12/12/2013 | Yazar: Osman Elbek

‘Paket’, devlet tarafından gasp edilen demokratik hakların bizzat sahiplerine geri iadesi bağlamında değil de bir tüccar zihniyeti temelinde şekillenmiş.

“Paket”, devlet tarafından gasp edilen demokratik hakların bizzat sahiplerine geri iadesi bağlamında değil de bir tüccar zihniyeti temelinde şekillenmiş. 

Demokrasi Paketi’nin açıklanan içeriği değil ama “kendisi” önemli. Çünkü “paket” bu haliyle Türkiye’nin kadim sorunlarına derde derman olmasa da “boş” içeriğiyle bir tartışma argümanı. Bu nedenle “paket”, başta siyasi iktidar olmak üzere bu ülkedeki tüm siyasi tarafların özgürlükler konusunda nerede durduklarını afişe eden bir zemin. Yani bir turnusol…
 
“Paket”in en sorunlu ve antidemokratik yönü kuşkusuz sunulma biçimidir: Çünkü “paket”, egemen tarafından uygun görülen ve onun tarafından onaylanan hakları topluma “veriyor”. Yani “tebaa”, hikmetinden sual olunmayan egemenin gönlünü ne kadar hoş tutarsa egemen o kadar fazla “verecek”. Ama biliyoruz ki; demokrasi bir “verme” eylemi değil, aksine birlikte yapma ve yaratma biçimi. Ancak AKP’nin “demokrasi”si, tüm zihniyetiyle neoliberal ideolojiyle uyumlu biçimde bir “alma-verme eylemi” aslında. Bu pakette de “tebaa”ya “verilen” her “ödün” karşısında egemen olan AKP bir şey “alma”ya kalkışmış. Yani “paket”, devlet tarafından gasp edilen demokratik hakların bizzat sahiplerine geri iadesi bağlamında değil de bir tüccar zihniyeti temelinde şekillenmiş. Zaten bu tüccar zihniyet nedeniyle sunum öncesinde “paket” hakkında ciddi bir PR faaliyeti yürütüldü. Sözün tüm anlamıyla “paket” pazarlandı. Ve tıpkı bir cep telefonunu pazarlamak gibi bu “mal”ı da pazarlamak şirketin CEO’suna düştü.
 
Elbette “paket”in hazırlanma ve sunma biçimine yön veren bu zihniyet içeriğini de sakatladı. Bu pakette gerçek anlamda hayat düzleminde fark yaratacak iki gelişme andın ve başörtülü insanlara uygulanan yasağın -kısmi olarak- kaldırılmasıdır. Bu iki konu dışındaki tüm maddelerin hayatta fark yaratmayacak ya da hayatta bugüne kadar aşılmış sorunların bir pazarlama faaliyeti olarak “paket”e sokulması olduğu fark edilmelidir. Öte yandan “paket”in açıklandığı -yani bir süredir medyada PR faaliyeti yürütülen “mal”ın piyasaya sürüldüğü- gün Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ’ın "Alevi açılımı konusundaki çalışmalar devam etmektedir. Bu konu daha sonra kamuoyuna açıklanacaktır." demek zorunda kalması, “mal”ın piyasaya çıktığı anda eskidiğini -yani piyasa dili ile tariflersek “piyasa”nın bile gereklerini yerine getiremediğini- ve “paket”in piyasa tarafından bile satın alınmadığının kanıtıdır. Ancak “paket”, bir kez daha hayatın paketlenemeyeceğini, demokrasinin bir yaşam ve zihniyet biçimi olduğunu ve özgürlüklerin ancak direnerek kazanılabileceğini, “egemen”in tek amacının özgürlükleri vermemek ya da geciktirmek olduğunu göstermiş olması açısından kıymetlidir.
 
Öte yandan artık görmek ve kabul etmek zorundayız ki; bu ülkede Kürt sorunu alfabeyle, Alevi sorunu bir üniversitenin adının değiştirilmesiyle, gayrimüslimlerin sorunu gasp edilen vakıf mallarının iadesiyle ve cinsel yönelim-cinsiyet kimlik sorunu ise konuyu görmezden gelmek ve onları insan saymamakla çözülemez. Çünkü bu sorunlar, Türkiye’de yaşayan herkesin tüm farklılıklarıyla eşit yurttaşlık hakkına sahip olup olmama noktasında düğümlenmektedir. Ve bu düğüm çözülmeden var edilecek “paket”ler, son açıklanan “paket” örneğinde olduğu gibi bir reklam faaliyeti olmanın ötesine geçemeyeceklerdir. Bugün itibariyle zorunlu anda karşı çıktığı oranda, zorunlu din dersine de karşı çıkan ve bu dersin kaldırılmasını isteyen Müslüman’lar olmadıkça ve böylesi Müslüman’lar açıklanan “paket”e isyan edip bu “paket”i reddetmedikçe; bu topraklarda demokrasi ve özgürlük kavramları, “egemen”in işine geldiği zaman onları kullandığı bir kavram haline gelmeye ve dolayısıyla kirlenmeye devam edecektir.
 
Son olarak “paket”, içeriğinin boş olmasının ötesinde iki büyük sorunla maluldür: Bu sorunlardan ilki egemen inanç olan Sünni Müslümanlık dışında ifade edilecek her sözün -özellikle deist ve ateist fikirlerin- “inanca saygısızlık” gerekçesiyle yasaklanabilmesine olanak tanıyan düzenlemedir çünkü “paket” kapsamında sadece "inanan” insanlar koruma altına alınmıştır -inanmayanlar değil. “Paket”in ikinci büyük sorunu ise; yeterince parası olan kimselerin özel eğitim kurumlarında farklı dil ve lehçede eğitim almasını sanki bir hakmış gibi pazarlamasıdır. Oysa bu düzenleme otomatikman yeterince parası olmayan ve bu nedenle devlet okullarına gitmek zorunda kalan insanların bu hakka ulaşamaması anlamına gelir -ki bu da insanlar arasında gelire göre ayrımcılık yapmanın ta kendisidir. Zaten bu çarpıklık da “paket”in ruhunun neoliberal ideoloji ile nasıl da hercümerç olduğunun başkaca bir kanıtıdır.
 
Hal böyleyken “paket”in açıklanmasının ardından bu “paket”i televizyonlarda yorumlayan kimi aydınları görünce Gramsci’nin “organik aydın” tanımını hatırlamamak olanaksız. Ne demişti Gramsci; onlar mide özsuyudurlar, sindirilemeyecek olan gıdayı bile sindirilebilir hale getirirler.
 
Kaos GL Dergisi, Kasım-Aralık 2013, Sayı 133'te yayınlandı.
 
* Adnan Menderes Üniversitesi öğretim üyesi 

Etiketler:
nefret