02/09/2008 | Yazar: Can Yaman



İstanbul’da havalar son demlerinde kavruluyor. Her yer yapış yapış. Nemli ve ıslak. Terin sadece arzuda tütmediği, nefreti körüklediği gerçeğiyle kanallar, yeni yayın dönemine başladılar. Bunlardan biri, tv8’de yayınlanan Nur Onur’un hazırlayıp sunduğu ‘Adım Adım Çocuğum’ programı. 27.08.2008 tarihli programında beklenen, fakat yaşanmasını arzulamadığım bir olayın gerçekleşmesiyle. Sürmelican ekran başında oturmaya dayanamayıp televizyon binasına gitme sürecini anlatıyor.

Benim annem emekli anaokulu öğretmenidir. Pedagoji eğitimi almış, modern bilimin tüm yapı taşlarını yutmuş bir eğitmendir. Ne yazık ki başarısız diye atfettiği yegâne örnek benimdir. Bunun cinsel kimliğimle ilgili değil, yaşama dair tüm duruşuma bakarak karar verdiği kanısındayım. Şu an özel bir okulda müdürlük yapmakta. Malumunuz tatildeyiz ve tatilde ekran atlamak belki de en zaruri zevkimiz. Bu kanal atlama zevkinde rastladığımız tv8 gerçekliği ise hayatımın tekrarlayan travmalarının bir benzeri. Beni etkileyen program anının canlandığı konu ise çocuk cinselliğiydi. Elbette bu konu konuşulurken ‘sapmalardan’, hastalıklardan bahsetmemek olmazdı.

‘Çocuktur sapar ama endişeye mahal yok, düzelir!’

Öncelikle çocukların rol model algılayışlarına değinen konuk iki uzman, gelişim sürecinde bazı kafa karışıklıklarının olabileceğini söyledi. Ama endişe edilmemesi taraftarıydılar. Ne de olsa çocuk doğruyu bulacaktı. Er ya da geç. Bu zaman diliminde kendi yolunu bulmaya çalışanlarsa ne yazık ki artık iflah olmazdı. Ailelerden gelen yoğun faks ve mail yağmurunda, özellikle çocukların kimlik arayışındaki duruşları endişe vericiydi. Sonuçta konu çocuklarımızdı. Geleceğimizdi.

Geleceğimizi tetikleyen ya da tehdit eden her şeyden haberdar olmamız, önlemimizi almamız gerekliydi. Yüzyıllar boyunca bu, en asli görevimizdi. Hem de en zalimce koşullarda yerine getirdiğimiz bir görev. Zaten bu sayede aile değerlerimizi koruduk. Bunun post modern eskizlerinde yaşanan TV’lerdeyse yansıyan sadece yanılsamalardı. Nur Onur’un sunduğu bu programın iyi niyetliliğiyse tartışmalıydı. Çünkü onun ve onun gibilerin çocuklarımıza vaat ettiği dünyada, eşcinsellere yer yoktu. Olsa dahi, onlar sadece düzeltebilecek belki hoş görülebilecek bir şeydi. Hatta öykünmeden yola çıkılarak, çocukların eşcinsel ebeveynlerinin olmaması gerekliliği bu ideolojiyi kemikleştiren tek söylemdi. Aynı söylemin arkasında duran ve bunun bayraktarlığını yapan uzmanlarsa, bu gibi durumlara hiçbir şekilde tolere edilmemesini savunanlardandı. Kısaca heteroseksizm kaçınılmaz, homofobi ise yine uygulamadaydı.



Gey vatandaşlık görevimi yapmanın huzuru

Bu sürecin akabinde kendimi, otomatikman telefon ahizesine yapışmış buldum. Hiddetle tv8’i arıyordum. Telefonda görüştüğüm kişi, programa dair şikâyetlerimi program yapımcısı Özlem Yurdakul’a iletmemi söyledi. Kendisinin program süresince cevap veremeyeceği belirtilirken, yarım saat kadar bir süre beklemem zaruriydi. Ben onu beklemek yerine, mail atmaya karar verdim. Hızımı alamayınca da tv8 binasının bulunduğu Otim’e gittim. Beşiktaş’ta oturmanın verdiği kolaylık, bu kararımı pekiştiren bir etkendi. Binaya vardığımdaysa bana dönen mail’den habersizdim. Vardığımda karşılaştığım güvenlik görevlilerine durumu açıkladığımda, kendilerinin aradığım kişiye ulaşamayacağımı söylemeleri beni şaşırtmadı. Ne de olsa randevum yoktu. Daha da ilginci, o gün yapımcı kişi binaya gelmemişti. Hâlbuki ona yarım saate kadar ulaşabileceğim söylenmişti. Ben de başka bir sorumlu ya da bir asistanla görüşmek istediğimi söyledim. Yanıt yine olumsuzdu. Bu, beklediğim bir şeydi Neyse ki görevliler kibardı. Bana şikâyetimi yazacak bir boş kâğıt ve kalem verip, başımda beklediler. Ben de şikâyetimi yazdıktan sonra gey vatandaşlık görevimi yapmanın huzuruyla evime döndüm.

Eve dönerken ne yaptım diye düşündüm. Bu yaptığımın ne kadar gerekli ya da etkili olduğuna ilişkin. Bunun sonucunda bir karara vardım. O da bir konunun var olduğuydu!

Fotoğraflar: tv8.com.tr

Etiketler: insan hakları, sağlık
İstihdam