24/08/2010 | Yazar: Murat Köylü

Irkçılık, dünya kamuoyunun çoğunluğunun ve popüler politik aktörlerin asla birlikte anılmak istemeyecekleri en büyük toplumsal günahmış gibi gör&u

Irkçılık, dünya kamuoyunun çoğunluğunun ve popüler politik aktörlerin asla birlikte anılmak istemeyecekleri en büyük toplumsal günahmış gibi görülebilir. Daha çok medyatik biçimleriyle aklımıza geliveren “etnik kökenli ırkçılık”, çoğumuza en üst düzey insanlık suçu gibi gelse ve bu tarz ırkçılığın nicel sonuçları çok yıkıcı olsa da, öteki sayısız ayrımcılık biçimine nitelikçe son derece benzer ve onlardan sadece biridir.  Biliriz ki ırk da, milliyet, din ya da toplumsal cinsiyet gibi doğuştan verili olmaktan öte kurgusaldır; insan düşüncesinin ve etkinliğinin ürünüdür. Oysa ırkçılık, insan toplulukları arasında, doğal, biyolojik, genetik, fiziksel, zihinsel ve kültürel değişmez, dönüşmez öze ait ayrılıklar olduğunu savlar. Bu kavramsallaştırmanın militanları ve destekçileri tarafından yaratılmış trajik tarihsel felaketler, bizleri ırkçılığı sadece etnik kökenden kaynaklanan, devletçi, milliyetçi, militarist tonlarıyla tanımamız doğrultusunda motive etse de, ırkçılık ya da ayrımcılık çok daha yaygın ve çeşitli biçimlerde insan kültürlerine yerleşmiştir. Yerleşikliği, cinsiyetleri ve cinsel yönelimleri, sosyal katmanları, kültürel seçimleri, inançları, yaşları, zihinsel ya da fiziksel farklılığı bulunanları (engelliler, hasta olarak tanımlananlar, kısa boylular, keller, şişmanlar gibi) ya da diğer hayvanları ve canlıları her türlü yaşam alanından dışlayabilecek güçtedir. Farklı ırkçılık semptomları arasında, benmerkezci ve narsist özellikler taşıyan ayrımcı bireysel veya kurumsal gücün, kendisi dışında tanımladığı toplulukları aşağılaması, o toplulukları oluşturan bireyleri belirli önyargısal kalıpdeğerler çerçevesinde birörnekleştirerek genellemesi, küçük görmesi, hasta veya anormal ilan etmesi, suçlaması, bastırması, susturması, yok sayması ya da yok etmesi sayılabilir. Politikacıların medyaya düşen gündelik açıklamalarında da olduğu gibi her nüvemize sinmiş bulunan diğer örtük ya da apaçık ayrımcı söylemlerle mücadele, en az etnik ırkçılık ile mücadele kadar önemlidir . Bu yazı, aslında açık biçimde ayrımcılık, ırkçılık, önyargı, aşağılama ve genelleme ile bezeli politik söylemlerin, siyasi polemikler içinde nasıl tekrar tekrar üretilerek çeşitlendiği ve Türkiyeli üst düzey siyasetçilerin içinde bulunduğu üzüntü verici aymazlıklar ile ilgilidir.
 
Bülent Arınç ile Kemal Kılıçdaroğlu arasındaki boy polemiğini referandum gündemiyle sarhoş belleklerimizin izin verdiği ölçüde anımsayabiliriz. Tartışmayı belki isteyerek, belki bilinçsizce Arınç başlatmıştı. Bilinçsizce diyorum; çünkü Türkiyeli politikacılar düşüncelerini aktarırlarken sık sık bu tarz hatalar, yanlışlar, tabiri caizse kazalar yapabiliyorlar. Asıl dertleri bambaşka konulardan, sorunlardan ve kişilerden bahsetmekken öyle bir dil kullanabiliyorlar ki, bağlam ve sorun tamamen değişebiliyor. Bu kazaların çoğu, aslında politikacıların değer yargılarının ve siyaset etiklerinin kapsamında, bir insan ya da topluluk için yaralayıcı, kırıcı olabilecek sözcüklerin, anlamların, metaforların işlenmemiş olmasından kaynaklanıyor.
 
