05/05/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Bazen karşınızda birbirinden çok farklı gibi duran oysa birbirine çok benzer iki olay durur ve siz bu iki olayı karşılaştırmaya kalkarsınız ama sanki bir şeyler sizi tutmaya çalışır, bir türlü karş

Bazen karşınızda birbirinden çok farklı gibi duran oysa birbirine çok benzer iki olay durur ve siz bu iki olayı karşılaştırmaya kalkarsınız ama sanki bir şeyler sizi tutmaya çalışır, bir türlü karşılaştırmaya cesaret edemezsiniz. İki vahşet düşünün, yapılışları hemen hemen birbirinin aynı, tek fark, vahşete uğrayanların kimliğinde saklı olsun. İşte o kimlik farkı, neredeyse her olayı bir başka olayla karşılaştırmayı alışkanlık etmiş olan yüce halkınızın ve yüce yönetenlerinizin bu kez sağır dilsizi oynamasına yol açar. İşin beteri, o meşhur çifte standart apaçık sırıttığı halde sizin de karşılaştırmaya eliniz diliniz varamaz. Çünkü ortada gerçekten büyük bir vahşet vardır ve toplum haklı olarak o vahşete isyan etmektedir, fakat gelin görün ki iki adım ötede aynı vahşetin benzeri, beteri yaşanmıştır ama o toplum alabildiğine duyarsız alabildiğine kördür. Onlar inatla iki olaydan sadece birini gündemde tutmaya çalışırken, sizin içinizi kemiren olaysa ufacık bir üçüncü sayfa haberi olarak kalmıştır. Onlar günlerce haklı olarak o vahşeti tartıştırırken, siz "peki ya o olay?", "iyi de onu da aynı şekilde... hatta..." dersiniz. 

Lafı uzatmanın anlamı yok, son iki ay içinde meydana gelen iki kesik baş cinayetinden bahsediyorum. Biliyorsunuz ilk önce Münevver Karabulut adındaki lise öğrencisi genç kız, sevgilisi Cem Garipoğlu ile buluşmaya gittikten sonra, akşam saatlerinde gövdesi gitar kılıfında, kesilen başı da bir başka poşette Etiler'de bir çöp konteynırına atılmış halde bulundu. Katil zanlısı Cem Garipoğlu hâlâ aranıyor. Tesadüf müdür ne, bir kaç gün sonra Bursa'da aynı şekilde kafası kesilmiş bir insan bedeni bulundu. Medya hemen üzerine atladı, çok geçmeden adli tıptan cesedin bir transseksüele ait olduğu haberi geldi. Herkes sustu. Travestinin kimliği bir yana, kesilen başı dahi bulunamadı hâlâ. Zaten "travesti" kimliği bile cinayetin sadece küçük bir haber olarak kalmasına üzerinin örtülmesine yetmişti.
 
Medyanın gücü
 
Başta da dedim ya, bazı olaylar vardır karşılaştırmaya cesaret edemezsiniz. Hayır hayır birilerinden çekindiğiniz için değil, acıyı bir başka acıyla karşılaştırmayı vicdanınıza yediremediğiniz için. İkisi de aynı şekilde vahşettir fakat vahşetleri karşılaştırmak gerçekten kolay değildir. O yüzden günlerdir bu konuyu yazsam mı yazmasam mı, diye düşündüm. Hatta kendi kendime "bu konu neden sadece benim aklıma geliyor" diye aptalca sorular dahi sordum. Ben böyle kendi kendimi yerken, önce basının birden bire olayı geniş şekilde gündeme getirmesinin ardından gelen sıcak gelişmeler beni biraz daha cesaretlendirdi. Olayın hemen ardından baba Nida Garipoğlu'nu daha önce serbest bırakan mahkeme yayınlar üzerine bu kez tutuklama kararı alarak cezaevine göndermişti. Ortada yeni bir delil olmadığı halde. Daha önce delil olmayan kanlı gömlek medya taarruzu sonucu birden bire delil oluvermişti. Çünkü kamu vicdanı rahatsızdı ve ne gariptir ki, hem bu rahatsızlığı hem de baba Garipoğlu'nun kanlı gömleğini adalet ancak medyanın yayınları üzerine yeniden fark etme gereği duymuştu. İşte medyanın gücü de buydu zaten. Tam da burada "İyi de ya Bursa'da başı kesilen transseksüelin günahı ne?" diye avazım çıktığı kadar bağırasım geldi. O kahreden çifte standardın kahreden acısı her yanımı iyiden iyiye sarmaya başlamıştı artık. Bir şekilde biriktirdiklerimi yazıya dökmeliydim en azından.
 
