09/05/2011 | Yazar: Emre Varışlı

Bu soruşturma bir arada yaşamamızın, demokratikleşmemizin önemini vurgulayan yaldızlı ve büyük puntolu seçim propagandalarının arasında kaybolup gidecek mi?

Bu soruşturma bir arada yaşamamızın, demokratikleşmemizin önemini vurgulayan yaldızlı ve büyük puntolu seçim propagandalarının arasında kaybolup gidecek mi? Hiç kimsenin tasavvurları paralelinde yaşayamadıktan sonra, bir arada yaşamasının bir anlamının olmadığı gerçeğinde, bu soruşturmanın saçmalığını ve ürkütücülüğünü söyleyenler bir avuç insan mı olacak?
 
‘Normalliğin’ ve ‘topluma uygun’ olanın kollayıcıları yine iş başındalar. Ve tabi ki yine o kadar mağdur, o kadar zedelenmiş ve o kadar rahatsızlar ki…
 
Geçtiğimiz hafta sosyal medya köşesinde arkadaşımın eklediği ‘seks otobüsü’ haberinin altına, ‘bu ülkede daha ne olabilir hanesi hiç boş kalmıyor, hep yükselişte’ yazdığımda, bunun bir son olmasını dilemiştim -neden ve nasıl oluyorsa- ve kendimce ettiğim bu laf daha fazla haklı çıkmasın istemiştim. Aptal olmalıydım.
Ve yaşadığım ülkenin pusulası her zaman olduğu gibi hızla döndü ve ibre yine ‘korkunun burnunda’ durdu.
 
Benim neslim için, yani 80 sonrası için ‘muzır neşriyat’ terimi çok derinlerde, Türkiye’nin karanlığında saklı duran ve yankılanan bir terim gibi geliyor olabilir kulağa. Hatta ‘çok demokratız biz caanım’, ‘Aman işte Avrupa Birliği’ne girmek üzereyiz bir rahatladık sormayın’ söylemleriyle yıkanan bir nesil bu terime ‘geçmiş zamanın hikâyesi’ olarak bakabilir. Türkiye saatiyle geçmişimize baktığımızda toplatılan, yakılan kitaplar sanki bize hiç değmemişler gibi, ‘Muzır neşriyat’ dendiğinde ilk akla gelen poşete giren pornonun milletimizi hafif gülümseten tanıdık etkisi gibi gelebilir.
 
Muzır neşriyat bilgisi tüylerini ürperten ve kendine belli bir emek harcayıp bir kütüphane yapan her T.C. vatandaşı öyle ya da böyle tedirgindir; çünkü bilirler ki bizim kaygan zeminimiz çoktur. Bir gün o kütüphane bizi ‘zarar teşkilinden’ koruyan ellerce her an dağıtılabilir. Fikirler, cümleler, tasavvurlar dağıtılırken insanlar da her an birileri tarafından ‘götürülebilirler’. Hatta yeni özgürlükler deryası olarak mimlenen sosyal medyada yazdığınız bir blog sabah uyandığınızda mahkeme kararıyla engellenmiş olabilir. Bir gece ansızın gelebilen faşizmin nelere kadir olduğunu bilen biliyor.
 
Yeni vakamız ise İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ‘Türk toplumunun ahlak yapısına’ uygun bulmadığı Yumuşak Makine hakkında başlattığı soruşturma. Evet, ben de ilgili haberi okuduğumda ‘Yok artık!’ demiştim, ama ne yazık ki ‘Vardı.’ ‘William S. Burroughs için Soruşturma!’ adını taşıyan haber, kitabı yayınlayan Sel Yayıncılık’ın konu hakkındaki gayet yerinde basın bildirisini içeriyordu. Olan olmuştu, bizi ‘muzır neşriyat’tan korumak için büyük eller bu kez Beat Kuşağı’na yapışmışlardı.
 
Yumuşak Makine, en yüzeysel tanımıyla Amerika’nın konformist ideallerine ve steril edebiyatına karşı çıkan, öncülerini Jack Kerouac, Allen Ginsberg, Gary Snyder, William S. Burroughs, Neal Cassady, Lawrence Ferlinghetti olarak sayabileceğimiz Beat Edebiyatı’nın en ‘baba’ kalemlerinden olan Burroughs’un ‘kes-yapıştır’ üçlemesi olarak isimlenen toplamanın ilk kitabı. Kendi topraklarında yayınlandıktan tam elli sene sonra Türkçe’ye çevrilen bu kitap ve bağlı olduğu diğer iki kitap –Patlamış Bilet ve Nova Ekspresi- yeraltı meraklılarının açık/gizli kutsal metinleri.
 
Bu kitapların neden bu kadar zaman sonra dilimize çevrildiğinin trajedisi ise başka bir yazının konusu.
 
Hiç kimsenin ve hiçbir koşulun aklamasına ihtiyacı olmayan Burroguhs, elli sene önce, ifade gücünün sınırlarından geçip, modern çağa vahiyler ulaştıran, deneyselliğin dalağını yaran bu kitapları yazarken bir gün Türk mahkemelerine düşeceğini aklından geçirseydi, eminim bu onun en uçuk fantazmalarına konu olurdu.
 
