03/06/2015 | Yazar: Sevda Boyalıkuş

‘Oy kaybetmekten korkarak’ homofobik ve transfobik toplumu değiştiremezsiniz.

Yaşamımın çeşitli dönemlerinde farklı farklı “Biz” tanımlamaları yapıyordum kendimle ve içinde bulunduğum toplumsal grupla ilgili. Çocukken kimliklere kafam basmazdı, “Biz” denilince aklıma “çocuklar” gelirdi, o yaşlarda henüz kadın-erkek kavramları yeni yeni oluşuyordu beynimde. Belli bir “Biz” tanımlamasına ihtiyacım yoktu sanırım ... Erkekler erkeklerle oynardı; ama ben kızlarla oynardım. Oyun arkadaşlarımın cinsiyetini özel bir farkındalıkla seçmemiştim, öyle istiyordum.
 
Küçük bir çocukken bizim mahalledeki caminin Kuran kursuna giderdik. Ailem dindardı, benim de öyle yetişmemi istedi. “Çocuk” olmakla birlikte öğrendiğim ilk “Biz”, cinsiyetten de önce, dini inanç tanımlaması olan “Müslümanlık” olmuştu. Allah korkusuyla korkmayı ve korkutulmayı, günahların ne olduğunu bile öğrenmeden önce öğrenmiştim. Neden cezalandırılmam gerektiğini bilmeden ve ceza gerektiren hallerin-fiillerin neden kötü olduğunu bilmeden, kafama çakılmıştı din kavramı. Bu kavramın içinde sorgulamaya yer yoktu. “Biz” Müslüman çocuklar idik. Kiliselerin kapısını çalıp da kaçan, caminin çeşmesinden su içen, caminin bahçesinde top oynayan, “diğer dinler”in bozulmuş olduğu ve tek (ve son!) doğru dinin İslam olduğu biçimindeki düşüncelerle endoktrine edilen; ama yine de çevresindeki çocuklardan farklı olduğunu hisseden bir çocuktum.
 
Ergenlik döneminde, “erkek” olma haliyle tanıştım. Ağabeyim kadınları düşünerek mastürbasyon yapardı, ben ise erkekleri düşünerek... Bizim komşuların erkek çocuklarıyla birlikte mahalle maçı yapardık; ama ben o ortama ait değil gibiydim. “Erkek olmadığım için” mi dahil değildim, yoksa o öğrenilmiş toplumsal erkekliği bir türlü öğrenemediğim için mi dahil değildim, bilemiyordum. Ben çemberin içindeydim; ama kafam dışındaydı. Diğer cinsten duygusal veya cinsel çekim duymak, bana çok uzak bir kavramdı. İçimden gelmiyordu, “o” çekim için kendimi zorlamam gerekiyordu. “Biz” kavramı erkekti; ama ben başka bir “Biz”e aittim sanki. Onların “Biz”den anladığı, benim ne anladığımla pek örtüşmüyordu. Erkeklerin soyunma odasında rahat etmiyordum. Erkeklerin futbol oyunlarına katılmak istemiyordum. Beden eğitimi dersinden rapor alıp kaçmanın yollarını arayıp duruyordum. Ergen erkeklerin kadınlardan bahsettiği cinsellik muhabbetlerinden rahatsız oluyor ve uzak duruyordum.
 
Ergenlik döneminde seviştiğim bir hemcinsim bana “Biz homoyuz” demişti. Ben “Hayır, ben homo değilim!” demiştim. O da erkekti, nüfus cüzdanımın rengine bakılırsa ben de erkektim; ama onun “Biz” tanımlamasını refleks göstererek reddetmiştim. Erkek erkeğe cinsellik yaşadığım hemcinsim de benim yaşımdaydı, birbirimizin bedenini keşfetmiştik, 14 yaşındaydık, karşılıklı rıza vardı, bu 2 insan birbirini istemediğimiz bir şey yapmaya zorlamamıştı. Aslında “Biz” vardık; ama bir tanımda anlaşamamıştık. “Biz”, erkek erkeğe cinsellik yaşayanlardık.
 
