30/12/2010 | Yazar: Buğra Tokmakoğlu

Körüğün arkasından seçmeye çalıştığı yazı belli belirsiz parlıyordu.

Körüğün arkasından seçmeye çalıştığı yazı belli belirsiz parlıyordu. D harfinin üzerinde oldukça sönük olarak beliren sarı spot ışığı, D’nin ardından gelen harfleri aydınlatmaya yetmiyordu. Bir kez daha heyecanla bastı düğmeye, durağı kaçırmak istemiyordu. Arka beşlinin vazgeçilmezi olan gençler giyinip kuşanıp binmişlerdi otobüse. Şoför aynadan arkalara bakıp, önündeki toz içindeki göğüslükte belki binlerce kez basmış olduğu “tıslatan” butonlara sağ elinin üç parmağı ile bir defada dokunuverdi. Ön ve orta kapılarla beraber arka kapıda açıldı. Her gün gazetede çıkan ve sadece yer doldurmak için konulduğu her haliyle belli olan “ışıl ışıl” haberlerinin kaynağı olan caddeye büyük bir hışımla girdi. İnsanlar yeni yıl rehavetiyle, duygularını gerçekten gösteremedikleri sevgililerinin kollarında aheste aheste yürüyorlardı. Birkaç genç esnafta zamandan istifade ucuz Çin mallarını “okutmak” için var gücüyle uğraşıyordu. Pide salonlarının duvarlarını süsleyen çoban ve kır yaşamını sergileyen büyük pikselli resimler, caddenin müdavimi olan amca tarafından bu akşamda satışa sunulmuştu.
 
İkinci soldan içeri kıvrıldı, sokağın sonundan ikiye ayrılan yol onu o otoparkın yanındaki eski ama bakımlı apartmanın önüne çıkardı. “Evet”, dedi “tam isabet, ne kadar başarılıyım”. Bir SMS ile bildirilen “kapıdayım” mesajı ev sahibine ulaşmıştı. Çok geçmeden kapı otomatına basıldı. Açılan kapıyla yaşlı teyzelerin oturduğu apartmanın üçüncü katına çıktı. Çelik kapıdan içeriye doğru kafasını uzatıp ev sahibinin beline sarıldı. Ev sahibi her zaman ki gibi gri bir eşofmanla, kısa kollu rahat tişörtüyle dolaşıyordu sıcak yuvasında. “Başka biri geldi mi?” diye sordu meraklı bakışlarıyla. Henüz üzerindekileri çıkaramadığından endişeli bir hali vardı. Bir an önce soyunup dökünüp salona girip, bir koltuğa yerleşmek, üzerindeki o baskıcı bakışları sıfıra indirip, güçlü ve kendinden emin pozlara girişmek istiyordu.
 
Montunu ve ayakkabısını çıkardı. Salondaki sallanan sandalyeye geçti ve karşısında ev sahibi dışında birinin daha oturduğunu gördü. Eli yüzü düzgün, beraber olunabilesi biriydi, süzmeye devam ederken kendini tanıttı. El sıkıştılar. Salonun orta yerindeki üçlü koltuk geçmiş tecrübelerden yola çıkılarak açılmış, üzerinde daha rahat hareket etmeye müsait hale getirilmişti. Derin sessizlikte endişeli bakışlar üç kişiyi birbirine yaklaştırdı. Ev sahibinden gelen bir komut üzerine o uzun sürede soyunamayan bireyler bir anda anadan çıplak oldular. Homurdanmaların yerini iyiden iyiye öpüşme sesleri aldı…
 
Estetik yoksunuydu her şey. Üçünün bir araya gelmesi bir zorunluluğun habercisiydi belki de. Ancak çok şey düşünmeden bitsin dediler bir an önce. Bir makineye dönüşmüş ev sahibi, yönlendirici vasıflarıyla yönetti olan biteni. Son gelen konuk ise hala çekingen tavırlarla konsantrasyonunu sağlamaya çalışıyordu. Kafasında kurguladığı hedefe ulaşmak için biraz daha sabredip mücadele etmeliydi. Mücadeleyi erken bırakmak herkese saygısızlık olacağı gibi kendiyle çelişen ve kendi kendine kızacağı bir profil meydana getirebilirdi.
 
15 dakikanın sonunda üçü ayrı yerlerde nefes almaya çalışırken, tanrının verdiği o estetik duyguların hiç olmadığı kadar baskısını hissetti üzerinde. Ergen çocukların pişmanlıkları gibi bu kez de pişman olmuştu. Buraya kadar gelip yapabileceklerini hiç evinden çıkmadan da çok güzel bir biçimde kendi kendine gerçekleştirebilirdi. Yine kandı o şeytana, yine yenildi esir olduğu o düşman duygulara. Bir kez daha olmasın diye geçirirken içinden söz veremiyordu kendine, biliyordu yine kıracaktı o zincirleri, biliyordu burası olmasa da başka bir yerde yapacaktı içindeki adını bir türlü telaffuz edemediklerini.
 
Oyunu yöneten ev sahibi hatır, gönül sorularıyla inceden bir mesaj verdi. “Evli evine, köylü köyüne…” Hızlıca toparlandı, yeni alınan klima cisminin engellediği katta ışığı bulup yaktı, aşağıya indi. Yağmur damlalarından kurtulmak istercesine hızlandı, kalabalığa karışarak kendiyle çelişkilerinden kurtulmak üzere seyyar satıcıların arasından uydurma haberlerin merkezi olan ışıl ışıllıklara dalıverdi.


Etiketler: yaşam
nefret