24/08/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

Aygün üzerinden ortaya çıkan ilk gerçek Türkiye’nin siyasi ikliminin halkların isteğinin aksine açık bir savaş koalisyonunca belirlendiği oldu.

Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılması ve biraz da oluşan tepki nedeniyle kısa sürede serbest bırakılmak zorunda kalınması Türkiye siyaseti için bir turnusol işlevi gördü. Aygün, özgür iradesi dışında kendisine dayatılana karşı duruşu ve özgürleştikten sonra sürece dair yorumuyla neredeyse tüm siyasi grupların ve oyuncuların takkelerinin düşmelerini sağladı. 
 
Aygün üzerinden ortaya çıkan ilk gerçek Türkiye’nin siyasi ikliminin halkların isteğinin aksine açık bir savaş koalisyonunca belirlendiği oldu. Sosyalistler dışında, Türkiye’yi yönetenler, yönetmeye talip olanlar ve kendi kendilerini yönetmek isteyenler dahil hemen tüm grupların savaşı tek çözüm olarak gördüklerini ortaya çıkarmasında Aygün’ün de kendisini her şeyden önce sosyalist olarak tanımlıyor oluşunun katkısı açık. 
 
İlkin yer kaplayan ama değersizliklerini kendi ağızlarından itiraf eden medya, siyaset ve strateji zevatının (aslında zerzevat demek daha doğru olabilir) perişanlıkları ortalığa serildi. Yıllardır medyada, kürsülerde, stratejik analiz bilmem nelerinde derin analizler döktürenlerin ‘üfürükten tayyare’ oldukları Türkiye’de olup biten hakkında işkembeden salladıkları görüldü. Bu kişiler arsızın utanmazlığının ne denli tiksindirici olabileceğini de bir kez daha kanıtladılar. 
 
Ortaya çıkan daha önemli iki hakikat var. İlki parti, örgüt yapı ve ikincisi de birey boyutunda.  
 
Türkiye’deki siyasi temsil sistemi halkların siyasi taleplerinin üzerini örtüyor. Temsil garabeti yüzünden birbiriyle uyumsuz siyasi aktörler aynı çatı altında toplanmak zorunda kalıyorlar. 
 
Bu iktidarı elinde bulunduran için de geçerli muhalif olan ve dahası isyan eden için de.
 
Siyasi temsil sorunu siyasetin toplumsal taleplerden yola çıkarak oluşmasını engelliyor. Tam aksine değiştirilemeyeceği garanti altına alınmış bir iktidar olma halinin aktörü olmak için rekabet etmeye dönüşüyor.
 
Böylece halklar taleplerinin siyasi temsilcilerini seçmek yerine kendisine dayatılanlardan biri ya da ötekine teslim olurken, siyasetçiler de siyaset yapabilmek için kendi ideolojik pozisyonlarından feragat etme pahasına seç(tir)ilmek zorunda kalıyorlar.
Hüseyin Aygün’e karşı geliştirilen ‘sağdan sola’ ortak tepki ve dışlamanın asli nedenlerinden biri de bu.
 
Temsil sorunu halkların, siyasetçinin, siyasi örgütlerin birey ve yapı olarak kendisine yabancılaşıp araçsallaşmasına yol açıyor.
 
Böylece herkes kendi özgül isteğini gerçekleştirebilmek için önce güçlü olması, sonra gücü ele geçirmesi ve bu olana kadar da asıl istediğinden vazgeçmiş gibi yaparak gücün bahşedilmesi için iyi bir adaymış gibi görünmesi gerektiğini yanılsıyor. Kendi istediklerimi gerçekleştirebilecek güce erişene kadar benden istenenleri yapıyormuş gibi görüneceğim!
 
Özellikle AKP için bu süreç tam da böyleyken Aygün’ün kaçırılması siyasetin ovada olduğu kadar dağda da aynı yabancılaşmayı yaşadığını kanıtlamış oldu. Aygün’ü kaçıran kendi deyimiyle ‘gençlerin’ dile getirdikleri barış talebindeki içtenlik de bu sürecin göstergesi değil mi?
 
Demem o ki, tüm kimlik ve özgürlük sorunlarını bir an için paranteze alırsak ‘doğudaki’ savaşın batıda vahşi kapitalizmin kurumlaşması için iktidar tarafından zorunlu olarak sürdürüldüğünü görebiliriz.
 
Tarihsel alanda biraz daha geriye çekilerek Orta Doğu’ya bakıldığında 2003 Irak işgaliyle başlayan ve ‘Arap Baharı’yla halen süren değişimin de savaş koşullarında kapitalizm ekmek olduğu, kurulan dindar demokrasiler ve sürekli çatışma halinin kurumlaştırdığı tek yapının kapitalizm olduğu anlaşılabilir. Bu bağlamda Arap Baharı’nın aslında Tunus’ta değil 2002’de Türkiye’de başladığı da görülebilecektir.
 
Kişisel umudum, Aygün’ün sadece Dersimlilere değil Türkiye halklarına da gösterdiği sosyalist ahlakın sadece CHP’ye değil, BDP, KCK ve PKK’ye de sosyalizmi hatırlatmasıdır. Kimlik, özgürleşme ve eşitlik için sosyalizmden daha iyi bir seçenek ve devrimci bir yol olmadığını. 

Etiketler:
İstihdam