17/01/2011 | Yazar: Erdal Partog

Reel politik bir mecradan bakıldığında aslına rücu etme meselesini cinsiyet normları üzerinden okuyabiliriz. Bu anlamda cinsiyetin bir inşa olduğunu söyleyen J.

Reel politik bir mecradan bakıldığında aslına rücu etme meselesini cinsiyet normları üzerinden okuyabiliriz. Bu anlamda cinsiyetin bir inşa olduğunu söyleyen J. Butler bu temellendirmesini sezgileri ile değil düşünsel felsefi bir geleneğin üzerinden türetir. Spinoza’dan Hegel’e geçmek siyaseti, politikayı ve kimlikleri bu çizgide gündemleştirmek hiç de kolay değildir. Çünkü cinsiyetin bir inşa olduğu savı Feminist ve LGBT hareketi için oldukça hararetli bir konudur.
 
Queer teorisinin bir parçası olan J. Butler, kimlik süreçlerinin çatışma ve gerilime açık olduğunu, kimlik versiyonlarının politik açıdan oldukça sinsi olduğunu iddia eder. Bununla beraber Butler, cinsiyete dair doğal görünen olguları çeşitli bilimsel söylemler tarafından başka bir takım siyasi ve toplumsal çıkarlar uğruna söylemsel olarak üretilebileceğini belirtir.  Bu sorulara karşılık cinsiyet normlarına takılmadan siyasi ve felsefi bir çözümleme hattını izleyerek cinsiyet kimliğinin hangi süreçleri izlediğini ve hangi türevleri neye karşı konumladığını çözümlemeye çalışır.
 
J. Butler, bazı kimliklerin kimlik yapıcılığı sürecinde kimliklerinin olgunlaştığına ve hazır değişmez bir mutlağa eriştiklerine olan mutlak kabulü reel politik bir alanda düşünür. Ancak bu reel politik alanın normatif olmadığını, kimliklerin perforeme edilebilen ve farklılaşabilen siyasi, felsefi ve politik açılımları olduğunu gündeme getirir. Bunu yaparken Hegel’in geçiş ve oluş süreçlerine odaklanır. J. Butler’ın kimlikleri felsefi ve siyasi anlamlandırma çabası bazı Feminist ve LGBT aktivistleri tarafından yanlış okununca kimlik meselesinin çatışmaya ve gerilime açık siyasi politik yanını tartışmak birden zorlaşır. Bu tartışmalar sürecinde doğal olarak Feminist ve LGBT hareketi içinde kimi kopmalar da yaşanır.
 
Bazı çevreler kimlikleri eleştirmek ile kimlik süreçlerini eleştirmeyi birbirine karıştırır. Kendine kadınım ya da lezbiyenim diyen birinin kadın olup olmaması tartışma konusu değilken sanki queer teorisi bunu tartışıyormuş gibi bir imaj çizilir. Kadın ya da lezbiyen olmanın praksis bir felsefe içinde türevlerini tartışmak kadın ya da lezbiyen olmanın yapı-sökümünü yapmak mutlak kabul edilen kimliklerin özgüvenini sarsar. Bu sarsıcılık karşısında feminist ve LGBT hareketi içinde farklılaşmalara neden olurken queer teorisi kendini somutlamaya başlar. Ancak bu tartışmalar maalesef Türkiye’de yeterince derinlik kazanamadığı gibi aksine queer karikatürize edilmeye de başlanır. Bu karikatürize etme biçimi iki yönlü gerçekleşir. Birincisi bu durum karşısında karşı atağa geçen bazı aktivistler  Queer’i akışalım kokuşalım meselesine indirger. Sanki cinsiyet bir inşadır cümlesi ile cinsiyet yoktur cümlesi aynı şeyi imlermiş gibi algılanır. İkinci yön ise yine bazı aktivistlerin kendilerini queer olarak tanımlaması bunu da kendilerini hiçbir cinsiyet koduna koymadan yapmasıdır. Yani queer teorisini nihilist bireysel bir çabaya dönüştürmesidir. Bu nihilist queer yaklaşımı da birincisinde olduğu gibi queer teorisi ile uzlaşmaz. Böylece hareket içindeki insanların birbirini anlaması oldukça güçleşir. Tabii ki bu birbirini anlayamazlık, siyasi ve felsefi düşünsel emeğin herkes tarafından eşit bir dil kodlaması şeklinde zihinlerde karşılığını bulmaması ile ilgili başka bir probleme de işaret eder. Dilin insanlar için anlaşmanın bir ürünü olmaktan çıkıp reel politik anlamın muhtevasına kayması anlaşamamanın bir ürününe dönüşmesine neden olur. Sorun kimlikten dile kayar. Ancak her iki sorunsalı çözümlemek yine düşünsel aklın eleştirelliğine kalır.
 
