16/05/2016 | Yazar: Selçuk Candansayar

Bu can kırımında, bu kargaşada, bu bilinmezin ürkütücülüğünde ruhlarımız varoluşlarının kaynağındaki eksiklik hissiyle çatırdıyor. Bütün korkuların anası olan o ilk korkuyu, eksik olmayı, eksik olarak doğmuş olmayı yeniden yaşantılıyoruz.

Kıyım zamanlarında yaşıyoruz. Hayatın ne getireceği belirsiz. Öngörülemezlik girdabına kapılmış savruluyoruz. Gerçekten yağıyor üzerimize roketler ve her köşe başında her an patlayacak bombanın tekinsizliğindeyiz.

Kalabalık içinde olmak tehditkâr, yalnız kalmak güçsüz kılıyor. Çevremizden akıp giden her yüz, karşımızdan gelen her beden düşmancıllaşıyor. Saklanıp, korunmak istediğimizde ise yalıtılmış bir kimsesizlik daha da ürküntü doğuruyor ruhumuzda.

Bu can kırımında, bu kargaşada, bu bilinmezin ürkütücülüğünde ruhlarımız varoluşlarının kaynağındaki eksiklik hissiyle çatırdıyor. Bütün korkuların anası olan o ilk korkuyu, eksik olmayı, eksik olarak doğmuş olmayı yeniden yaşantılıyoruz.



Eksikliği doyarak tamamlamak, tamda doyma anında aslında ne kadar muhtaç olduğumuzu işlemişti ya derinlerimize; arzumuz doyurulmuş olmaktan doğmuştu. Bizi besleyen ve tamlık duygusu veren, eksiği kapatma imkânı sağlayandan doğan arzumuz gücümüzün de kaynağı olmuştu. Doydukça yanılsar, büyür; aç kaldıkça eksiklikle kırılırız.

Sonra doymamızı belirleyenin yasasına tabi oldukça, o güç karşısında ezildikçe arzumuzdan doğan aklımız bize bir yol açmaya başlar. Aklımız bir kere akıl olduğunda kendini kuran arzuyu dönüştürme ya da bastırma olanağını da buluverir.

Güç, her zaman bastırıp, yok say der. Akıl ise kendinde bir devrim yaparak kendini kuranı dönüştürmek imkânı taşır. Güç, arzudan vazgeçmeni sağlamaya çalışır. Çünkü bu yolla ona tabiyetin hep sürer. Oysa akıl, arzusunu dönüştürerek güçten kendini özgürleştirebileceğini bilmeye başlar. Bilmek, düşünebilmektir.

Bu yüzden arzu, ilksel eksikliğin içinde tutar ve hep bir tamamlanma arzusuna dönüşür. Akıl ise değişebileceğini ve değiştirebileceğini bilme imkânını barındırır.

Zamanımız gibi can kırımlarında akıl, bilinmezin korkutuculuğunda erirken arzu bir tür hayatta kalma arzusuna dönüşür. Hayatta kalma arzusu ise dolaysızca doyurulmayı belirleyen gücün tahakkümüne yöneltir.

Bir aklı olan birey, grup, örgüt olmaktan çıkıp, bir arzunun esiri olan sürüye dönüşmek kolaylaşır. Bombalar patlarken, hiç canı yanmayanın, kendisini en iyi koruyanın yanına yöresine sokularak hayatta kalmaya çalışır insanlar.

Oysa akıl bir kere kurulduğunda arzu ile olan etkileşiminden düşünebilme becerisi kazanmıştır. Düşüncelerinin arzuya olan köleliğinden onu özgürleştiren ise umuttur.

Bu yüzden umut düşünen aklın ürünüdür. Arzu ise eksiklik hissinden doğan duygu.

Umut, tamamlanmak değil degiştirmek ister öyle olmasından gelir devrimciliği. Arzu, tamamlanmaya çalıştığından aslında hep eksiktir, bu yüzden de hep bir güce tabi olarak kalır, o güçle çatıştığında bile.

Arzu, korkuda eridikçe bir cennete ulaşma mucizesini hayal etmekten kendini alamaz, eylemden koparıp edilgenleştirir. Bu yüzden de biteviye hayalkırıklığına bulanmış bir hüzünle boğar ruhumuzu.

Umut ise bu dünyanın işidir. Örneğin bir ceviz fidanı dikmek ve onun büyüyüp, büyümediğini görüp göremeyeceğinle ilgilenmeden her sabah onunla günaydınlaşmak, hal hatır sorabilmektir.

Birlikte bizleşerek umut edebiliriz, yalnız değiliz, güce tabi değiliz, bir araya gelebiliriz.


Etiketler:
nefret