16/07/2012 | Yazar: Selçuk Candansayar

‘Cumartesi gecesi başta NTV olmak üzere haber kanallarında, haber sitelerinde ve gazetelerin pazar günkü sayılarında şu meşhur ve meşum ‘vatanın bölünmez bütünlüğü’ ilkesi ihlal edilerek ’bölücülük’ yapıldı.’

“Cumartesi gecesi başta NTV olmak üzere haber kanallarında, haber sitelerinde ve gazetelerin pazar günkü sayılarında şu meşhur ve meşum ‘vatanın bölünmez bütünlüğü’ ilkesi ihlal edilerek ’bölücülük’ yapıldı.”

Dün Türkiye en azından medyasının Diyarbakır’ı ve Kürtleri başka bir ülkenin, başka bir coğrafyanın parçası olarak gördüğüne tanık oldu. 

Dün Türkiye Cumhuriyeti’nin emniyet güçleri, Diyarbakır’da seçilmiş milletvekillerine, belediye başkanlarına Türkiye’nin değil de başka bir ülkenin milletvekilleri olduklarını tehdit ederek, yumruklayarak, yerlerde sürükleyerek, gaz bombasıyla yaralayarak gösterdiler.

Cumartesi günü Diyarbakır’da onca ‘olay’ sürerken, haber kanallarının ilk haberi Başbakan’ın köprüden  beleş geçiş müjdesiydi. Üstelik beleş müjdesi ‘yol tıkanıyor diye tatava etmeyin, aha beleş yaptım kapayın çenenizi’ tadındaydı.

Ama sanmayın ki mesele sadece medyanın gerçekleri çarpıtarak, öncelikleri değiştirerek halkın haber alma özgürlüğünü gasp etmesinden ibaretti. 

Türkiye’de medya teorilerini apışıp kıç üstü oturtacak bir toplumsal ruh hali ve karaktersizleşme süreci işliyor. Aynı coğrafyada yaşayan birbirinden tümüyle kopuk iki toplum ortaya çıkmış durumda.   

Cumartesi günü Diyarbakır’da demokratik talebin ırzına geçilmesine karşı çıkanlar varken, İstanbul’da bir konsere gelen 20 000 kişi, kapıda “içki içmeyin lan dağıtırız burayı’ diye efelenen birkaç kişiden tırsıp içki satışını yasaklayan organizatörlere sadece ‘peki kahve ve boyalı gazoz içebilecek miyiz?’ siteminden öte bir tepki göstermediler!

Bir yanda muktedirinin iki üç aylık beleş köprü geçişine tav olacağına inandığı, dur vazgeçtim içki vermeyeceğim deyince e iyi o zaman ben de gazoz içerim, diyen bir halk var. Öte yanda ise kafamı kırsan da özgürlüğümü istemekten vazgeçmeyeceğim diyen.

Şimdi şu aynı coğrafyada yaşamak kavramına daha yakından bakmak da yarar var. Hama, Ankara’ya Diyarbakır’dan 45 km daha yakın, İstanbul’a da öyle! Ama Hama ile Diyarbakır arası sadece 567 km. Demem o ki, Hama ile Diyarbakır birbirlerine Ankara’ya olduklarından çok çok daha yakınlar. 

Türkiye medyasının Hama’da olanlara Diyarbakır’da olanlardan daha çok ilgi göstermesi Hama’nın yaklaşık 50 km daha yakın olmasından çok kendisini ikisine de aynı uzaklıkta görmesiyle ilgili olsa gerek. Öyle olunca Hama’daki olaylarda ölüm olduğundan haber değeri Diyarbakır’ın önüne geçer ve habercilik açısından da doğru olur!

Aynı şekilde televizyonlardaki ilk haberin ve gazetelerdeki manşetlerin ‘beleş köprü’ olması, medyanın izleyicisi ve okurunun nabzını iyi tuttuğunun da kanıtı olabilir. 

İşte asıl bölünmenin ne olduğu ve asıl bölücülerin kimler olduğu şimdi daha açık olarak ortaya çıkar. 

Bu olguyu taçlandıran ise Diyarbakır’da olup bitenlere bir Türkiye partisi olduğu iddiasındaki kocaman CHP içinden bir tek ‘Diyarbakır kökenli’ İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun  bir demeçle tepki vermesidir. Hani bir çeşit atalarının göç ettiği, köklerinin olduğu başka bir ülkede kalan memleketine hissettiği nostaljiyle içinin kanadığını ifade etme hali. Muhacir bir Bursa milletvekilinin Bulgaristan’da olup bitenleri kınaması gibi.

O zaman temel soru, öznesi değiştirilerek yeniden sorulmalıdır. Bölünmek isteyen Kürtler mi, bölmek isteyen Türkler mi? Güneydoğu ayrılmak mı istiyor, yoksa güneydoğuyu ayırmak isteyenler mi var?

Cumartesi günü tazyikli su ile yerlere yapıştırılan milletvekilleriyle aynı haklara sahip olan diğer vekillerin son zamanlarda ilgilendikleri ve gece yarısı ek önergelerle çıkardıkları yasalarla 7 TİP’li gencin katillerini serbest bıraktırmalarına bakılırsa sorunun doğru kurgusu netleşecektir. 
 

Etiketler:
İstihdam