Kimliklerin performatif olduğunu, aslında cinsiyetin de diğer kimlikler gibi kazanılan bir kimlik olduğunu söylemek tabii ki yeni bir şey değildir. Ancak cinsiyetin de inşa edildiğini söylediğiniz andan itibaren kurulmuş bir kimliği politik olarak karşınıza almış oluyorsunuz. Bazı feminist ve lgbt aktivistleri bulundukları konum itibariyle bu duruma yüksek perdeden itiraz etmesi de kaçınılmazdır. Hali hazırda toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği meselesi üzerine kafa yoran bu kesimlerin, birilerinin çıkıp cinsiyet bir inşadır demesi reel politika anlamda bu kesimleri çilden çıkarabiliyor. On yıllardır kadınların, geylerin, lezbiyenlerin ve bütün yok sayılan kimliklerini hâkim kimlik kalıplarını koruma ve oluşturma çabalarına karşı birden birilerinin bu süreci yok sayması anlaşılması zor bir durum yaratabiliyor.  Ancak temel sorunun bu kadar hâkim kimliğe karşı savunulan yeni kimliğin kendisini kurarken kendini bir aslına rücu şeklinde tarihsel olarak konumlamasıdır. Aslına rücu eden cinsiyet politikaları ister istemez cinsiyeti olmayanı dışarıda bırakır. Cinsiyetli olmak demek cinsiyetsiz olanı içerdiğinden birinin tarihselliği değerinin tarih dışılığını bize anlatır.
 
Bugün halen cinsiyeti düşünürken çift anlamlı ya da çoklu düşünmek yerine tek anlamlı düşünmeye devam ediyoruz. Kadın olmak kadın deneyimlerini paylaşmanın önemli olması ile kadın kimliğinin ötekinin yani erkeğin yarattığı bir kimlik süreci olduğunu da gözden kaçırmış oluyoruz. J. Butler kadınların reel politika içinde kendilerinin nasıl temsil edeceklerini sorgulamalının yeterli olmadığını bunun yanında kadınları kurtuluşa götüreceği varsayılan iktidar yapılarının nasıl yeniden üretildiğini ve kısıtlandığını da tartışmaları gerektiğini söyler. Cinsiyeti yeniden düşünen onun yok olduğunu politik olarak söylemek olmadığını ama cinsiyet rejiminin bir süreç olması dolayısıyla tanımlı olmadığını da felsefi olarak tartışmaya açmak gerekir.
 
Kimliklere, özelde cinsiyete dair güçlü felsefi çözümlemeleri olan bir teoriyi rafa kaldırmak, onu anlamaya gayret etmemek siyasetin reel politik alanına çekilip kimlik mücadelesini bilindik çatışma ve gerilim ortamına terk etmektir. Siyasi partilerin kimlik algılaması ile Feminist ve LGBTT hareketinin kimlik algısı reel politik düzlemde aynı zeminde kendine alan açmaya çalışıyorsa burada durup düşünmek süreci analiz etmek gerekir. Bu anlamda queer teorisinin cinsiyeti tekrar düşünmeye bizi davet etmesi, beraberinde reel politik tüm süreçleri de masaya yatırmamız anlamına gelebilir. Kürtlerin özerklik talebinden ılımlı Müslümanların asrısaadet talebine kadar her kimliğin bir temsili yanı bulunurken aynı zamanda iktidarı yeniden diğer öznelere karşı üretiyor olabiliriz. Cinsiyetin, Türklüğün, Kürtlüğün ve Müslümanlığın bir inşa olduğunu bir yapıcılık melesi olduğu oranda bir yıkıcılık meselesi de olduğunu siyasi ve felsefi olarak reel politik örnekler üzerinden okuyabiliriz.
 
Bu anlamda queer teorinin praksis bir felsefe içinde yer edinebilmesi için hem feministlerin hem lgbtt’lerin akdemi ile barışması akademisyenlerin de aktivistleri ikna edebilecek bir dili tutturması gerekir. Bunun dilini kurmak en az queeri anlatmak kadar zor bir süreci beraberinde getirse de cinsiyeti yeniden düşünmek beraberinde kimliği tartışmaya açmak düşünsel aklın insan potansiyellerini sınırlarını aşmasının göstergesi olacaktır. Duygusal aklın reel politik alandaki kimlik siyasetinden düşünsel aklın siyasi ve felsefi kimlik algısına doğru reel politikayı bükmek insanın zihin yapısının gelişimine uygun görünüyor.


Etiketler:
İstihdam