14/09/2012 | Yazar: Nurhayat Köklü

Medeni/uygar bir toplumun önkoşulu olarak ise heteroseksüel tekeşlilik bir norm olarak belirlenmiştir ve modern toplumun uygar insanlarının tek ve en doğru, -olması gereken- seçeneği haline getirilmiştir.

Geçenlerde haberlerde öylesine dolanırken Brezilya’dan Üç Kişilik Aileye Vize (bkz.) başlıklı bir haber dikkatimi çekti. Eşcinsel evlilikler hakkında konuşurken araya hep çoklu evlilikleri de eklemekten beri durmadığım için dürüst olmam gerekirse, dünyada böyle bir oluşun gerçekleşmesi oldukça hoşuma gitti. Sosyal Bilimler terminolojisinde Poligami, yani çokeşlilik bir toplumsal formasyon ve insan ilişkileri biçimi olarak zaten mevcuttur ve üzerinde epeyce antropolojik çalışma vardır. Ancak ne var ki çoğu zaman bir erkek ve iki ve daha fazla kadın olarak karşımıza çıkmıştır ve premodern, ataerkil toplumlarda görüldüğü algımıza yerleştirilmiştir. Medeni/uygar bir toplumun önkoşulu olarak ise heteroseksüel tekeşlilik bir norm olarak belirlenmiştir ve modern toplumun uygar insanlarının tek ve en doğru, -olması gereken- seçeneği haline getirilmiştir. Ancak, Foucault pek çok çalışmasında bunu iktidarın bir ekonomisi olarak ele alır ve buradan itibaren üzerinde kafa yormaya başlar.
 
“Heteroseksüel tekeşlilik iktidarın ekonomisidir” argümanını biraz daha ayrıntılandırmakta yarar görüyorum. Yine Foucault’yu takip ederek bu bakımdan iktidarın iki yönlülüğünden söz etmek faydalı olacaktır. İktidar bir taraftan bir insanı dışarıdan baskı altında tutarak, onu yap/yapma, yasal/yasak oyununa tabi tutarak kendisini var eder. Foucault buna negatif iktidar adını verir. Negatif iktidar baskıcıdır, hatta özne için oldukça ıstırap verici bir hale bile gelebilir. Nitekim insanlık tarihi negatif iktidarın aşırı güçlü olduğu zamanlara çok da yabancı değildir. Ancak öte yandan, Foucault iktidarı öznenin kurucusu, varoluş koşulu, özneyi kuran doğru/hakikat makinesi olması açısından da ele alır. İktidarın bu biçimi daha sinsidir, çünkü öznede kendisine bağlılık yaratır, öznenin iktidara tabi olmasına dayanır, çünkü halihazırda öznenin kendisini kurgulaması için ilgili doğruaraç kutusunu sunar. Bu bakımdan, iktidar mefhumu esas olarak özneye dışsal, baskıcı, itaat etmeye zorlayıcı bir güç olarak kurgulansa da bir o kadar özneyi kendisine tabi kılan ve esas olarak özneyi kuran bir oluş biçimidir de aynı zamanda. Foucault özneyi kurmakta olan bu iktidarı ise pozitif iktidar olarak adlandırır.
 
Heteroseksüel, tekeşli modern çekirdek aile ise bu sinsi, pozitif iktidarın özne için kurguladığı en ürkütücü hakikattir bana sorarsanız. Ve aynı zamanda özneyi de bu bakımdan kurgulayadurur. Özne de bu hakikati eyleyedurur. Ancak, modern çekirdek aile, bir taraftan mülkiyetçi ekonominin motorudur. Çünkü toplumsalın yeniden üretiminin ve emeğin yeniden üretiminin alanıdır. Özel alan ve kamusal alan olarak ikiye böldüğümüz/bölündüğümüz modern dünyada, özel alan emeğimizi yeniden ürettiğimiz alandır, en idealize haliyle yorucu bir iş gününün ardından eve döner, yemek yer, dinlenir, duş alır, çocuğumuzla/çocuklarımızla vakit geçirir, sevişir/oynaşır uyuruz. Kısacası ertesi günkü iş gününe hazırlanırız. Kamusal alan ise emeğimizi serbest pazar ekonomisine satarak/emeğimizi tüketerek ihtiyacımız olan nesneleri satın almak için ilgili değişim değerini elde ettiğimiz/“kazandığımız” yer olarak belirlenmiştir. Ancak bu özel alan/kamusal alan dönüşlü çemberinde, özel alana geri döner çocuk yapar ve toplumsalın yeniden üretimini sağlarız. Bunun yanı sıra, çocukları “uygun” şekilde yetiştirerek onları gelecekteki kamusal alana hazırlarız. Hem ‘gerekli’ değerler dünyasını, bir diğer deyişle ilgili toplumsal değerleri öğretiriz hem de ilgili bilgileri öğrenmelerini sağlayarak üretim dünyasına hazırlarız.
 
