24/07/2012 | Yazar: Hande Çayır

Dün de bir haber okudum. Travestiler deprem bölgesindeki evlerde kalıyorlarmış. Kimse kalmıyormuş orada ve onlara vermişler. Niye bundan, topluca utanmıyoruz? Cenaze gibi, doğum günü gibi, böyle şeylerden utanma günleri neden yok?

Bir Cumartesi daha geçti. Bütün gün film kurgusu ile yapış yapış… Arada kalk; bulaşıklarla ilgilen. Sonra otur. On yedinci dakikadaki alt yazıyı düzelt. Sonra biraz yerleri sil. Olmadı. Git ve kayıp dosyaları bul. Yok yok… Evde olacak gibi değil. Kalk kızım, çık dışarı…
 
Yüz yüz yüz… Her kulaçta aklına bin bir hikâye gelsin. Ayrı ayrı boğuş. Geçecek. Olacak. Bitecek. Çıktın mı? Şıp şıp… Hala mı bitmedi gün? Bir film izle… Hani, sana söylemişlerdi ya, izle diye… Gözüne o yüzden çarptı işte! Bak bakalım ne çıkacak içinden? Mısır ve kola ritüelini de yaptın. Tebrikler! (Documentarist’in mısır yerine erik yedikleri fragmanlarını* hatırla! Olsun. İhanetin bu kadarına izin var. Bahanen hazır. Cumartesi ve ufukta yine kimse yok.)
 
Film bitti. Sıcak… Arkada oturan sevgilileri saymazsak filmi neredeyse tek başına izledin! Bunu mu kutlayacağız? Kutlanacak şey mi kalmadı? Evet, kalmadı…
 
Yavaş yavaş yürü eve doğru… Yoldaki köpeğe gülümse. Valenin yanından geçerken saçını düzelt. Islaksın. Elinde kitabın var. Mısır tadı… Saat ilerlemiyor.
 
Müzik… Müzik var! Dans etmek istiyorum! Nereden geliyor o ses? (Beyaz tavşanı takip et Hande!) Kapıda papyonlu korumalar var.
 
-          Pardon, ben, müziği duydum da… Burası neresi?
-          Cahide…
-          Özel bir şey yoksa girebilir miyim? Yani, yüzdüm ve eve gidiyorum ama…
-          (Pam pam pam. Kulaklıkla yapılan bir iki hoş hareket…)
-          İçeri bir hanımefendi geliyor, ilgilenin lütfen.
-          (Sevindim; çünkü girmeme izin vermezler gibi gelmişti. Cumartesi gecesine hiç uygun değildim. Kalıplar… Nasıl uygun olacaksın ki? “Ah, tamam, sağa kay, sola çek, tam Cumartesi gecelik oldun!” duygusu mu gelecek? Var işte bu kalıplar… Ürkek güvercin olup turist şapkam ve topuksuz ayakkabılarımla ve az önce vücuduma da klor değmiş… Yakın zaman önce de Vakko’nun Istancool 2012’sinde basın gelecek diye kaldırıp arka sıraya oturtmuşlar beni ve gelmemiş basın; üç süslü hanım oturmuş, herkes şovunu yapmış, gitmiş… Neyse bu minik travmalarla sordum işte!)
-          Girebilir miyim?
-          Tabii.
-          (Hey! Alımlı bir gülümseme ışıl ışıl yapıyor o an beni… Ya da ben öyle sanıyorum.)
 
Kafalarında minik kırmızı tüllerle modern kına gecesi kutlaması kadınlarını fark ediyorum. Ağır adımlarla dolanıyorum. Rujum? Oh! Yanımda. İlk iş yüzmüş Hande’ye kırmızı ruj sürmek… Şapkamı çıkarmadım. Yine uzaylıyım.
 
Dans ettim tek başıma. Şarap içtim bir başıma. Sigaralarım etraftakilere çok ilginç geldi.
 
-          Tütün bu evet.
-          İyiymiş.
 
Geceye dair hatırladığım en güzel şey Drag Queen’lerdi. Her masaya gidip fotoğraf çektiriyorlardı. Biraz da atışıyorlar tatlı tatlı… Kostümlere bakmaktan kendimi alamıyorum. Jartiyer güzel şey… Apartmanların üzerinde yürüyor gibiler… Çok güzeller… Club* Wotever’ı özlüyorum. Bir an düşünüyorum. Eğlence sektörü ne yapacak Drag Queen’ler olmasa? Kahkahalar… Sınırların azalması… Renkler… Ruhum… Sıkıntısı biraz azalıyor. Buluyorum bir direk. Dans ediyorum kendimle.
 
Drag Queen’ler yanıma gelmiyor. Tüm masalara gittiler. Adamların kadınlarına takıldılar. Derken… Geldi bir süper Queen. Sert sert bakmaya başladı. Yalnızken güçlü durmak daha zor geliyor. Bir o kadar da gerekli. Neyse, karşısında dans etmeye başladım. Sert ifadesi azaldı. Zaten muzırca bakıyordu. Sonra gülümsedi. Etkilemek için artık nasıl döktürdüysem…
 
-          Güzel dans ediyorsun ablam!
-          Sen de…
-          Ama bu benim işim…
-          (Gülücük, gülücük, gülücük…)
 
Oh be! Bu kısmı da atlattık. Cahide’de çalışan bir yönetici geldi sonra. Konu açıldı.
 
-          Memnun musunuz işinizden?
-          (Çok memnunum; nerede akşam, orada sabah diyecek diye beklerken…)
-          Ekmek parası…
-          Doğru…
 
Sonra işte… Zaman geçiyor. Meraklı bakışlarım… Girilmez’e giren halim… Cumartesi gecesini kendimle kutlayışım…
 
Ve Drag Queen’leri süs gibi görme hali her yerde… Yani, egzotik bir şeye yaklaşır gibi ve “Hmm, acaba…” bakışları, ilgi dolu da olsa… Düşündürüyor beni… Küstürüyor biraz…
 
Dün de bir haber okudum. Travestiler deprem bölgesindeki evlerde kalıyorlarmış. Kimse kalmıyormuş orada ve onlara vermişler. Niye bundan, topluca utanmıyoruz? Cenaze gibi, doğum günü gibi, böyle şeylerden utanma günleri neden yok?
 
Bir diğeri, eşcinsel arkadaşıma oldu. Seksen yaşındaki ev sahibi “Çık, git!” diyormuş. “Sebep?” dedim. “Sebep yok!” dedi. “Bazen dans ediyoruz.”
 
-          Dolma mı yapsak?
-          Ne dolması?
-          Teyzeye veririz.
-          Ee?
-          Ya işte, bir şey demez belki o zaman.
-          Of!
 
Sevgili yollar…
 
Siz beni yaşatmamak için direnirken ben de size inat Emma Goldman’ı hatırlıyorum ve şarkımı söylüyorum: “Dans edemeyeceksem bu benim devrimim değildir!”
 

Etiketler:
nefret