Polemikteki konuşma sırasını izleyelim. İlk olarak ne demişti Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç: "Kılıçdaroğlu şu kadarcık boyuyla bir şeyler söylüyor.” Aslında Arınç, ülke siyaseti ile ilgili pek çok şey söylemişti. Ancak sonrasında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce’nin de dahil olacağı tartışmanın vurgusu, şu kadarcık boyuyla birşeyler söylüyor, üzerine kaydı. Kemal Kılıçdaroğlu bu sözlere yanıt vermekte gecikmedi. Yanıtının biçim ve içeriği ile sözel tacize uğramış mağdur konumunu yok eden ve hasmına politik, etik bir ders verme olanağını kendi sözleriyle çarçur eden, çarçur etmekten de öte en az onun kadar büyük çamlar deviren Kılıçdaroğlu’nun açıklamasını yorumlayacağım. Ancak öncelikle, Arınç’ın “boy ve konuşma yetisi” üzerine kurduğu biçimsel mantığı ırkçılık ve ayrımcılık çerçevesi üzerinden kısaca okumaya çalışalım.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin AKP’li Başbakan Yardımcısı, ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı ile ilgili açıklamalarda bulunurken, kendisinin de daha sonradan düzeltme olarak sunacağı üzere, “Şu kadarcık boyuyla birşeyler söylüyor.”u ağzından kaçırmamıştı. Başka bir şeyleri ima etmek için bu talihsiz sözleri kullanmıştı. Yani aslında Kılıçdaroğlu’nun söylediği şeyler üzerinden, sadece zeka düzeyini mi, inanılırlığını mı ima etmişti; yoksa kısa, hatta şu kadarcık boyunu mu, yoksa başka bir özelliğini mi bilemiyoruz. Ancak bu ülkede farklı zekalarda, boylarda birilerinin olduğunu biliyoruz ve Arınç onların da başbakan yardımcısı. Bu demeci sırasında beyefendilik ve saygıdeğerlik taslayıp Kılıçdaroğlu’nun Tayyip Erdoğan’a “Recep Bey” demesini eleştirmesi ise trajikomik bir aymazlık olarak yine Arınç hanesine yazalım. Bir de, Arınç’ın bu demeci verdiği Habertürk’ün, başbakan yardımcısının kısa boyluları aşağılayan ırkçı sözlerini “Arınç’tan Kılıçdaroğlu’na ilginç eleştiri” olarak etiketleyip tıklanmaya ya da okunmaya (ikisi ayrı şeyler) sunması ise olayın başka bir boyutu. Yaygın medyadaki dehşetengiz aymazlığa hiç girmeyelim ve ülkedeki kısa boyluları temsil edebilecek mağdur Kemal Kılıçdaroğlu ile devam edelim.
 
Tabii ki Kemal Kılıçdaroğlu, popülist siyasetin polemik gerekliliğine uyarak yanıt vermekte gecikmedi. Ancak ne yazık ki mağrur ve mağdur olmak yerine o, maruz kaldığı söylemin ayrımcılık, ırkçılık olduğunun farkına varmadı ve tam tersine bu kez o bu demecin kötücüllüğünü Arınç’ın zekasına bağladı. “Kürt sorununu da çözmek üzere ülkenin sosyal demokrat partisinin başına geçen Gandi Kemal”, Arınç’ın bu sözlerinden yola çıkarak ülke kültüründe giderek büyüyen ve şimdi de kendisini ısıran ayrımcılık canavarını tanılayamadı. Ülkede oldukça köklü olan ve şiddetini giderek arttıran ırkçı, ayrımcı, cinsiyetçi zihin dünyasına sistematik, kapsamlı, derinlikli bir eleştiri yöneltemedi; fırsatı harcadı. Onun yerine, Arınç’n kullandığı klişe sözün yine gayet klişe, yüzeysel ve düz mantıksal bir çıkarımını yaparak, “kısa boylu olmak ile aklın ne ilgisi var, demek ki Arınç’ın boyu uzun ama aklı kısa” gibi dar, tepkisel bir şeyler söyleyebildi. Ancak keşke Kılıçdaroğlu sadece burada kalsaydı. Ne yazık ki o da, sıkışık gündemi içinde bu polemiğe karşılığı başka konulardan bahsederken verebilmişti ve ne yazık ki aynı Arınç gibi Kılıçdaroğlu da konuşurken çamlar devirmekten kendisini alamayan Türkiyeli bir siyasetçiydi.
 
