24/11/2014 | Yazar: Selçuk Candansayar

Kızdığınız bir halkı anca ‘adam etmeye’ çabalarsınız, baktınız olmuyor ‘beter ol’ diyen öfkenizle aslında kendi çaresizliğinizi kusarsınız.

Kızdığınız bir halkı anca ‘adam etmeye’ çabalarsınız, baktınız olmuyor ‘beter ol’ diyen öfkenizle aslında kendi çaresizliğinizi kusarsınız. Halka kızmak yerine bu süreci anlamaya çalışmak zorunlu.
 
AKP karşıtı siyaset üreten kesimlerde son zamanlarda hızla yayılan bir duygu var. Öfke! AKP’ye oy veren ‘halk’ yığınlarına duyulan kızgınlık satır aralarından sıyrılıp öne çıkıyor.
 
Bu kızgınlık Kemal Kılıçdaroğlu’nun diline nerdeyse egemen olmuş durumda. Özellikle Meclisteki grup konuşmalarının ana temasını oluşturuyor. Erdoğan ve AKP’nin yapıp ettiklerini; rüşvet, talan, yağma, hukuk dışılık vs sıralayıp, kendince kanıtları ortaya döktükten sonra sitemkâr bir edayla soruyor, “Bunlara rağmen oy vermeye devam mı edeceksiniz!” Hani bu gerçeklere karşın yine de AKP yüksek oy alırsa sanki “Allahınızdan bulun” diye ilenecek.
 
Halka kızgınlık CHP yöneticileriyle sınırlı değil. Sözcü yazarlarıyla da bitmiyor. Maalesef BirGün’ün bile bir iki manşeti bu kızgınlığın izlerini taşıyordu. “Bu görüntüye daha ne kadar seyirci kalacaksın ey halk?”, örneği gibi.
 
Kızgınlığın berisinde örtük bir inanmazlık, şaşkınlık ve kabullenememe de var. ‘Doğru’ları bu kadar halkın gözüne sokmalarına karşın yine de aynı halkın gidip AKP’ye oy vermesini bazı akılların almadığı anlaşılıyor.
 
Öyle ki kızgınlık, o zaman bu insanlar böyle yönetilmek istiyorlar, bunlar da en az AKP kadar rüşvetçi, talancı, yağmacı olmuşlar çözümlemesini doğuruyor. Demem o ki özellikle CHP yöneticilerinin gelip gelebildikleri tahlil; ‘böyle başa böyle tarak’tan öte değil. Gerçi CHP’nin gövdesinde ve yönetim kademesinde AKP tipi örneğin kent yağmasından pay kapmak için aportta bekleyen hacimli bir güruhun olduğu da açık ama en azından liderlerinin halka duyduğu kızgınlık daha belirleyici.
 
Bu kızgınlığın önemli bir yansıması da Erdoğan’a ‘cehaleti’ üzerinden yüklenmek! Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın cahilliğini yüzüne vurdukça halkın ‘gerçeği göreceğini’ sanıyor! Bu yöntemin İsveç’te bile ters tepeceğini anlayamaması çok hazin. Zorba, gücünü fütursuzluğuyla biriktirir. En akıl almaz şeyi gönül rahatlığıyla yaparak, en kuyruklu yalanı gözünün içine baka baka söyleyerek ne kadar güçlü, dokunulmaz ve zalim olabildiğine ikna eder zorba. Tebanın edilgenliğini üretir zorbanın hâd bilmezliği.
 
Kılıçdaroğlu, bu adam ne kadar cahil diye yakındıkça, bu kadar cahil ama ona rağmen demek ki ne kadar dokunulmaz ve güçlü duygularının artmasına yol açtığının ayırdında değil. Kızdığınız bir halkı anca ‘adam etmeye’ çabalarsınız, baktınız olmuyor ‘beter ol’ diyen öfkenizle aslında kendi çaresizliğinizi kusarsınız. Halka kızmak yerine bu süreci anlamaya çalışmak zorunlu.
 
Nasıl oluyor da bir halk kendisinin açıkça zararına olduğu gün gibi ortada olan bir yönetimi kaderiymişçesine üzerinde taşıyor?
 
Acaba bu durum baskı altına alınmış toplumun, otoriter/ totaliter yönetimin tüm ideolojik araçlarıyla üzerine yüklenmesiyle susturulup, korkutulup, sindirilmesinden mi? İktidarın hayatın her alanına zorbaca müdahale ederek, insanları yalnızlaştırması, edilgenleştirmesi; benden başka güç yok ya bana itaat edecek ve yaşayacaksın ya da yok olacaksın tehdidiyle bağlantısı var mı?
 
Ezilmiş, kıstırılmış, sesi kesilmiş ve senin hayatta kalmanın başka yolu yok kıskacına alınmış bir halka, neden isyan etmiyorsun, neden karşı çıkmıyorsun, bu kadar mı zayıf, korkak, çaresizsin diye höykürmeye siyaset denmiyor. Daha beteri ise ya çok cahilsin ya da sen de onlar gibi düşünüyorsun o zaman demek! Yani halk rüşvete göz yumuyor çünkü o da rüşvetçi akılları. İki binlerin başında ‘alem göt olmuş’ diye bir ‘tespit’ popüler olmuştu ya tam o hal!
 
Oysa siyaset tam da burada, bu koşullarda yapılan eylemin adı. Verili koşullar altında kendi hayat iddianı insanlara anlatabilme ve senin iddianı insanların da iddiası haline getirme eylemine siyaset deniyor. Eskiden buna ‘somut durumun tahlili’ denirdi ama somut durumun tahlilini, peki bu koşullar altında ‘biz ne yapmalıyız’ sorusu izlerdi. Buradaki bizi nasıl tanımladığımız da önemli.
 
Biz kimiz?
 
Daha özgür, daha eşit, daha adil bir dünyada yaşamak isteyenler halka kızmak yerine o her neye tekabül ediyorsa halk diye kavramlaştırılan kitlenin içinde bulunduğu koşulların onun kaderi olmadığını ona, onunla birlikte göstermek için eylem yapanlar olmalı.
 
Gezi’nin Haziran Güneşini doğurması bize siyasetin ne olduğunu gösteriyor. Öyleyse Haziran bileşenleri için düşülecek yol öncelikle halka yapayalnız, bir başına ve kimsesiz olmadığını göstermeye çalışmak olmalı. Yaşadığın kaderin değil!  

Etiketler:
İstihdam