30/09/2019 | Yazar: Emre Korlu

“Dönmenin evladı” cümlesini o zamanlar sadece bana söylenen bir küfür sanıyordum.

Deli kızın türküsü Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Sarı papatyaları en çok onun için topladım. Bir sonbahar öğlesiydi; yün şalını atıp omzuma mermerine sığınmaya gittiğimde. Aksayan sol bacağıyla kapıma gelişini anımsadığım, haber spikerlerinin donuk yüz ifadesine inat yediği dayağın hesabını karakolların önünde soran bir annenin oğlu olduğumda 98 yılıydı ve gazetelerde asla yer almayacak bir ölümün görgü tanığı olarak yaşamaya başladığımda ise 15 yaşındaydım. O zamanlar daha bir zordu yaşamak; ay başı geldiğinde yediğin iki yüz elli gram peynirin hesabını kesip, ertesi gün birkaç tane siyah zeytine tahammül etmeyi öğretiyorlardı sana.

Annem düzenli olarak ilaç içiyordu bu yüzden çok çalışmak zorundaydı ama o ilaçları neden kullandığını sorduğumda yeni yeni büyümeye başlayan göğüslerini gösteriyordu bana ve sonra gülümsüyordu. O zamanlar bir memenin insanı nasıl mutlu ettiğini anlayamıyordum diğer kadınlarınkinden neden bu kadar küçük olduklarını da sorgulamıyordum.

Mahallede sürekli dışlanıyorduk. “Dönmenin evladı” cümlesini o zamanlar sadece bana söylenen bir küfür sanıyordum. Annem geceden kalma morlukları bedeninde gizleyerek incecik elleriyle yanaklarıma dokunup, “Sen bakma onlara, kıskanıyorlar seni” diyordu.

Nerede bir acısı varsa benden gizli hep kendi yükleniyordu. Keşke öyle yapmasaydı.

Ben anne evlat ilişkisinin bir rahmin ağzında başlamadığını ondan öğrendim, evladı için topluma kafa tutan kadınların asil duruşunu onda gördüm. Aç kaldım ama açıkta kalmadım.

Aradan yıllar geçmiş; uyandığımdan beri onun son fotoğrafına baktıkça Zülfü Livaneli'nin şu satırlarını mırıldanıyorum:

Yasak tanımaz rüzgâr
Zincir vurulamaz martıya
Bir de insan kalbine.
Öyleymiş gerçekten. Halen varlığını üzerimde hissediyorsam, yaralandığında bile kapı pervazına tutunup beni anlımdan öpüşü aklımdan çıkmıyorsa yüreğe vurulmayan zincirin bir kanıtıdır bu ve bunu hiç kimsenin yalanlamaya gücü yoktur.

Onu kendine ağda yaparken izlerdim. Yüzünde endişe ve tebessüm olurdu. O an her iki ifadeyi nasıl taşıdığına şaşırırdım. İnanılmaz güzeldi. En çok da ağladığında ona bu sözü söylerdim. “Kardelen, sen çok güzelsin.”

Parasını vermeyen müşterilerden hep dayak yiyerek dönerdi eve. Hiç unutmuyorum bir keresinde evde yiyecek hiçbir şey yok diye aç kalmamı istemediğinden parası için neredeyse ölümden dönüyordu. Siz hiç üzerine kan sürülmüş bir lokma ekmek yediniz mi? O annemin alın teriydi. Ben yedim.

Hep beni kaybetmekten korkardı ben de kapıdan onu her uğurlayışımda onu bir daha bir daha görememekten...

Düşünebiliyor musunuz, ben hep bu korkuyla yaşadım. O yüzden uykusunda bile seyrettim onu evimizi basıp onu almaya gelirler korkusuyla. Sımsıkı sarıldım ona. Hayat bize mutlu olma şansı verdi, diye bu cihanda bir tek onun doğum gününü kutladım.

Kimseye bir zararımız yoktu; önce evden kovulduk sonra mahalleden. Gittik Tarlabaşı’na yerleştik. Ben okulu bıraktım. Belki de onunla en büyük kavgamızı okul çantasını, “Ben de çalışacağım artık” diye yere fırlattığımda yaşadık. Günlerce yüzüme bakmadı. Sıklıkla ağladığını gördüm. Yaşlı bir amcadan ayakkabı boyamayı öğrendim. Onun bunun ayakkabısını boyadım. O yara bere içinde gelirdi eve, ben yüzüm gözüm boya içinde, ama yemin ederim yine de güçlüydük Tarhana çorbasına sevinir mi insan? İlk kazancımla gittik bir yerde içtik. “Ne güzel kokuyormuş” dedim. Yan masadan halimize acıdılar. İplemedik.

Her şey zamanla düzelir, diyorduk O, yüzündeki tüylerden kurtuluyordu, makyaj yapıyordu, aynalara daha çok bakıyordu. Zaman geçiyordu.

Peki sonra...

Eylül sabahı iki sokak öteden gelmişler, anneme piçini de al git, demişler. Karşı çıkmış.

İğrenç herifleri baş üstünde tutan o toplum annemi, sırf geçmişi denetime mahkûm bırakılan bir transseksüel diye yerlerde sürüklemeye başlamış. Ben birkaç gün önce eskiciden aldığı ve bana hediye ettiği müzik çalarda şarkı dinlerken, annem sokakta meydan dayağına tutulmuş. Arada bir pencereye doğru baktığını söyleyenler var. Beni aramış gözleri sonra kapının zili çaldığında o çayı sever diye mutfağa yönelirken daire kapısına doğru ilerlemişim.

Kapıyı açmışım...

Annem oradaydı. Benim güzel kardelenim. Alnımdan öptü; saçlarını yüzünden çektim ellerim kanıyordu. Ellerim, sonbahar oluyordu.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.


Etiketler: yaşam
nefret