Eğitim sistemi, “Biz”e, “Türk” olmayı öğretti. Tarih kitapları vardı, habire savaşan atalarımız vardı, o tarihte kadınlara pek yer yoktu. “Genel Türk Tarihi” ve “İslam Tarihi” boyunca, kadınlar kenar süsü gibiydi. 500-600 sayfalık tarih kitabında onlarca erkek varken, belki 1-2 kadın olurdu. Anadolu’nun tarihinde Hititlerin bir kraliçesi vardı, Tavananna. Eski Türk devletlerinde bir “Hatun” olurdu. Sanki geriye kalan herkes erkekti. “Biz” Müslüman ve Türk ve erkek’tik, tarih hep “Biz”den bahsediyordu; ama o “Biz”lerin eşleri hep kadınlar oluyordu. Sultanların ve padişahların “erkek çocukları” iktidarı devralıyordu. Penisi ve Y kromozomu olan erkek, kadınlarla yatıyor ve erkek çocuk sahibi oluyor ve soyunu devam ettirip iktidarını penisli ve Y kromozomlu erkek çocuklarına devrediyordu. Kadın sanki sadece doğurmaya ve eş olmaya yarıyor gibiydi. Savaş meydanında erkekler savaşıyordu, ele geçirdikleri şehirlerdeki kadınlara tecavüz ediyorlardı, cariyeleri ve köleleri ve eşleri oluyordu.
 
İnkılap Tarihi’ne gelince, “kadın” kavramı da cinsel içerikten arındırılmış olarak karşımıza çıktı. Bu kadın, yurdunu “düşman”dan korumak için Müslüman Türk erkeklerle işbirliği yapıyordu. Kadınlar seçme ve seçilme hakkını elde ediyordu. Yine her yerde Müslüman Türk erkekler vardı; ama artık kadınlar da vardı. Maalesef bu Müslüman Türk kadın, iktidar amacıyla araçsallaştırılan bir nesne idi. Laik erkeklerin de, İslamcı erkeklerin de kadına verdiği yer, iktidar çekişmesindeki bir araçtan ibaretti. Laik kadın da, İslamcı kadın da “kıyafet” üzerinden söylemsel olarak dahil edildi siyasete. Birileri kadının başını açıyor, birileri de kadının başını kapatıyor, ve nedense kadının kendi karar hakkı hiç olmuyordu. Bu sefer “Biz”, kadınların başını açarak onları esaretten kurtaran “laik erkek” oluyorduk. Türklük vurgusu tam gaz iken, Müslümanlık vurgusu geri plana düşüyordu.
 
Lise bitti, İslamcı kökenli bir parti iktidara geldi. Bu parti başlangıçta “Herkese saygılıyız” diyerek mavi boncuk dağıtırken, AB’ye girmek istediğini söylerken, reform paketleri çıkarırken; sonradan iktidarı adım adım ele geçirince gerçek yüzünü gösterdi. Aslında “Biz”e benzemeyen birileri ülkeyi yönetiyordu. O erkekler sakallı ve bıyıklıydı, o erkek grubuyla evli kadınların başları da örtülüydü. “Biz” ise, eğitimli ve kentli ve Batılı-Avrupalı laik Türk kadın ve erkekler idik. Bize benzemeyenler iktidarda olduğu için, ve bizim yaşam alanımızı daralttığı için, kendimizi dışlanmış hissediyorduk. “Biz kaç kişiyiz?”deki “Biz” olduk, ulusalcı-milliyetçi olup “Biz”e benzemeyenlerin suratına suratına kalpaklı Atatürk’lü bayrak salladık. Başını örten kadın, “Biz”im ötekimiz olmuştu bu sefer. Başını örten kadının kocası için hava hoştu, o zaten “Müslüman ve Türk ve heteroseksüel erkek” olarak her seferinde yırtıyordu.
 
Ben üniversitedeydim, arkadaş çevrem açık görüşlüydü, artık elimin altında internet de vardı, ve başka bir “Biz” daha keşfettim. Bu keşif çok zor ve sancılı bir süreç oldu. “Biz” eşcinseldik. Erkek olmak, illaki kadınlardan çekim duymak demek değildi. Biz erkektik ve erkeklerden hoşlanıyorduk. Bu gerçeğin farkına vardım; ama saklanmaya devam ettim. Sayıca çok olanın sayıca az olanları ezdiği, bu ezme-ezilme ilişkisine benim mensubu olduğum “Biz”lerin de katıldığı bir ülkede, benim tek başıma hiçbir şansım yoktu. Sayıca çok olanlar Müslüman ve Türk ve heteroseksüel erkekti, kimisi laik kimisi İslamcı idi; ama hepsi eşcinsellere karşı ayrımcı idi. Tanıdığım erkekler arasında eşcinselliği “kafasında soru işareti olmaksızın” hemen kabullenen ve olgunlukla karşılayan hiçbir insan yoktu.
 
Yavaş da olsa, zaman içinde öğrendiklerimin ışığında Türk kimliğimden, Müslüman kimliğimden, erkek kimliğimden soğudum. Türkler, Kürtlere ve Ermenilere ayrımcılık yapıyordu. Müslümanlar, ateistlere-Hıristiyanlara-Yahudilere ve Sünniler de Alevilere ayrımcılık yapıyordu. Bütün bu kimlik gruplarından gelen erkekler kadınlara, ve sonra da hepsi birden LGBTİ’lere ayrımcılık yapıyordu. Gücü yeten, gücü yetmeyeni eziyordu. En dipte de her seferinde “Biz” vardık, LGBTİ’ler.
 