Kitap hakkında başlatılan soruşturmanın gerekçeleri muzır neşriyat bilgisinin saçmalığını bilenler için hiç de şaşılacak cinsten değil, kısaca şöyleler;
-          argo ve amiyane tabirlerle kopuk anlatım tarzının benimsenmesi” 
-          insanın bayağı, adi, zayıf yönlerinin işlenmesinin okuyucu üzerinde suça izin verici tavırları geliştirmesi.
-          “Türk Milletinin milli, ahlaki, insani, maddi ve manevi kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan
-          Zira insanlar ilkel hayatlarından bugüne kadar dünyanın her yerinde ve her toplumunda cinsi uzuv bölgelerini kapalı tutmayı ve cinsi münasebetin gizliliğini vazgeçilmez kural olarak uygulaya gelmişlerdir
-          Kitapta asıl ağırlığın cinselliğe yöneltilmiş olduğu, kitabın toplumun ahlak yapısıyla bağdaşmadığı 
 
Bu alışılmış tanımların yanı sıra, olayın ciddiyetini unutturmayan bir hafif gülümsemeye neden olan başka bir gerekçeyse kitabın edebi değer taşımadığı konusu.
 
Evet, zaten ‘türkçe’ düşündüğümüzde argodan uzak durmalı, bizi kışkırtacak fikirlerden kaçınmalı, özgürlüklerimiz konusunda fikir yürütmemeli, edebi değer taşıyan vitrin kitaplarını hatmetmeli, etliye sütlüye dokunmayan, yeni formları gözetmeyen, belden aşağı haritalarda gezinmeyen, siyah poşet gerektirmeyen yazılı ve görsel üretimleri önemli saymalı, giriş-gelişme-sonuç kalıbında üretilen metinlerin geçerliliğini kabul etmeli, Türk milletinin ahlaki ve manevi kültürünü zedeleyen her türlü eylemden kendimizi sakınmalıyız. Kütüphanemizi yaparken de bu değerleri göz önünde bulundurmalıyız. Hatta ve hatta biz nasıl insanlarız böyle, kütüphane yapmak yerine iki tane daha fazladan dizi izlesek fena mı olur!
 
Bu soruşturma haberini okuduğumda aklıma gelen ilk şeylerden biri yakın zamanda festival dâhilinde –dua edelim- Allen Ginsberg’in Amerikan mahkemesince yargılanan aynı isimli kitabının macerasını izlediğimiz ‘Uluma’ filmi oldu. Ginsberg’in kutsal manifestosu bir kelime ve kavram avıyla birlikte ateşli Amerikan mahkemelerinde yargılanıyor ve savunuluyordu. Biz izleyiciler ise filmden çıktığımızda kütüphanemize uzandık ve yargılama sonucunda ‘haklı’ çıkan bu şiiri keyifle bir kez daha okuduk.
 
Bizim payımıza düşen de bu oldu; birileri çıktı ve ellerinden hiç düşürmedikleri cımbızlarıyla bu kez Yumuşak Makine’yi deşmeye başladılar. Bizi koruma altına aldılar, kışkırtıcılıktan, büyük gözlerden, cinsel organlarımızdan, hazlarımızdan, şiddetimizden bizi uzak tuttular. Hepimiz Erkek! Hepimiz Kadın! kaldık.  Her şeyin ‘ılımlı’sının makbul olduğu bu yeni dönemde kütüphane teftişine çıktılar.
 
Elli yıl önce yazılan bir kitap ve açılan bir soruşturma.. bırakın dünyayı, kendi kendimizi bile elli yıl geriden takip ettiğimizi düşünürsek, bir avuç muzır neşriyat mağduru olarak halen neden şaşırdığımızı anlamak oldukça güç.
 
Çatlak sıvayıcılığı bizde sadece bir müteahhitlik bilgisi değil; her türlü alternatifi sistematik bir biçimde yok sayma ve yok etme bilgisi aynı zamanda. Büyük arkalıklı koltuklarının, ceviz ağacı masalarının ve büyük dolma kalemlerinin gerisinde kendini bizi her türlü zarardan(!), ahlaksızlıktan(!) korumaya adayanların bilgisi.
 
Bu soruşturma bir arada yaşamamızın, demokratikleşmemizin önemini vurgulayan yaldızlı ve büyük puntolu seçim propagandalarının arasında kaybolup gidecek mi? Hiç kimsenin tasavvurları paralelinde yaşayamadıktan sonra, bir arada yaşamasının bir anlamının olmadığı gerçeğinde, bu soruşturmanın saçmalığını ve ürkütücülüğünü söyleyenler bir avuç insan mı olacak? Kendi kütüphanesini tedirginlikte oluşturanlar, muzır neşriyat kollayan polisler gölgesinde hâlâ kalem oynatanlar kendilerini nasıl koruyacaklar? Burroughs’u yargılayan ‘Biz korku toplumu yaratmıyoruz, nereden çıkartıyorsunuz bunu’ diyen iktidar sahipleri artık bu kadar mı haksız çıkacak?


Etiketler: kültür sanat
nefret