Bu anlamda, mevcut sistemde bir taraftan emeğimizi satarak metalaştığımız, öte yandan ‘ürettiğimiz’ çocukları benim çocuğum şeklinde mülkümüz, yani bize ait bir nesne haline getirdiğimiz, onları aile iktidarı içinde bir özneye dönüştürdüğümüz modern kurgusu, istisnaları dışarıda tutuyorum, bu yazıyı okuyacak büyük bir çoğunluğun tam da içine fırlatıldığı dünyadır. Ve bizden de aynısının yapılması beklenmektedir. Harici yaşam tarzlarını benimsemek ise kocaman bir toplumu karşımıza almak anlamına gelmektedir.
 
Esasında, Foucault’un demografi biliminin üzerinde bu kadar durması tam da bu nedenden ötürüdür. Doğan insanlar, ölen insanlar, evlenen insanlar, kadın başına çocuk sayısı, kadınların ortalama çocuk doğurma yaşı, eğitim seviyeleri, eğitim seviyesine göre çocuk sayısı, ortalama gelir seviyesi vs… gibi bilgilerin edinimi modern iktidarın toplumsal beden hakkında bilgi edinme, bedenin üretimini analiz etme ve kaydetme, bu bilgiler çerçevesinde gerekli kontroller geliştirme ve bu bilgiler aracılığıyla toplumsalın yönetimini kolaylaştırma çabasından başka bir şeyle açıklamaz. Bir taraftan şimdinin üretim gücünü ve öte yandan geleceğin üretim potansiyelini bilmenin en ekonomik yolu insanların üretimini ölçmek, değerlendirmek, analiz etmek, bir öngörüde bulunmak ve tüm bunlar sayesinde kontrol altında tutmaktır. Bunun için, yani mevcut ve potansiyel emek değerini kontrol altında tutmak için, emeğin üretimini ve yeniden üretimini aileye bağımlı kılar. Kısacası çekirdek ailede denetim altına alınan insan bedeni, toplumsal bedeni kontrol altına almanın da en ekonomik yoludur. Tam da bu nedenle, esas olarak modern dünyada türlü ahlak söylemleriyle kutsadığımız, olmazsa olmazımız olan, anneye yüklediğimiz o dudak uçurtan anlamlar esasen iktidarın mevcut ekonomik ve dolayısıyla politik sistemi korumak için kullandığı siyasetten öte bir şey değildir. Yalnızca özel alanımıza sızdığı için şekil değiştirmiş, daha doğrusu ahlak kılıfına sokulmuştur o kadar.
 
Çekirdek aile aynı zamanda cinsiyetçi rolleri öğrenmenin de en önemli merkezidir. Zaten özel alanın kadınla, kamusal alanın erkekle tanımlanması en başından modern kurgunun ne denli cinsiyetçi olduğunun göstergesidir. Bu bakımdan, modern heteroseksüel ve tekeşli çekirdek ailenin de bir o kadar cinsiyetçi olduğunu bir kez daha söylemek gereksizdir. Kadın ve erkek olmayı da aileden öğreniriz. Kamusal alana çıktığımızda cinslerimiz/cinsiyetlerimiz üstümüze öylece yapışır kalır. Kadın olunca neler yapmamız ve neler yapmamamız, erkek olunca neler yapmamız ve neler yapmamamız gerektiği çok açık bir şekilde kodlanır ve bunlar en başında, ilksel olarak ailede, anne-baba kurgusu vasıtasıyla kodlanır. Mevcut mülkiyetçi dünya düzeninin ve tüm yapısal organlarıyla devlet organizmasının toplumsalı muhafaza etmesinin en önemli yolu özneyi aile, biyolojik bedeni anne-baba kurgusu üzerinden inşa etmektir. Bu heteronormatif aile düzeninin dışında kalanlara ise sapıklık/sapkınlık etiketi yapıştırmak, tam da modern iktidarın işleyiş mekanizmasına tekabül etmektedir.
 
Ancak, şu var ki, modern iktidar kendi kuyusunu da kendisi kazmaktadır. Çünkü hiçbir zaman tamamlanamamıştır. Hep bir eksikliği içinde barındırır. Birbirinden çeşitli arzuları bastırma, yoksayma, göz ardı etme, inkar etme yoluyla kurduğu modern çekirdek aile bir kadının bir erkeği, bir erkeğin bir kadını arzulamadığı ve başka bir arzulama mekanizmasının devreye girdiği an yerle bir olur. İktidar ideal/anti-ideal arasındaki kocaman bir yelpazede bir ideal kurgulama peşine düşer, ancak ne ideali ne de anti-ideali tam olarak bulamamıştır/tanımlayamamıştır/kurgulayamamıştır. Bu anlamda, kendisini kurma gücüne yetkinliği nedeniyle iktidara bağlanan özne de ideal konusunda eksik olacağından ideal/anti-ideal arasında dönüşsel bir çevrim içine düşer. İşte tam bu dönüşlü çevrim anı iktidara karşı direncin de anıdır. Çünkü iktidarın kurgusu kendisine geri döner. İktidarın ideali kurgulayışındaki eksiklik, kendisine yıkıcı bir güç olarak tekrar yansır. Zaten hiçbir zaman tamamlanmamış olma halinin kaosundan yararlanma potansiyelini barındıran özne, iktidara direnç odağı haline gelme imkanını da kendi içinde barındırır. İktidarın içinden iktidarı yıkmaya başlaması an meselesi haline gelir. Kısacası, iktidar bir şekilde kendisine yıkıcı güç olarak geri döner.
 
