09/10/2009 | Yazar: Murad Esin

Üzerinde yaşadığımız toraklarda bizden önce kimler yaşamış. İçinde olduğumuz kentte 1000 yıl önce kimler vardı. Bu insanlar hangi dili konuşuyorlardı, hangi Tanrıya inanıyorlardı, kimdiler?

Üzerinde yaşadığımız toraklarda bizden önce kimler yaşamış. İçinde olduğumuz kentte 1000 yıl önce kimler vardı. Bu insanlar hangi dili konuşuyorlardı, hangi Tanrıya inanıyorlardı, kimdiler? Bu soruya kısa bir yanıt verirsek insandılar.
 
Bu dünyaya yalnız gelmek, doğarken çıplak doğup giderken de çıplak gitmek. Bu dünyaya insan gelip insan gitmek. Belki de sözün özü ve belki de kıssanın sonu bu. İnsan gelip ne kadar çok kimlik edinsen de sonunda geldiğin gibi gitmek. Şu kısacık dünya serüvenimizde doğduğumuz gibi olamayız ya, işte sorun bu. İnsan olmak! Bazı aidiyetleri seçemeyiz. Değiştirdiğimizde ise suçlanırız. Bize verilenleri sevmesek de kabul etmek zorundayız. Hoşlanmasak da onaylamakla yükümlüyüz. Oysa böyle olmamalı, oysaki bizler birer insan olarak hayatımız üzerine karar verebilmeliyiz.
 
Gittikçe küçülen yaşlı yerkürede insan olarak biz de bir o kadar yaşlıyız. Üzerinde yaşadığımız toraklarda bizden önce kimler yaşamış. İçinde olduğumuz kentte 1000 yıl önce kimler vardı. Bu insanlar hangi dili konuşuyorlardı, hangi Tanrıya inanıyorlardı, kimdiler? Bu soruya kısa bir yanıt verirsek insandılar. Bir 1000 yıl sonra tarih bizi nasıl anacak? İçinde olduğumuz kent var olacak mı?
Bir zamanlar yerkürede değişik topluluklar yaşamış. 3000 yıl önce bir ayrı dünya vardı yeryüzünde. Şimdi bir ayrı dünya. Nerede Lidyalılar, Urartular, Aztekler, İnkalar, Osmanlılar, hepsi tarih olmuşlar. Mısır Krallığı binalarıyla Mısır’da, mumyaları ile müzelerde sergileniyor. 2000 yıl sonra bizden kalanlar da nerede olacak? Şu an devletlerimiz var, adlarımız, kimliklerimiz, dini tanımımız, sonra ne olacak?
 
Bu dünyada yaşarken biz insanlar insanlığımız yanında edindiğimiz ya da ailemizin sahip olduğu ve onlardan bize kalan kimliklerimizle neler yapıyoruz? Neler yapmıyoruz ki... Birbirimizi öldürüyoruz, katil oluyoruz. Katilliğimizde ise haklıyız. Savaşlarımız için hep bir nedenimiz olmuştur. Birilerinden nefret etmiş ve nefret edilmişizdir. Kimimiz medeniyet adına öteki medeniyetleri sonlandırmış, kimimiz bağımsızlık için öteki canlara kıymışız. Düşünsenize bir, hayatı boyunca Ruslardan nefret etmiş birinin Rusya’da yaşamak zorunda kalıyor olmasını ve doğacak çocuğunun bir Rus vatandaşı olacağını bilmesini. Bizler de böyle olabiliriz. Bir 10 yıl sonra ya doğduğumuz yerde olmazsak. Geçenlerde biri diyordu motorlu araçlar icat edilmeden önce bir yerde doğanlar doğdukları yerin yaklaşık 50 km ötesine genelde gitmezlermiş. Ya bizler doğduğumuz topraklarda binlerce kilometre ötelere taşınmış olanlar ve çocuklarımız. Ya onlar?
 
Ve bizler, ait olduğumuz kimliklerimizle bir ezen ulus ve öte yandan ezilen ulus olurken ve bizler yani insanlar bu kimliklerimiz için öteki insan kardeşlerimizi öldürüyorsak, sürgüne gönderiyorsak, eziyet ediyorsak ve bütün bunları kimliğimiz adına yapıyorsak ve sonra hiç utanmadan insan olduğumuzdan dem vuruyorsak ve kendimizin haklı olduğuna inanıyorsak bizde bir sorun var demektir. Her şey olabilirken insan olamamış ve kendimizi her tür kimlikle tanımlarken insan olarak tanımlayamamışızdır.
 
Kocaman bir köye dönmüş olan dünyada kendi kimliğimizin sadece kendimiz için bir anlamı varken ve bizler önce insan olduğunu unutanlar bu kimliklerimizle dünyaya egemen olduğumuzu sanırız. Düşünsenize ülkenizin en önemli insanının New York’da Times Square’de sıradan biri olduğunu, herkes gibi trafik kurallarına uymak zorunda olacağını ve yemek için gideceği lokantada yer yoksa sırasını beklemek zorunda olduğunu yani herkes gibi, insanlar arasında bir insan olduğunu ülkesinde ondan bilmesini beklemek bir insan olarak hakkımız değil mi? Ve sonunda bu dünyaya insan geldim demek için bu dünyada insan olmak gerekmez mi?


Etiketler: yaşam
nefret