10/08/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Bellek, beladır. Hatırlayarak, istemeden de olsa kayıt düşerek yaşamak zorunda olan canlılarız. Hatırlamak, insanın en ağır yükü.

Bellek, beladır. Hatırlayarak, istemeden de olsa kayıt düşerek yaşamak zorunda olan canlılarız. Hatırlamak, insanın en ağır yükü.

Doludizgin, her an sıfırdan başlama duygusuyla yaşama hakkını kullanabilmek mümkün değil. Hiçbir şey yeni, hiçbir şey tam olarak bilinmedik değil. Güneşin altında yeni bir şey yok. Geçmiş, ‘adetlerin farklı olduğu’ o yabancı ülke, ikide bir seslenir. Rahat bırakmaz. Uyarır. Döne döne aynı acılardan, benzer zulümlerden geçerken yolumuzu aydınlatan yine de hatırladıklarımızın solgun ışığıdır.
 
Bir de bu memlekette hemen herkes tarafından toplumsal bir çözümleme yolunda sarf edilen ilk cümle ‘belleksiz toplum’ saptaması olunca zindan hayatımızın tek anahtarı kaçınılmaz olarak belleğimiz oluyor.

Unutmamalı. Hatırlamalı. Elimizden yeni bir başlangıç duygusunu, torlak bir umudu söküp alacağını bile bile hatırlamak, asla unutmamak zorundayız.

Değişim fikrine direnmek, değişeni dönüşeni anlamayı reddetmek değil, unutmamak.
Değişeni tanırız biz. Nedamet getiren katili sesinden, gözünden biliriz. Gençliğimizi gasp edenlerin daha kaç kuşağın hayatına kastettiğini anlayabilecek durumdayız. 

‘Unut Beni’, ‘Unutamıyorum’, ‘Unutulsam da Ben’, ‘Hatırla Ey Peri’, ‘Duydum ki Unutmuşsun’, ‘Unutmadım Seni Ben’; istediğiniz şarkıyı mırıldanın, hatırlamak-unutmak ikilemiyle malûl bir toplumuz maalesef. En büyük silahımız yerine göre hatırlamak ya da unutmak. Bize malumat değil talimat vermekle gücünü tartan devletimiz ve sözcüleri unutulacaklar listesi çıkarıyor yeniden.

Ertuğrul Özkök, devlet ideolojisinin kör pusulası olarak mutlaka izlenmesi gereken bir yazardır. Dolayısıyla sık sık kâh bu köşede kâh başka köşelerde anılır, alıntılanır.
Bu kez de Van’ın Özalp ilçesinin Belediye Başkanı’na yazdığı açık mektupla içimizi kararttı.
Üstelik yazısını İçişleri Bakanı’nın ‘Geçmişi unutmazsak geleceği kurtaramayız’ vecizesiyle bağlamış. Muhteşem final şöyle: ‘Eğer herkes kendi acısını, kendi kinini, kendi ıstırabını canlı tutmaya kalkarsa, biz bu barışı neyin üzerine kuracağız? Sen unutmazsan, unutturmamaya çalışırsan, başkaları da unutmaz, unutturmamaya çalışır. Söyler misin bu neye ve kime hizmet eder?’

Önce yıllardır yazmamıza rağmen yeni gündeme gelen konuyu hatırlayalım. Ahmed Arif’in ‘33 Kurşun’ şiirinde anlattığı katliamla başlayabiliriz. Şiirin en bilinen bölümü, 40 yıl önce Fikret Kızılok tarafından şarkılaştırılmıştı. ‘Vurulmuşum/ Dağların kuytuluk bir boğazında/ Vakitlerden bir sabah namazında/ Yatarım/ Kanlı, upuzun.../ Vurulmuşum/ Düşüm, gecelerden kara/ Bir hayra yoranım çıkmaz/ Canım alırlar ecelsiz/ Sığdıramam kitaplara/ Şifre buyurmuş bir paşa/ Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız//Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz/ Rivayet sanılır belki/ Gül memeler değil/ Domdom kurşunu/ Paramparça ağzımdaki...’

Ahmed Arif’in şiirinde ‘şifre buyuran paşa’, orgeneral Mustafa Muğlalı’dır.
1943 yılının 30 Temmuz gecesi 33 Kürt’ün infaz emrini vermişliğiyle geçmiştir karanlıklar tarihimize.
Devletimizin daha o tarihte ‘çete’ kurma konusunda nasıl hevesli olduğunun hikâyesi, bu katliamla sonuçlanan.

‘İranlı çapulculara’ karşı zamanın bakanının ve askeri erkânın emriyle bir çete kurulur. Sınırı geçip İranlı Kürt bir aşiret reisinin koyunları çalınır. Reis koyunlarını geri ister.
Aldığı cevap ağır hakaret olunca sınırı geçer ve bir baskınla koyunlarını geri alır. Durum, ‘Rus askerleri sınırı geçti’ diye duyurulur önce. Operasyon başlatılır. Reis ve 40 köylü tutuklanır. Ancak Özalp Sulh Mahkemesi sanıkları suçlu bulmaz ve serbest bırakır.
Tatlıya bağlama geleneğine sahip olmayan devletimiz 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı’yı sorunun çözümü için görevlendirmiştir. Muğlalı, 24 Temmuz günü Van’a ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri kararı alınır. 25 Temmuz’da biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli er olmak üzere 33 kişi yakalanıp Özalp polis karakoluna konulur.