İşte tam da bu noktada, yazının başında söz ettiğim çoklu evlilikler bu dönüşsel çevrimde iktidarı yıkıcı bir güç haline dönüştürülebilir diye düşünüyorum. Hem ataerkil çekirdek aileye meydan okuması bakımından hem de bir kadın-bir erkek heteronormatif kurgusundan hem de anne-baba-çocuk mülkiyetçiliğinden bir adım öteye geçebileceği için iktidarın boş bıraktığı bir alanı bir direnç odağı olarak doldurabilir. Ancak, ben bu türden bir ilişki oluşuna çoklu evlilik ya da çok eşlilik demek yerine çokaşklılık demeyi uygun görüyorum. Çünkü çokaşklılık evlilik-eş, kadın-erkek, özel alan-kamusal alan kavramlarının da ötesine geçerek herhangi bir biraradalık halini aşkla ilişkilendirir. Üst motifini aşk oluşu ile çizer. Halihazırda Poliamori (bkz. ) başlığı altında bir süreden beri tartışılan bu oluş biçimi, bir insanla kendi cinselliğini kurgulayışı arasında başka bir anlam dünyası kurabilir sanırım. Poliamori bir taraftan cinsiyetçi tabuları, oluşları yıkarken, öte yandan küçük insanın içinde büyümesi için yeni dünyalar yaratma potansiyeline de sahiptir. Birden fazla babanın ya da annenin olduğu bir toplumda modernitenin yapay baba-anne figürü yerle bir olacağından, iktidarın heteronormatif özne kurgusu ve ataerkil yapılar da yerle bir olabilir sanırım. Çünkü çokaşklılığın içini herhangi bir iktidar değil, o oluş içindeki varoluşlar belirler. Tek bir normun doğru/hakikat/yasa olarak dayatılması en başından şiddet olduğundan, çokaşklılık mefhumunun oluş halindeki varoluşlara kendilerinin şekil verebileceği otonom bir alan yaratma olanağı sağlayabileceğini düşünüyorum.
 
Ayrıca, Hardt ve Negri’de Çokluk kitabının en son bölümünde bu konuyu oldukça güzel bir şekilde irdeliyor. Bu yazıya oldukça paralel olduğundan, kısa bir alıntı vermeyi uygun görüyorum.
 
“Bugün insanlar aşkın nasıl siyasal bir kavram olabildiğini anlamıyor, Oysa çokluğun kurucu gücünü anlayabilmek için asıl ihtiyacımız olan şey bir aşk kavramı. Modern aile kavramı neredeyse tamamen burjuva çifte ve çekirdek ailenin klostrofobik kutusuna kapatılmıştır… Sadece sevginizin o noktada sona ermediği, yani aşkın ortak siyasal projelerimizin ve yeni bir toplumun inşasının temeli olduğu anlamına gelir. Aşk olmadan biz bir hiçiz."[1]
 
Aşkı çekirdek ailenin tekelinden çekip çıkardığımız an iktidara karşı yeni bir örgütlenme biçimi geliştirmenin de ufku açılıyor. Hem mülkiyetçi ekonominin motor gücünü hem de ataerkil dünyanın ve hatta ulus-devlet olarak örgütlenmiş siyasalın devamlılığını sağlayan heteroseksüel tekeşli aile yapısını Çokaşklılık (Poliamori) mefhumuyla yıkmak, bozmak, yerle bir etmek, bu bozumu başka diğer direnç mekanizmalarıyla ilişkilendirmek ve iktidara karşı direnç oluşturan farklı oluşlar arasında aşkla bir iletişim ağı geliştirmek, iktidarın yukarıda söz ettiğim çevrimsel döngüsünde kendisine karşı yıkıcı bir silah olarak çevirebileceğimiz yeni bir toplumsal biçim meydana getirebilir. Ayrıca bu toplumsal biçim, pek çok farklı olasılığı da içinde barındırdığından ayrıca önemlidir. Aşkı tek bir oluşa indirgemediğinden ayrıca bir kez daha önemlidir.  
 
“Brezilya’da Çoklu Evliliklere Vize Çıkmış” haberini bir yerlerde anlatırken, oralardan bir ses “Dünyanın çivisi çıktı” şeklinde bir tepki gösterdi. Ve ben de, “Çoklu evlilik çivisi çoktan çıkmış dünyanın çivisini yerine yeniden takmaktır” diyiverdim. Ve şimdi bunu şu şekilde değiştiriyorum: “Çokaşklılık, çivisi çoktan çıkmış dünyanın çivisini yerine yeniden takmanın en aşk dolu yoludur!”


[1] M. Hardt & A. Negri, 2011, Çokluk, Ayrıntı Yayınları, Syf. 365.

Etiketler: insan hakları, aile
İstihdam