23/02/2009 | Yazar: Can Yaman

Televizyon ve onun bize yansıttıkları hep tartışma konusu oldu. Bunlardan biri, yine gerçekleşti. Geçen hafta vizyona giren bir filmin fragmanı gene olaydı.

Televizyon ve onun bize yansıttıkları hep tartışma konusu oldu. Bunlardan biri, yine gerçekleşti. Geçen hafta vizyona giren bir filmin fragmanı gene olaydı. İvedik formatının devamı, salonlardaydı. Yarattığı sanrı dillerdeydi. Bundan aylar öncesinde, artçı dalgalarını hissettiğimiz filmin bir sahnesi, bu ayardaydı. Bahsettiğim sahne, son senelerin ‘trendi’ olan, ‘franchise cafelerin’ birinde geçiyordu. Kavanoz büyüklüğündeki kahve bardaklarının içine bakıp, kızlara fal bakma girişiminde bulunan kahramanımızın bir kadına, ‘sana kabaran bir şey var’ demesi, bu ilgiyi tetikleyen türdendi. Elbette bu cümleden çıkarılacak çok şey vardı. Dürüst konuşmak gerekirse, ilk duyduğumda güldürmüştü bile beni. Fakat sonrasında bu gülümseme, bende acı bir rahatsızlığa sebep oldu. Nedeni belki, bu vicdani aforizmaydı.

Açıkçası bu diyalog, iki erkek arasında geçseydi, beni bu denli rahatsız etmezdi. Hatta eleştirel bir yanı olduğunu bile düşünürdüm. Ama Şahan gibi birçok mizahçı için bu, kendini aşmak demekti. İşin kolayına kaçmak, en iyi yöntemdi. Kadın, en kolay metaydı. Çabuk harcanır, hızlı tüketilendi. O saatten sonra kime, neyin kabarması önemsizdi. Zaten sorun da buradan kaynaklanıyordu. Kimsenin kimseye alenen kabarmaya hakkı yoktu. Şahan, bu koşulu bilen bir taşerondu. Elbette sınırları vardı. Bu sınır, genel türevleri içerisindeydi. Erkeklik çiftliğinde tepinen, bir aygırdı sanki. Doğulu bir tipi canlandırması bile, orta sınıf yularlarından kurtaramamıştı kendini. Aksine onlara bağlı kalma adına, bayağılığı kendine ilke edinmişti. Devam serisinin afişe yansıyan iki işareti, buna gebeydi. İvedik’in el hareketi, aslında bir zafer işaretiydi. Ucuzluğun, erilliğin, kabalığın zarafetiydi. Oscar sonrası, gişe hâsılatı kırma garantisi şimdiden belli olan filmin eleştirisini yapmak, çokbilmişlik değil, eşcinsel olma kaygısındandı. Çünkü o kaygıların hepsi bu filmde etiketlenmişti.
Belki o yüzden yıllar önce, Kemal Sunal filmlerine tahammül edemeyen ben, şimdilerde kendisinin ne kadar büyük bir sanatçı olduğunu daha yeni anladı. Onu, Jerry Lewis’le karşılaştırmanın bir hata olduğunu fark etti. Özel kanalların pervasızca, telifsiz kullandığı filmlerinin, aynı kanallara, reyting üstüne reyting kazandırmasındaki haksızlıkta kendine büyük pay biçti. ‘Sahiplenmemenin’ bedelini iyi bilen birisi olarak, bunun bizim başımıza gelmesini istemedi. Çünkü bunun geri dönüşü yoktu. Bir kez harcamaya başladıklarında, sonu kimseye kalmazdı.
Onun filmlerinde sesksist ayrıntı diye bir şey yoktu. Küfür, sistemle bir düellosuydu. O hiçbir zaman kazananın, gücün, erilin yanında olmadı. Çirkinin, mağdurun, ezilenin, hatta bir filmde kadın kimliğine bürünmesiyle ‘ötekinin’, yanında oldu. Bu, onda şöhret sarhoşluğu yaratmadı. Şimdilerde zıvanadan çıkmış komedyenlerin düştüğü oyuna gelmedi. Kendi oyununda başkarakterdi. O yüzden iyiydi. Gerçek bir efsaneydi. Dramı da komedi gibi en iyi şekilde canlandırmanın bedelini, en acı ayrılıkla ödese de (Propaganda/1999) her rolün adamı olduğunu bize bir kez daha kanıtlamıştı. Belki o yüzden şu aralar sitcom’lara, vizyon şarlatanlarına tahammül edemiyorum. Onu her seferinde saygıyla anıyorum. Ve Şahan’a sırt çeviriyorum. Bir yerinin kabarmasını bekliyorum.
 

Etiketler: kültür sanat
nefret