Bu arada, İçişleri Bakanlığı müfettişi Avni Doğan, bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız olur ve Muğlalı ile görüşmek ister. Ancak general, bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı, ‘’Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın, onu kırbaçlarım’ cevabıyla herkese haddini bildirir.
Muğlalı, öldürme emrini vermiştir bir kere.

Gerçekten de 33 Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri dışında tümü kurşuna dizilir. Kaçarken vuruldukları yolunda tutanak düzenlenir.

Bu hikâye, üstünden 56 yıl geçmiş olduğu halde, maalesef hiç küf kokmuyor. Çünkü JİTEM’in ilk provalarından biri olarak devletimizin Doğu-Güneydoğu konusundaki geleneksel yaklaşımını apaçık sergiliyor.

Muğlalı, ancak yıllar sonra Demokrat Parti’nin dayatmasıyla yargı karşısına çıkarılır. 1950 yılında önce ölüm, sonra yaşından dolayı 20 yıl hapisle cezalandırılır.
51 yılında da hapiste, sevenlerinin sıkça işaret ettiği gibi, kahrından delirerek ölür.
İşte bu ‘yüce Türk Adaleti’ tarafından suçlu bulunup ölüm cezasına yakıştırılan komutanın adı 2003 yılında Özalp’teki jandarma garnizonuna verildi.
O zamandan beri kimsenin pek ilgisini çekmeyen bu durum, Türk ordusunun tarih karşısında imanı kavi bir taraf olduğunu gösteriyor.  Muğlalı’nın marifetlerinin sahiplenildiğini de.

Yani ordumuz, Muğlalı’nın mahpus damlarında kahrından ölmesini asla hazmetmemiş, şimdi de kendini yegâne muhatap kabul ettiği Kürt sorununun çözümünde örnek alınası bir askerin gadre uğraması olarak değerlendirmektedir.

2004 yılında katliamın gerçekleştirildiği yerdeki garnizona katliamcının adını koyarak, sorunu çözme yordamı hakkında bir manifesto sunmuştur.
Askerin çeşitli dar durumlarda kendini yeterli sertlikte bulmayan zevata dönüp, ‘Gün olur devran döner, yarın ikinci bir Mustafa Muğlalı olmak istemeyiz’ dediğini bir yerlere kaydetmişliğiniz vardır mutlaka.

Mustafa Muğlalı, besbelli askerin bağrında sızlayan bir yara olarak kalmıştır. ‘Yiğit askerdi. Kıymeti bilinmedi’ inancının Korkut Eken’den Temizöz’e çeşitli asri savaşçılar için aynı çevrelerce kullanıldığını biliriz.

Şimdi bu utanç verici durum karşısında Özalp’in DTP’li Belediye Başkanı, kışlanın karşısına, öldürülen köylüleri simgeleyen bir ‘33 Kurşun Anıtı’ yaptıracağını açıkladı ya, Ertuğrul Özkök elbette hemen devreye giriverdi: ‘İlçedeki jandarma garnizonuna, 1943 yılında 33 Kürt’ün öldürülmesinde sorumluluğu bulunan Mustafa Muğlalı adlı bir komutanın adı verilmişti. O bölgede bir garnizona bu isim verilmeseydi daha iyi olurdu.
Ancak şimdi Özalp’ın yeni seçilen DTP’li belediye başkanı, bu garnizonun çıkışında bir yere öldürülen kişilerin anısına bir anıt dikmek istiyor. Askerler de buna karşı çıkıyor ve ilçede bir gerginlik yaşanıyor’ deyip Belediye Başkanı Murat Durmaz’a bu ‘tehlikeli ve gereksiz şov’dan vazgeçmesini salık veriyor.

Hayır efendim! Barışın yolu unutmaktan geçmez. Resmi bunaklığın üzerine kurulan barış, asla kalıcı olmaz. Askere, ‘o ad verilmeseydi iyi olurdu’ kadar bir sitemi yeterli bulan Özkök’e gereken cevabı Durmaz vermiş: ‘Tehlikeli bir iş yaptığımı belirtmişsiniz. Tehlikenin ne olduğunu köşenizde açıklayın... Şov yapıyorsun demişsin. Bu şov lafını 2004’te kışlanın ismi değiştirilip, Mustafa Muğlalı ismi verilirken neden şov yapılıyor demedin. O tarihte biz kardeş değil miydik? ...Bu ilçenin bir bireyi olduğunu, hatta 33 masum insanın torunu olduğunu ve her gün o kışlada Mustafa Muğlalı ismini gördüğünü düşün; Sen unutur musun?’

Hayır! Unutulmayacak! Unutturmayacağız! Kahraman diye tepemize yerleştirilen katilleri asla unutmayacağız!
Bize bunaklık, size fişler dosyalar.
Sen cürmü 70 yaşında katilleri unutmayıp onların adları altında karşıma dikileceksin. Bense senin aracı kullanarak ya da dolaysız uyguladığın zulmü unutacağım.
Bunu de birlik beraberlik-uzlaşma barışma adına yapacağız. Sen barış adına bir adım geri çekilmeden, hâlâ bana sopa göstereceksin. Ben kardeşlerimi öldürenleri, yakınlarımı işkenceyle sakat edenleri bir çırpıda unutacağım.
Unutan hep ben olacağım. Zamanı gelince belleksizliğimden yakınansa sen. Yok öyle yağma! 


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam