25/09/2009 | Yazar: Deniz Deniz

"Susmak bazen en büyük isyandır" denilir ya, işte ben de öyle yaptım uzun süre. Sevgili Umut Güner ile Ali Erol’un benden yazı bekleyen ısrarlı maillerine içim acıyarak geçiştiren yanıtlar verdim.

"Susmak bazen en büyük isyandır" denilir ya, işte ben de öyle yaptım uzun süre. Sevgili Umut Güner ile Ali Erol’un benden yazı bekleyen ısrarlı maillerine içim acıyarak geçiştiren yanıtlar verdim. Tam sevgili Hadise'yi Merter'de kaybettiğimiz günlerde başlamıştım susmaya. Daha 19 yaşındaydı Hadise. Tesadüfen tanışmıştık. Merter'de çalıştığını duyduğumda -bir transeksüel olarak- ben bile ürkmüştüm. Boşuna ürkmemişim üç gün sonra Hadise'nin öldürüldüğü haberini verdi bana Dicle ağlayarak. İkimiz de öylece kalakalmıştık.

Hadise'nin kimsesi yoktu. Hani çoğu transseksüelin kimsesi vardır ama aslında yoktur ya, ama sahiden Hadise'nin hiç kimsesi yokmuş. Çocuk yuvasındayken bir aileye evlatlık verilmiş sonra o aileden kopmuş Hadise, elbette farklı cinsel kimliği nedeniyle. İşte bu yüzden Hadise'nin cenazesini dahi alamadı arkadaşları. Uzun süre morgda bekledi sonradan duydum sessizce toprağa verilmiş. "Bu şartlar altında ben şimdi nasıl ahkâm keseyim" diye Buse Kılıçkaya'ya açıldığımı hatırlıyorum. O da haklı olarak yılmamamız gerektiğini vurguladı politik duruş ve direnişten bahsetti. Elbette sevgili Buse haklıydı. Biliyorum ben duygusal davranmış ve susmayı tercih etmiştim. Hatta daha da ileri gittim, Mustafa Ceceli'nin limon çiçekleri şarkısında sözünü ettiği "çok uzakta güneyde yazları sıcacık ve âşık" yerlerde soluğu aldım. Benim bu durumumun karşılığı psikolojideki savunma mekanizmalarından biri olan "karşıt tepki gösterme"de saklı olmalı. 

O güney kasabasındaki sessizliğim İstanbul'dan arkadaşlar arayana kadar devam etti. "Sakın gelme" diyorlardı. "İstanbul iyice yaşanmaz oldu. Artık gündüzleri bile bizi sokakta bakkalda çarşıda gözaltına alıp ceza kesiyorlar". Kabahatler kanununun bilmem kaçıncı maddesinden. Başka dönem olsa inanmak istemezdim. Ama nedeni zaten bu süreç değil miydi ki o güney kasabasına kaçışımın. Düşünün ki ülke tarihinizde ilk kez bir Başbakan "Kürt sorunundan" yola çıkarak büyük bir demokratik açılımdan bahsediyor olsun, ama siz tam da bu süreçte büyük bir hayal kırıklığı ve korku içinde alıp başınızı gidersiniz. Şaşırtıcı dimi? Ama değil. Eğer farklı bir cinsel kimliğiniz varsa hiç şaşırmayın. Çünkü çoktan anlamışsınızdır, demokrat görünümlü faşist bir zihniyetin iktidarolduğunu ve dolayısıyla faşizmin demokrasi doğurmasının da imkânsız olduğunu.
 
Sakın gelme şeklindeki uyarılara rağmen, gittiğim gibi geri döndüm İstanbul'a. Evde geçirdiğim bir kaç günün hemen ertesinde bayramın birinci günü Şişli'den Beyoğlu’na doğru yürümeye başladım. İstiklal Caddesinde bir süre turladıktan sonra bir kafede oturdum. Hayır, bekliyorum, gelsinler beni de alsınlar. Allahım diyorum hâlâ neden koluma yapışan bir polis yok. Bir polis memuruna ‘bonus’ olamayacak mıyım? Ordan Lambdaya uğramaya karar veriyorum. Önce karakol yolunu kullanmadan arka taraftan gitmek geliyor aklıma, ama hayır inadına karakolun önünden geçmeye karar veriyorum. Geçiyorum karışan yok. İyice çıldıracam. Derken Lambda'nın kapısındayım ama o da ne kapalı. Kapıda "derneğimiz yaz nedeniyle sadece cuma, cumartesi, pazar 15.00-20.00 saatleri arası açık" uyarısını görüyorum. Hay aksi, saat de tam 14.15. İçimden "herkesin kapatmaya çalıştığı dernek zaten fiilen kapalıymış" diye geçiriyorum. Biliyorum bizim arkadaşlar duysa kızacaklar ama öyle geçti içimden ne yapayım. Hatta "sen güneylere kaçacağına gelip bir kaç gün nöbet tutsaydın ya" da diyebilirler, sonuna kadar haklılar.
 
