla bir başka tarafta yeni deneylere girişti. Onno bir yanda, Sezen bir yanda. Fakat herkesin aklı, geride bırakılan aşkın kanıtları kalmıştı.
 
Bu kanıtların hatrına, Tunç’un Hümeyra’dan Zerrin Özer’e kadar el attığı onca sesin hatrına, gece yatağa girerken dinlediğimiz şarkıların hatrına, Onno Tunç’u daha iyi anabilirdik. O, tüm Türkiye için üretirken, Türkiye, onun anıtını parçaladı. Hem de defalarca. Şarkısı yaşayanın, anıtı yaşayamadı. Ona bizi anlama duygusu veren kökü, Ermeniliği, çok geldi, tehdit etti, kabul edilemedi. Şimdi tahrip edilen Onno Tunç Anıtı yerine yapılan heykel, bir müzenin önünde. Koruma altında.
 
Demek ki, hala, tehdit altında.
 
Ama herkes biliyor, Onno Tunç’u aklına getirenin kulağına ses dolacak, bu vahşet değil. Mesela ‘1945’, yankılanacak. İnsan olmak isteyenlerin müziği, hep Onno’yu çağıracak.
 
Sezen Aksu’nun kaleminden çıkma bir şarkıydı, daha Onno korkunç bir uzak kazasıyla bu dünyadan ayrılmadan önce, belki de Onno’ya yazmıştı. Sertab Erener’in ilk albümünde seslendirdiği ‘Suçluyum’un sözleri şöyle diyordu:
 
Suçluyum ben de, ne olur bağışla
Kaybettik bu zavallı yarışta
Artık eskisi gibi emin de değilim kendimden
İkimize iyi şanslar bu arayışta
 
Onno Tunç, böylesi kalp ağrılarının ilhamı. Sezen bu şarkıyı Onno’ya mı yazmış bilinmez ama, aşkta da, hayatta da, kendimizden emin olmadığımız zamanlarda, hep şarkılar var.
 
Bir tek şarkılar var.
 
Onno Tunç, var. 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam