26/10/2010 | Yazar: Selçuk Candansayar

Bu hafta Birgün’ün kendisinin hatalarına sıra geldi. İki bölümde tartışmak mümkün; gazeteyi çıkaranlar ve gazetenin okurları.

Bu hafta Birgün’ün kendisinin hatalarına sıra geldi. İki bölümde tartışmak mümkün; gazeteyi çıkaranlar ve gazetenin okurları.

Yedi yıl önce BirGün’ün kuruluş çalışmaları başladığında hepimiz çok heyecanlıydık. Çoğu zaman evlerde bir araya gelerek yapılan toplantılarda bir sermaye grubuna sırtını dayamayan, bağımsız bir günlük gazeteye ne denli büyük bir ihtiyaç olduğunda herkes hemfikirdi.

Toplantılara katılanların büyük çoğunluğu  “haberlerine güvenerek okuyacakları bir gazeteye” istediklerini söyleyen potansiyel okurlardı.

BirGün, zaten gazeteyi çıkaran ekibin değil okuyacağı bir gazete olsun isteyenlerin parasal katkısıyla ortaya çıktı. Hakkaten 5 lira verebilen 5 lira, 50 bin verebilen 50 bin vererek gazetenin kuruluş sermayesi oluşturdu.

İlk aylarda 40 bini zorlayan satış rakamları bile bize az geliyordu; çok umutluyduk. Ancak bir yıl içinde satış rakamları önce 15 bin civarında sabitleşti, ardından özellikle sosyalistler ya da ‘solcular’ arasında büyük kırılmaların olduğu dönemde de 6 bin satış rakamında sabitleşti.

Gerçi yüksek iade oranına ekonomik olarak dayanmak mümkün olmadığından gazete çok basılamıyor. Örneğin şimdikinin iki katı basılsa satış rakamı 10 bini bulabilir. Ama bu riske girecek ekonomik gücü yok gazetenin. Takdir edersiniz ki markette, benzin istasyonunda ücretsiz dağıtım yapabilecek gücümüz de yok.

BirGün bu süre içinde haber veren gazete olma işlevini yerine doğru dürüst getiremedi. Çok az sayıdaki muhabir olay yerine ya yürüyerek ya da belediye otobüsüyle gitmek zorunda. Gazete çok erken matbaaya verildiği için haber için çıkan muhabir, haberi bulup getirip, yazıp hazırlayana kadar o günün gazetesi matbaaya gitmiş oluyor. BirGün biraz da bu yüzden yorum ağırlıklı bir gazete oldu.

Bu koşullar gazetenin belli bir disiplin içinde hazırlanmasını çok zorlaştırdı. Gazete satmayınca para azaldı, para azalınca çalışanların ödemesi aksadı, aksadıkça iş doyumu ve verimi düştü. Gazete bir yandan militan bir yayın organı olmadığını söyleyip dururken öte yandan ev kirasını ödeyemeyen çalışandan militanca sabır bekledi. Bu paradoks iş disiplinini büyük oranda bozdu. Gazete çoğu zaman kurum disiplininden kopup, özgürlükle başıbozukluğun karıştırıldığı dönemler geçirdi. Gazeteye karşılıksız katkı veren kimi yazarları kırdı, darılttı bu hal.

Kimi zaman da ‘sifonu çekme’, ‘altmış yaşındaki mini etekli’ gibi kişisel kızgınlıklarla yazılmış, gazetenin temel ilkelerine uymayan kötü yazılar basıldı.

Gazetenin de kimi zaman sadece bir gazete olduğunu unuttuğu durumlar oldu. Sanki bir gazete ile mümkünmüş, ya da gazetenim amacı buymuş gibi, bırakın gazeteyi sadece kendi köşesinden dünyayı kurtarabileceğini sananlar, hayatın sırrını çözenler, Türkiye ve dünyada olup biteni bir yana bırakıp, kendi gerçeğini tek gerçek haline getirenlerin yazılarıyla dolduğu oldu. İlgi çekmedi, ilgi çekemeyen sinirlendi önce okura sonra gazeteye.

Gelelim okura. Okur da çoğu zaman BirGün’ün aslında sadece bir gazete olduğunu, olması gerektiğini unuttu çoğu zaman. Vay, falanca nasıl olur da bu gazetede yazarla, filanca böyle bir yazıyı ne hakla yazabilirle, gazeteyi boykot etti, kötüledi, karaladı. Gazeteyi almak için zahmete katlanmaya bile gelemedi. Alacağım aslında ama evin oradaki bakkala gelmiyor, demek kolayına gitti.

Sadece, Edirne’de bir öğrenci grubu gazete satışını artırmak için bir araya geldiler, ama sonra ya yoruldular ya bıktılar, sesleri sedaları çıkmaz oldu.

Bu bağlamda BirGün garip bir statü kazandı. İnsanlar BirGün’de yazmayı çok istiyorlar ama BirGün okumuyorlar. BirGün okunmayan ama yazılmak istenen bir gazete oldu.

Haset ettiğimden değil ama kaç kişi her gün iki gazete alayım, okuduktan sonra ikisini de eş dost arkadaşa vereyim, tanıtayım, vapurda, otobüste bırakayım, daha çok insan tanısın, görsün dedi? İnternetten okumak kolay geldi çoğu insana.

Gazete e postama gelen okur tepkilerinin çok ilginç bir özelliği var. Beğeni, onay, paylaşım içerikli postalar öğleden sonra geliyor. Yani gazeteyi severek okuduğunu düşünebileceğimiz okurların büyük çoğunluğu internet üzerinden okuyor. Küfür, hakaret, tehdit, eleştiri postaları ise öğleden önce geliyor. Garip değil mi, sevmeyenlerin basılı gazeteden, sevenlerin internetten okuduğu bir yazarım, gazete de öyle galiba.

Türkiye, çok büyük bir toplumsal dönüşümü, çok sancılı bir şekilde geçiriyor. BirGün, taşıdığı Türkiye sosyalist hareketinin entelektüel, politik mirası nedeniyle çok önemli. Galiba bu mirasa hem gazeteyi çıkaranlar, hem de gazeteyi okuyanlar olarak daha sorumlu olarak sahip çıkmamız gerekiyor.

İlk adımı daha çok gazetenin satın alınmasından geçiyor, ama daha iyi bir gazete olmadan da daha çok satmayı ummak ham hayale dönüşüyor. Birlikte çözüm bulmak gerekiyor.


Etiketler: medya
İstihdam