Geldiğim yoldan eve dönmek için yürümeye başlıyorum. Taksim Meydanı polis ve insan dolu. Hâlâ karışan yok, az daha gidip polislere "pardon ben de transseksüelim, sizin deyiminizle ‘bayan görünümlü erkeğim’ ve gündüz vakti buralarda fink atıyorum. Beni neden hâlâ gözaltına almıyorsunuz" diyeceğim. Acaba diyorum bayram nedeniyle uygulama kaldırıldı mı? Tam meydanda uzun boylu, esmer -az biraz yakışıklı- genç bir bana gülümsüyor. Bu da kim ola ki diyorum içimden. Malum ‘Kabadayı’ filmindeki Ali Osman derecesinde hafıza kaybı yaşıyorum uzun süredir. Çocuğun kim olduğunu hatırlamaya çalışırken Divan'ın oradaki ışıklarda yanımda bitiyor. Bir utangaç ki sormayın gitsin. Bir süre sessizce aynı hizada yürüyoruz. İçimden derdini anlatsa da ben de yol versem diye geçiriyorum. O derdini anlatana kadar biz de radyo binasına varıyoruz. Yok yok anlaşıldı çocuğun derdi açık. Aklınca benim evimde beni yatağa atacak. Çay bahanesiyle evine gidelim konuşalım diyor da başka bir şey demiyor. Ben de tamam o zaman bir yerlerde bana çay ısmarlayabilirsin teklifini veriyorum. Ama nafile. İlle de benim evde. Ben ki bir polis memuruna bonus olayım umuduyla yollara çıkmışım, bonus olmak bir yana hiç yoktan bu delikanlıya av olacağım. Artık Nişantaşı ayırımındayız. Nihayet çocuk da pes ediyor, ben eyvallah deyip Şişli'ye o da Nişantaşı'na devam ediyor. Kavşaktaki ışıklarda beklerken nedense onun gittiği yöne gözlerim kayıyor. Mahcup mahcup son bir umutla gülümseyerek bakıyor hâlâ. Derken Eleven'ın karşısında üşüdüğümü hissediyorum. Elimdeki hırkayı giymek için duraksıyorum. Tam hırkayı giymişken ekip otusu yanımda bitiyor. Bir memur iniyor, "ne arıyorsun burda" diyor. Allahım diyorum acaba yasak bir bölgeye mi girdim. Öğlen vakti, bayramın birinci günü Harbiye’de yürüyen herhangi bir insan ne arayabilir ki?

Kimliği istiyor önce, gene olmadı başaramadım, bonus olamadım diye geçiriyorum. Sadece kimliği istediğine göre ‘gbt’ bakacak ve gönderecek diyorum. Ama öyle olmuyor. Ekip otosuna alıyorlar. Yaşasın tamam diyorum. Maçka Parkına sürüyorlar. Orda yunus ekipleri üç genci parkta içki içerken bulmuşlar. Çocuklar "abi valla suç olduğunu bilmiyorduk" diyorlar. Gariplerim nerden bilsin "kabahatler kanununu". Ama ben biliyorum. Madde 35: Sarhoş şekilde başkalarını rahatsız eden kişiye... diye başladığını. Çocuklara bakıyorum en az onlara para cezası kesen polisler kadar normal duruyorlar. Ama o yasanın onlarca yıldır aslında hiç uygulanmadığını da biliyorum.

Peki, neden şimdi? Sahi neden şimdi? "Parkta içki içilmeli midir içilmemeli midir" tartışılabilir ama ben mevcut yasadan bahsediyorum. Mevcut yasa kesinlikle yasaklamıyor. Sadece sarhoşluk halini cezalandırıyor- dikkat sarhoşluk hali yasaklanan içki falan değil yani-. (Aklıma şu meşhur 367 zorlaması geliyor. Erdoğan o zorlamaya karşı direnerek yüzde 47’yi bulmuştu. Şimdi benzer zorlamaları kendisi yapıyor.) Elbette bir de başörtüsü yasağı. Hâlâ pek çok hukukçu mevcut yasaların başörtüsünü yasaklamadığında hemfikir. Üç genci de yanıma sıkıştırıyorlar. Balık istifi şeklinde karakola doğru yol alıyoruz. Çocuklar ta Pendik’ten gelmişler. Belli ki beni de çözememişler. Biri hanımefendi siz de mi parkta içki içtiniz diye soruyor. Zıkkımın kökünü içtim demek geçiyor içimden. Ya sabır diyorum, gariplerim ne bilsin ki. Hayır canım kimliğimden dolayı aldılar diyorum. "Kimliğinizi mi kaybettiniz" diyor. Ay çıldıracam. "Hayır canım cinsel kimliğimden dolayı" diyorum. Çocuk büsbütün şaşırıyor. Tam bir şey daha söyleyecek, "bak canım ben dönmeyim. Ve bu polislerin gözünde suçlu olmam için yeterli bir sebep. O yüzden alındım" diyorum.  
 