Kemal Kılıçdaroğlu, Arınç’ın bu sözlerine karşı mağdur olmuş, sosyal demokrat, emekçi dostu ve ayrımcılık karşıtı lider beklentimize yine uymarak, dört yerden daha hasar aldığı bir büyük kaza yapıyordu. Bu demeci verdiği Afşin'de çok sayıda fabrika ve tesisin bulunduğunu, buna karşın işsiz sayısının da çok olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, bölgeye dışarıdan işçi getirilmesini eleştirdi. Kılıçdaroğlu, herkesin yaşadığı yerde iş sahibi olmasının gerekliliğini vurguladı. Bir: Sermaye tüm gezegende olduğu gibi Türkiye’de de istediği gibi hareket ederken, sosyal demokrat Kılıçdaroğlu emeğin böyle bir özgürlüğünün olmamasını mı diliyor? Bu çağdışı ve irrasyonel mantığı küresel kapitalizm bile çoktan aşmadı mı? Emekçilerin kendilerini nerede, hangi sermaye gücüne kiralayacaklarına yönelik irade geliştirmesine karşı olmak, apaçık bir ayrımcılık değil midir? İki: Ayrıca bu söylem, özellikle Kürt sorunu çerçevesinde gelişen iç göçler ve mevsimlik ya da tam zamanlı Kürt işçiler düşünüldüğünde son derece tehlikeli ve şovenist değil midir? Üç: “İşçi getirilmesi” gibi bir sözü kullanarak emekçileri edilgenleştiren, getirilip götürülen bir eşya gibi gösteren sosyal demokrat parti başkanı olabilir mi? Kılıçdaroğlu, toplumsal sınıfları ve katmanları genel bir ekonomik politika çerçevesinde tasarlanarak mobilize edilecek insan yığınları olarak mı görüyor? Bu bağlamda bakış açısı İttihat ve Terakki ile benzeşmiyor mu? Dört: Kılıçdaroğlu zenofobinin, yani yabancı düşmanlığının nasıl bir ekonomik temelli söylemden türediğini ve nasıl bir bütünsel faşizme dönüşebileceğini unutuyor. Özellikle Avrupa’da ırkçı, sağcı partiler, ülkelerinde çalışan yabancı işçileri, ülkelerindeki işsizliğin, ekonomik ve kültürel krizlerin en önemli sorumluları olarak gösteriyorlar. Bu söylemden beslenen pek çok neonazi grup yabancı işçilere saldırılarda bulunuyor. Hitler, Almanya’yı ve Avrupa’nın diğer bazı bölgelerini Yahudiler’e karşı böyle bir ekonomik söylem üzerinden kışkırtarak örgütlemedi mi? Türkiye Cumhuriyeti’nin ana muhalefet partisinin genel başkanlığını yürüten bir sosyal demokrat siyaset adamı, konuşurken böylesine büyük bir aymazlık içinde olabilir mi?
 
Polemiğe sonradan dahil olan CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin durumu ise en kritik, en üzücü. “Arınç komik duruma düştü.” diyen İnce, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun 1 metre 71 santimetrelik boyunu eleştiren Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a yanıt veriyor. İnce, “Arınç’ın boyu da 1 metre 77 santimetre. 6 santim için mi konuşuyor? Atatürk’ün de boyu 1 metre 65 santimetreydi. Acaba bilinçaltında Atatürk ile mi uğraşıyor? Bülent Arınç’ın düştüğü durum çok vahimdir. Çok komik bir duruma düşmüştür.” diyor. Atatürk, Arınç ve psikanaliz konusuna girmeyelim. Ancak Mustafa Kemal’in İnce’nin yalnızca bilinçaltında olmadığı aşikar ki, inanılmaz bir politik manipülasyon yaparak polemiğe bir de Kemalizm’i sokmak istiyor. Atatürk’ü sevenler ve sevmeyenler gibi bir ayrımcılık çabası içindeki CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin çok komik ve vahim duruma düşme konusunda Bülent Arınç’ı oldukça geride bıraktığı rahatlıkla söylenebilir.
 