Seneler geçtikçe siyasetten soğudum, içimdeki kırılma ve kırgınlık giderek arttı. “Biz”im hakkımızı sadece “Biz” savunuyorduk. Aslında herkes sadece kendi hakkını savunuyordu, sayısı fazla olan da iktidarı ele geçiriyordu. Bu sistemde, benim gibi ezilen “Biz”lerin yapması gereken şey, birleşip hakkını aramaktan geçiyordu ... Dinsel, etnik, mezhepsel, cinsel açıdan ötekileştirilenler; ayrı ayrı “Biz” olan kimliklerini yitirmeden ve eritmeden, eşit bir biçimde yan yana durmayı öğrenmeliydi ...
 
Aday listeleri nihayet belli oldu. Diğer partilerden hiçbir beklentim olmamıştı zaten; ama HDP’den beklentim büyüktü. Diğer partilerden yaka silkmişken ve hiçbir şey beklemiyorken, HDP özelinde yüksek beklentilere sahip olmaya hakkım var mıydı? Eşcinselliğimi sakladığım sürece Müslüman ve Türk ve erkek olmanın ayrıcalıklarını tepe tepe kullanan gizli bir LGBTİ olarak, HDP’ye ağlanıp sızlanmaya hakkım var mıydı?
 
HDP, geçmişteki Kürt partilerinden farklı olarak, bu sefer bütün Türkiye’yi kucaklama sözü vererek siyaset yapıyordu. “Biz’ler HDP, Biz’ler Meclise” diye bir seçim şarkısı vardı. O kıpır kıpır şarkıda bütün “Biz”lere yer varken, “Biz’ler LGBTİ’yiz” ve “Biz’ler eşcinseliz” gibi bir cümle kırıntısı yoktu. Şarkının videosunda arkadan akıp geçen yazılara baktım. “Biz’ler Gürcü’yüz, Biz’ler Ezidi, Biz’ler Roman’ız, Biz’ler Köylüyüz, Biz’ler Kadınız, Biz’ler Genciz, Biz’ler Laz’ız, Biz’ler Musevi’yiz, Biz’ler  Çerkes, Biz’ler Sanatçı, Biz’ler Alevi’yiz, Biz’ler Memur, Biz’ler İşçi, Biz’ler Dadaş, Biz’ler Köçeğiz, Biz’ler Zeybeğiz, Biz’ler Kürdüz, Biz’ler Zılgıtız, Biz’ler Kızılbaş, Biz’ler Emekçiyiz, Biz’ler Üreten, Biz’ler Arabız, Biz’ler Ermeni, Biz’ler Öğrenci, Biz’ler Seymen, Biz’ler Gönüldaş” gibi çok sayıda ifade vardı. Orda da “Biz’ler LGBTİ” yoktu. Videoyu yavaşlatarak birkaç defa tekrar izledim. Satır arasında bile yoktuk.
 
2011 seçiminde “Herkes İçin CHP”ye oy vermiştim; ama o “Herkes” içinde de LGBTİ’lere hiç yer yoktu... CHP’nin renk renk broşürleri vardı; kadınlar için, gençler için, sanatçılar için, çiftçiler için, işçiler için... Gözlerim, gökkuşağı desenli bir LGBTİ broşürü aradı. Öyle bir broşür yoktu. Yine de, Dersimli bir Zaza Alevisinin başbakan olabilme ihtimaline oy vermek istedim. Etnik ve mezhepsel olarak ezilen bir insanla kendimi özdeşleştirdim; ama parti politikaları açısından böyle bir özdeşim kurabilmek mümkün değildi.
 
Aday listesine baktım, “Biz”e benzeyenler var mı diye. Eskişehir 6. Sıra, yani son sıra adayı Barış Sulu vardı. Daha önceden aktivizmini bildiğim bir arkadaşımız. Son sıraya koyulması canımı sıktı. Mersin’de 1. sırada Dengir Mir Mehmet Fırat gibi “Haluk Koç yanlış seksüel tercih içindeymiş gibi konuşuyor” cümlesini kuran bir şahıs yer alıyorken, açık LGBTİ Barış Sulu’nun son sırada olması, HDP’nin önceliklerinin özeti gibiydi. Öncelik kesinlikle barajı geçmek idi, oylar homofobiklerden de gelse mübahtı. “Dindar Kürtlerin oyunu kaybetmek olmazdı, yani Altan Tan ve Dengir Fırat listede üst sıralarda olabilirdi” gibi söylemlerle geçiştirildi. Üstelik Dengir Fırat ve Altan Tan’a gitmeye de gerek yok, bizzat Abdullah Öcalan’ın Oral Çalışlar’a verdiği eski bir röportajdaki homofobik sözler ortada. Özeleştirisi verilmemiş, hesaplaşması yapılmamış, bugün gündeme getirdiğimizde “1993 yılında söylenmiş çok eski bir söze ne bakıyorsunuz, bugün HDP’nin yaptıklarına bakın” yanıtına neden olan “Eşcinsellik hastalıktır” sözleri.
 