Daha önce de bir kaç kez geldiğim harbiye karakoluna ilk defa gündüz ve de bayramda düşüyorum. Nezarethane bölümünde oturur oturmaz 3 aydır devam eden suskunluğum isyana dönüşüyor. Önce Umut'u arıyorum. Elim ayağım titriyor. Sağ olsun hem kendisi arıyor hem de Pembe Hayat’ın avukatını karakola yönlendiriyor. Resmen ne yaptığımı bilmiyorum. Tanıdığım gazeteci arkadaşlara ulaşmaya çalışıyorum. Radikal gazetesi muhabir yolluyor. O sırada hakkımda tutulan tutanak imzalamam için elime tutuşturuluyor. "...isimli şahsı trafiği engellerken" ibaresini görür görmez imzalamam diye bağırıyorum. Görevli memur şaşırtıcı şekilde hiç itirazsız "peki oldu tamam imzalama" deyip geri götürüyor. "Bir yandan Cemil İpekçi'ye iftar vereceksin, öte yandan bir transseksüele bayram günü bu muameleyi reva göreceksin" diye bağırıyorum. Hıçkırığa boğuluyorum. Sivil giyimli bir memur yanımda bitiyor ve "helal olsun sana" diyor. "Ben Cemil İpekçi'nin kimliğine karşı değilim. Yüksek düzeyde davet edilmesi de ancak sevindirir. Benim derdim ortada duran bu yaman çelişkiyle. Ama şunu da söylemek zorundayım, eğer Cemil İpekçi gerçekten demokrat bir insan olsaydı, transeksüellerin açıkça hürriyetlerinin engellendiği bir ortamda o davetlere katılmazdı" deyip noktayı koyuyorum. Nihayet beklenen trafik ekibi geliyor ve elbette imzalamadığım 61 liralık ceza tutanağı adeta bayram hediyesi olarak elime tutuşturuluyor.
 
Bunun adı faşizmdir

"Demokrat görünümlü faşist iktidar" lafını neden mi kullandım? Kızlara kesilen ceza tutanaklarının üzerinde aynen şu ibare var: "Bayan görünümlü erkek şahıs". Bu ibare "bunlar" lafından da beter koydu. Faşizm TDK sözlüğünde "Demokratik düzenin yerine aşırı bir ulusçuluk ve baskı düzeni kurmayı amaçlayan öğreti" olarak anlatılmış. Bu öğretiye bağlı olanlar da dolayısıyla faşist olarak tanımlanmış. Yıllardır kör topal bir demokrasi ortamı içinde dahi olsa transseksüel kimliklerini kazanmış veya kazanma aşamasında olan vatandaşlarını polisi aracılığıyla gündüz sokaktan, kuaförden, bakkaldan gözaltına aldıran üstüne bir de "bayan görünümlü erkek" damgalı para cezası kesilmesine yol açan, bu şekilde onlara yaşamayı adeta dar eden bir iktidar da olsa olsa faşist olur ancak.
 
Aynı iktidar ağzına demokrasi, AB, insan hakları gibi erdemleri pelesenk etmiş, üstüne bir de demokratik açılımlara karar vermiş biriyse şayet o zaman aynen şunu hak eder: Demokrat görünümlü faşist!

 Yazıyı daha yazarken Yıldırım Türker'in "Erkeğin eteği, Çapkın'ın yemini" başlıklı enfes makalesinin sonundaki şu satırlar gözüme ilişiyor:
 
"Maksat, travesti ve transseksüelleri insan içine çıkamaz hale getirmek, hayatlarını zehir etmek.
Onları hayattan sürgün etmek.
Farklı olana uygulanan bu şiddeti, faşizmin en vahşi dönemlerinden tanıyoruz elbet.
Erkeğin en gözü kara yemini, her zaman için ilk travesti/transseksüelleri işaret ediyor.
Çapkın ve gibileri, onları görmek istemiyor"
 
Hemen hemen aynı zaman zarfında aynı davada aynı kanıya ulaşmış olmak müthiş bir cesaret ve haz veriyor.
 
Ve son bir nokta...
 
Psikiyatrlar istifa dâhil bu faşist uygulamaya karşı etkili bir tavır geliştirmeyi düşünüyorlar mı merak ediyorum doğrusu. Bu şartlar altında hâlâ o kürsülerde sessizce Transseksüalite raporları verilmesi çelişkiden başka bir şey değil. Onlar rapor verecek, devletin herhangi bir polis memuru ise bonus puan alma adına elini kolunu sallayarak "bayan görünümlü erkek" damgası vuracak. Nasıl ki bir bakan, bir genel müdür, bir müdür, kendisine bağlı birimde meydana gelen kaza v.b olayların akabinde istifa etmeleri bekleniyorsa bence o psikiyatrlar da istifa etmeli. Demokrat görünümlü faşist iktidara karşı tarihi bir fırça olur psikiyatrların göstereceği bu tavır…
 

Etiketler: insan hakları
İstihdam