İnce’nin açıklamasında, Arınç’ınki gibi bir yakalanıverme durumundan, teşbihte yapılan hatadan, politik bir kazadan çok daha ötesi var. İnce’nin yanıtı, Arınç’ın ağzından kaçan sözün gerçek içeriği ile felsefi anlamda denk ve aslında İnce’nin söyleminde gerçek bir ırkçı ayrımcı mantık  seziliyor. Kılıçdaroğlu, sözün muhattabı olarak duygusal bir savunmacılıkla tepkisel bir yanıt vermiş olabilir. Ancak CHP’li grup başkanvekilinin daha hazırlıklı olması beklenir. Politik bir etütten sonra medyanın karşısına dersine çalışmış bir biçimde gelmesini umacağımız  İnce bir de, “Altı santim için mi konuşuyor?” diyerek sanki gerçekten “Boy ile konuşma yetisi arasında bir ilişki vardır.” demek istiyor. 6 değil de 16 cm olan bir fark Arınç’ı haklı mı çıkarırdı? Burada çok daha komik olmaktan öte, çok daha trajikomik duruma düşen bizzat İnce değil midir? Boy değil de ten rengi üzerinden konuşulduğunu varsayalım: Beyaz Arınç, siyahi bir Kılıçdaroğlu’na derisinin renginden yola çıkıp da “Kapkara teniyle konuşuyor.” der. Olayı daha sonra medyaya yorumlayan Muharrem İnce ise “ Genel başkanımız, Arınç’tan biraz daha esmer. Atatürk aslında çok daha esmerdi. ” şeklinde yanıtlayabilecektir.
 
Son noktayı tüm bu polemiği başlatan AKP’li Bülent Arınç koyuyor: “Eğer buradan küçültücü bir ifade sezmişse o zaman aynı basın, Kılıçdaroğlu Sayın Başbakanımız hakkında bugüne kadar hangi kelimeleri sarf etti, hangi cümleleri konuştu, eğer yüzleri kızarmıyorsa, biraz da bunlara baksın. Kılıçdaroğlu, Sayın Başbakan için 'kalpazan' diyor. Peki utanmıyor musunuz, bu kelimeyi duyduğunuzda? Ben 'Şu kadar boyuyla' demişim, bu bir imadır. Ama adam açıkça 'Kalpazan Başbakan olmayacak' diyor. Ben bunları söylerken yüzüm kızarıyor.'' Anlaşılıyor ki Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan Yardımcısı, gezegendeki tüm kısa boyluları aşağılayan bir söz ile sadece belirli bir kişiye yönelmiş kalpazan suçlamasını aynı kefeye koyacak kadar ayrımcılık söylemi dilinden habersiz. Hem, kalpazan olmak küresel bir suç, kısa boylu olmak değil, akılsız olmak da değil. Birine kalpazansın demek ile kısa boylusun demek aynı şey midir? Bir başbakan asla kalpazan olamaz mı, ya da kalpazan başbakan? Bir açıdan, tüm başbakanlar kalpazan değil midir? Tüm bunları düşünüp, bu can sıkıcı polemiğe yapılan okuyucu yorumlarını okurken, kültürümüzün içine işlemiş örtük ya da apaçık ayrımcılık politikaları ile kolektif varlığı parçalanmış bazı yurttaşlarımızın salt Bülent Arınç’ın bu sözleri yüzünden anayasa değişikliklerine “hayır oyu” vereceklerini yazdıklarını gördüm. Önce şaşırdım ve üzüldüm, sonra şaşkınlığım geçti ve anladım.
 
(Not: Bu yazı yazıldıktan sonra polemiğe sonradan dahil olan AKP’li Melih Gökçek, “boy tartışmasını soya taşıyıp” Kemal Kılıçdaroğlu’nun annesinin Ermeni olduğunu söyledi. Tıpkı CHP’li İzmir milletvekili Canan Arıtman’ın bir süre önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün annesi için yaptığı gibi. Irkçılık ve ayrımcılık içeren ifadeler Türkiye’nin üst düzey siyasetçileri arasında son derece yaygınlıkla görülebiliyor; ne yazık ki hiç şaşırtmıyorlar bu açıdan bizleri. Bu kanıksamanın nedenlerini, ülke yurttaşlarının gündelik konuşma dilini oluşturan tüm kültürel örüntülerde aramak gerekiyor.)


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret