10/07/2012 | Yazar: Hande Çayır

Çiçi altı aydır benimle. Şu an bir buçuk yaşında. Duman renginde. Dolabın içine girip ayağını striptiz yapar gibi uzatıyor. Yavaş hareket ediyor. Kristal kumu seviyor. Başka kum alınca protesto etti.

Çiçi altı aydır benimle. Şu an bir buçuk yaşında. Duman renginde. Dolabın içine girip ayağını striptiz yapar gibi uzatıyor. Yavaş hareket ediyor. Kristal kumu seviyor. Başka kum alınca protesto etti. Tekrar kristale döndük.
 
Çiçi benimle yaşamadan önce, bir malikânedeydi. O dönem, çocuk sahibi olamayan bir çiftin bebeği gibi olmuştu. Bir sürü oyuncağı vardı. Sonra, o aileye bir bebek geldi. Çiçi böylece benim fakirhaneme düştü.
 
İlk günler konuşmadı hiç. Saklandı ve küstü. Geceleri ağladı. Ben de, “nereden çıktı bu şey şimdi” gibi hissettim. Birbirimize alışmamız ve aynı eve konan iki canlının ne yapacağını bilememesi acemiliğini üç günde attık.
 
Çiçi’nin adını ben koymadım. Prenses Pintiri Çiçi’ydi adı. İngiliz kedisi diye tanıttılar. Şu an bazen severken “pandam”, “baykuşum” diyorum. Kaybolursa, Çiçi diye sesleniyorum. O sese geliyor.
 
“M” ekinden endişe duyuyorum.
 
İlk geldiğinde boynunda ip vardı. Bir arkadaşım “kolyesi” ne güzelmiş dedi. Bunu, başka bir arkadaşıma anlatırken “tasma yerine kolye” diyor dedim. Çok güldük. Sonra çıkardım. Neden bir iki ay kaldı ki boynunda? Bir bahane her zaman bulabilirim.
 
Neyse, Çiçi’nin “asil kedidir” sunumu oldu bana emanet edilirken. Sonra, bir arkadaşımın kedisi doğurdu ve şu cümleleri yazdı:
 
“Dün itibariyle kedim doğurdu ve beş dene bebe yaptı... Hepsi hayatta kalmayı başardı... Çünkü kedi ebesi B.S. ve ben profesyonellikte kusur eylemedik. Ayrıca C.P.’nin lojistik desteği olmasaydı, bu işin üstesinden bu kadar büyük bir başarıyla gelemezdik... Dördü erkek biri dişi... Aralarından birisi çok asi ve başına buyruk… Ona ben bakacağım, adını da Marx koyacağım J Biraya da alışırsa, “işte kedi budur” diyeceğim. Bir tanesinin sahibi var, lakin geriye üç tanesi için yuva aramaktayım. Cinsi ne diye sormayın, cinsinize başlatmayın. Üstün ırk bir kedi beslemeyeceğimi beni tanıyan bilir! Velhasıl, ana sütünü emmeyi bıraktıklarında yavru kedi isteyen, yavru kedi isteyen ahbabı olan benle kontak kursun... İlginiz için teşekkürler efem... Sağlıcakla...”
 
Bu cümleleri çok sevdim.
 
Dün Çiçi, bunalımda olduğu için ve hep pencereden baktığı için dışarı çıkmak istiyor diye düşündüm. Kucakladım ve çıktık. Sevgilisi de olsun istiyordu. Çıkınca travma yaşadı. Kuşlar, başka kediler, sesler… “Eve dönelim” der gibi tırmaladı. Bu sırada, Çiçi’den dolayı herkes benimle konuşmaya başladı. Onu çok sevdiler. Kaç yıllık insanım, ilk defa böyle yaklaştılar.
 
Şimdi sonuçlar şöyle:
 
—    Çiçi bir malikâneden fakirhaneye düşmüştür.

—    Çiçi sebebi ile “ye kürküm ye” gibi bir his yaşadım.
—    Yolda bir kadın, kısırlaştırın tavsiyesi verdi. Tavsiye istemeden… Ben cinsel hayatı olsun istiyorum. Çiçi’nin bedeni Çiçi’nin kararı… Parktaki kedileri isteseydi, izleyecektim.
—    Birileri “tasma” diyor, birileri “kolye…”
—    Bebek sahibi olunamıyorsa kedi sahibi olunur. Bebek gelince kedi gider bazen.
—    Sosyoloji mezunu kedisine Marx adını koyuyor. Sanat ve tasarım okuyan, Magritte esintili bir kavram denemesi olarak, bu bir pipo değildir’i hatırlıyor ve bu bir kedi değildir’e soyunuyor ve ona baykuş, panda diyor.
—    Bizi biz yapan tam olarak nedir?
 
Yukarıdaki cümlelerden ikisi sonuç değil. Bulmaya eğilim gösterenler “M” şıkkını işaretleyebilirse ALES’ten on yüz bin milyon baloncuk hediyesi olacak. 

Etiketler: yaşam
İstihdam