15/12/2016 | Yazar: Rahmi Öğdül

Çıplak bakışın yalıtıp ayrıştırdığını sanat ilişkilendiriyor, buzlu cam gibi. Henüz eksik olan halk buzlu camın ardında; bizi çağırıyor.

Nesnelere buzlu camın arkasından bakmışsınızdır mutlaka. Ne görmüştünüz? Sınırları bulanıklaşan ve uzamın içinde titreşerek çoğalan nesneler. Çıplak bakış mı yoksa buzlu cam mı? Hangisi bize gerçeği gösteriyor? Çıplak gözle göremediklerimiz o kadar çok ki. Göz merkezli bir kültürde göremediklerimiz kültüre dahil değildir. Varsa yoksa çıplak gözle görebildiğimiz, birbirinden ayrı duran, nitelikleri ve konturlarıyla kimliklerini tespit edebildiğimiz, tanıyıp adlandırdığımız ve sınıflandırdığımız nesneler. Sınırları bulanıklaşan nesnelerin uzay içinde titreşerek yayıldıkları ve başka nesnelerle ilişki kurdukları gerçeğini çıplak göz saklarken, görmenin önünde bir engel olarak düşündüğümüz buzlu cam titreşen nesneleri görünür kılabiliyor.

Albert Einstein, 1948 tarihli ‘Atom Fiziği’ başlıklı filmde madde ve enerji hakkında söyledikleri nesnelere bakışımızdaki kırılmayı temsil ediyordu: “Kütle ve enerji, aynı şeyin farklı dışavurumlarından başka bir şey değildir.” Nesneler sadece kendilerini kütle olarak dışa vurmuyorlar, yoğunlaşmış enerji paketleri olarak titreşimler halinde de yayılıyorlar uzamda. Bedenler de öyle. Bedenleri konturlarının içine kapatıp cüsseleri kadar yer kaplamalarına çalışsalar da bedenler enerjiye dönüştüklerinde, kaos kuramının meşhur kanat çırpan kelebek örneğindeki gibi, dünyanın öbür ucunda bir kasırgaya yol açabiliyorlar.

Einstein da bize hak veriyor

Ne tuhaf, kendimizi bir kütle olarak tanımlamak hoşumuza gidiyor ama bu kütlenin formunu yitirerek enerjiye dönüşebileceğini ve yeryüzünü boydan boya geçerek başka bedenlerle titreşime geçebileceğini düşünemiyoruz bile. Einstein da bize hak veriyor: “Vasat akıl için oldukça yabancı bir kavram.” Formumuz bozuluyor çünkü. Aynanın ya da fotoğraf makinelerinin karşısında takındığımız pozlarla yaşamın içinde de var olabileceğimizi sanıyoruz. Ama yaşamın içinde hareket ettikçe formdan forma geçtiğimizi bize dışarıdan bakanlar görebiliyor ancak. O halde çıplak bakış, hem nesnelere hem de kendi bedenimize dair yanlış bilgiler içerebiliyor.

Kütle yerçekimine yenik düşerken enerji, bir akış olarak yeryüzünü ve evreni boydan boya katedebilir Yerçekimi, siyasal iktidarın da en sevdiği çekimdir. “Milli ve yerli” nitelemesiyle ulusal sınırlar içine kapatılmak istenen bedenler, toplumsal yasalarla pekiştirilmiş yerçekimi yasasına boyun eğdirileceklerdir. Yerçekiminden kurtulmaya çalışan Sovyet Konstrüktivistlerin biçimleri de, iktidarın toplumsal yerçekimine yenik düşmüş ve Stalin tarafından tekrar yere çivilenmişlerdi. Tatlin’in uçan bisikleti, Rodchenko’nun havalanan figürlerden oluşan kolajları, sabitliği temsil eden ev yaşamına saldıran Mayakovski’nin şiirleri ve yerden kurtulup, adeta havalanan Konstrüktivist mimari. Sitüasyonistleri, özellikle de Constant’ın projesini anmadan geçmeyelim; psiko-coğrafyanın ütopist bir kent projesi olan Yeni Babil’in mimarisinin de yerle ilişkisi kesilmiştir.

Çıplak göz yalıtıyor

Bir zamanlar “eksik olan halkı” çağıran ya da icat etmeye çalışan sanat şimdi yerini, yerçekiminin değerlerine, mevcut olana, tüm önyargıları, kara töreleriyle geçmişin karanlık örtüsünü günümüze taşıyan, “milli ve yerli” mevcut halka yönelik sanat anlayışına bırakmak üzere. Yeter ki sergimize insanlar gelsin ve hoşça vakit geçirsinler diye sergi alanını lunaparkın ya da mahalle aralarındaki oyun parklarının bildik nesneleriyle, klişelerle doldurmayı bile ciddi ciddi düşünebiliyorlar. Geleceğe dair umutlar tükenince giderek daha fazla gömülüyoruz yerin içine ve mevcut şeyler düzenine.

Çünkü çıplak gözle bakıyoruz, çıplak göz yalıtıyor. Titreşen bedenleriyle “henüz eksik olan halk” buzlu camın ardında bizi bekliyor; titreşen ve birbirine dokunarak, yeni karşılaşmalar, buluşmalarla yeni olanı ortaya çıkaracak kudretli bir halk. Sanat da buzlu camdır. Deleuze, Paul Klee’ye atıfta bulunarak, “Sanat, henüz eksik bir halkı bekleyen, çağıran şeydir” diye yazdığında iktidar tarafından önyargılar ve klişelerle kirletilmiş çıplak bakışa değil, sanatın gösterdiklerine güvenmemizi istiyordu. Çıplak bakışın yalıtıp ayrıştırdığını sanat ilişkilendiriyor, buzlu cam gibi. Henüz eksik olan halk buzlu camın ardında; bizi çağırıyor.


Etiketler:
nefret