1-2 seçim öncesinde “Baykal’a Rağmen CHP”ye oy veren ve verdiğim oydan memnun kalmayan bir insan olarak, bu sefer “Apo’ya Rağmen HDP” dedim. “Biz” yokuz, hiç yoktuk ve olmayacağız. Listenin tepesinde homofobik varken, en altında LGBTİ olabilir. İtilip kakılmaya alışkınız. “Bütün milletvekillerimiz LGBTİ aktivisti gibi olacak” diyen HDP’li LGBTİ’ler varken, üstelik “barajı geçme ihtimali olan büyük partilerden” (Barajın altında kalacağı kesin olan Anadolu Partisi haricindeki) hiçbirinde LGBTİ aday yokken, HDP’yi de LGBTİ meselesi özelinde eleştirmek maalesef durumu değiştirmiyor.
 
Eski seks işçisi Ayşe Tükrükçü 2007’de bağımsız aday oldu ve 196 oy alabildi. Açık bir LGBTİ’nin bağımsız aday olması durumunda da muhtemelen buna benzer bir sonuç elde edeceğiz. Topluca hareket eden bir oy gücümüz yok. Birkaç hafta önce Birleşik Krallık’ta (İngiltere-Galler-İskoçya ve Kuzey İrlanda) yapılan seçimi kazanan 650 milletvekilinin 32’si LGB iken (henüz T ve İ yok); bizim “1” gey adayımız (Barış Sulu), “1” trans adayımız (Deva Özenen) var, ikisinin de “seçilme ihtimali” maalesef yok.
 
Daha önce de açık LGBTİ Demet Demir genel seçimlerde aday olmuştu. 2014 yerel seçimlerinde aday olan LGBTİ’ler vardı, seçimi hiçbiri kazanamamıştı. Seçimden 11 ay sonra, CHP’li Sedef Çakmak “seçilmiş bir belediye meclis üyeliğinin boşalmasıyla” belediye meclisine girebildi, ilk kez seçilmiş bir LGBTİ olarak görev yapmaya hak kazandı. En azından Beşiktaş Belediye Meclisi’nde “Biz’ler” varız. Yani 1 kişi bile olsak, orada temsil edilmemiz çok önemli.
 
* * *
 
Recep Tayyip Erdoğan’ın, seçilme ihtimali bile olmayan Barış Sulu’ya ve Barış Sulu üzerinden de HDP’ye saldırarak “Biz eşcinsel aday göstermiyoruz” demesi, “Sapkınların partisi” demesi, benim sinirlerimi zıplatmaya yetti. 550 aday arasında sadece son sıradan 1 LGBTİ aday gösteren HDP, eğer eleştirilecekse, LGBTİ aday göstermesi üzerinden değil, son sıradan sadece 1 LGBTİ aday göstermesi üzerinden eleştirilebilir. Gelgelelim, son sıradan 1 LGBTİ aday gösteren parti, açıkça homofobik politikalar izleyen AKP’nin milletvekili sayısını 50-60 azaltacaksa, eleştirilerimi 1 hafta erteleyip oyumu HDP’ye veririm. HDP’nin barajı geçememesi, geniş toplumsal kesimlerin meclis dışında kalması anlamına geleceği için, bütün ezilenlerin hak mücadelesine zarar verir.
 
“Biz’ler” yine mecliste yokuz, “Herkes İçin” ifadesinde “Biz”e yine yer yok; ama kerhen oy vererek desteklediğimiz partiler şunu anlasın: LGBTİ bir birey olmak, karar alma mekanizmalarına girecek yeterliliğe sahip olmamak anlamına gelmez. “Oy kaybetmekten korkarak” homofobik ve transfobik toplumu değiştiremezsiniz. Barış’ın ve Deva’nın ve daha önceki seçimlerde aday olan açık LGBTİ arkadaşlarımızın aday olarak medyada yer alması bile, homofobik-transfobik ayrımcılık duvarında açılmış bir çatlaktır. Utanç duvarını yıkana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. 

Etiketler:
İstihdam