Takip edilesiler ve açılan kabaklar
 
Yazmaya cesaret edemediğim iki olay aynı acıyla içimde boğuşurken her geçen gün her yeni beyanat bu karşılaştırmayı yapmaya adeta beni dürtüyordu. Önce medyanın çifte standardı derken Celalettin Cerrah ve Milli Gazete yazarı Mehmet Şevki Eygi'nin söyledikleri. Bir tarafta, görüştüğü gazeteciye "Peki o aileye kızlarının neden gece tek başına dolaştığını da sordunuz mu? E, onlar da kızlarını takip etselermiş?" diyen bir emniyet müdürü, öte tarafta, gazetedeki köşesinden "Münevver İstanbul’a geldikten sonra kabak gibi açılmış" diyen bir yazar. Münevver Karabulut niçin vahşice öldürüldü, o travesti niçin vahşice öldürüldü bilinmez ama bu iki zatın beyanatları bu iki vahşetin arkasındaki asıl sebebi de ortaya seriyor aslında. Bu ülkede genç bir kız geceyi geçtik, akşamı geçtik gündüz bile tek başına dolaşırsa, sevgilisi olursa, başına gelebilecek kötü olaylara da neden olmuş olacak aynı zamanda. Mehmet Şevki Eygi'nin demek istediği bir genç kız eğer başörtülü değilse, genç bir sevgilisi varsa ve de üstelik tek başına onunla buluşmaya gidiyorsa zaten her şeyi hak etmiştir. Ben tam da bu noktada Nur cemaati liderlerinden Mehmet Kutlular'ın biricik kızı Vildan Kutlular'ın ölümünü okuyucuya hatırlatmak isterim. Bayan Kutlular başörtülüydü ve uyuşturucudan (altın vuruş) öldü yıllar önce. Bayan Kutlular öldü mü, öldürüldü mü bilinmez ama uyuşturucu sonucu hayatını kaybetmesi bile sadece "kabak gibi açılmış" olanların kötülüklere maruz kalabileceği tezini tek başına çürütmek için yeterli değil mi?
 
Dedim ya vahşetten sonra dökülen inciler, vahşetin belki de ana sebebidir diye. Ne diyorlardı, "eğer kızınızı takip etmezseniz" ve "eğer kızınız örtülü değil de kabak gibi açılmış saçılmışsa" o zaman günün birinde gövdesi ve başı ayrık halde bir çöp bidonunda bulursanız, sakın ha kimseleri suçlamayınız, çünkü zaten siz buna davetiye çıkarmışsınız. Bu önermeden yola çıkıldığında, benim aklıma gelen bilmem ki sizin aklınıza da geliyor mu? İşte Bursa'daki vahşete karşı suskunluğun şifresi de zaten bu önermede saklı değil mi? Genç bir kızın vahşice öldürülmesinin arkasında o kızın hayat tarzı ve kimliğinde suç arayan zihniyetin aynı vahşilikle öldürülmüş bir transseksüelin kimliğinde varsayımına destek olacak o kadar çok sebebi var ki? Ve o zihniyet günlerdir beni ne kadar çıldırttı bilemezsiniz. Hani yazmasam kahrımdan çatlayacaktım. O derece yani. 


Etiketler: medya
İstihdam