20/08/2010 | Yazar: KAOS GL

Hayatın her alanında heteroseksüeller gibi, eşcinseller de var; herkesin özgürce kendi kimliğiyle yaşama hakkı da.

Hayatın her alanında heteroseksüeller gibi, eşcinseller de var; herkesin özgürce kendi kimliğiyle yaşama hakkı da. Ne zaman ki askeri okullarda, kışlalarda, üniversitelerde bu gerçeklik genel kabul görür, o zaman dünya herkes için daha yaşanır bir yer haline gelir. Kendi cinsel yönelimini saklamak zorunda kalıp acı çeken askerler için de...

Geçen hafta bilumum gazete ve İnternet sitelerinde "Flaş" koduyla yayımlanan bir haber tüm ülkede "infiale" neden oldu. Bu infialin sebebi Deniz Harp Okulu'nda gey öğrencilerin bulunduğu iddiasıydı.
 
Ülkenin bilumum homofobik yayın organları, Yüksek Askeri Şura (YAŞ) sürecinde "orduyu biraz daha yıpratma amacını güdenler" de dahil, bu iddianın üzerine atladılar. "Gey askerler" metaforu pek çokları için fazlasıyla provokatifti; İnternet'te bir kaç tık daha demekti, gazete için biraz daha fazla tiraj.
 
Toplumda da içinden Batı Çalışma Grubu gibi 28 Şubat'ın sorumlusu kabul edilen grupların çıktığı, darbe heveslisi imajını taşıyan bahriyeye yönelik olumsuz yargıların daha da artmasına sebep olacağı düşünüldüğünden kimileri için çok da önemli bir haberdi.
 
Haberlerdeki homofobi
"Saygınlığın tükendiği an"dı onlara göre; "gey"lik "müptezellikti" yani. Hele askeri bir ortamda bu asla kabul edilemezdi. Bunu öncelikle sivillerin kabul edilmez bulması da toplumda militarizm ve homofobi hastalığının geldiği seviyeyi gösteriyordu, endişelendim...
Olay imzasız mektuplar ile ortaya çıkmıştı. "YAŞ'ta terfi edemediği için istifa eden" eski Deniz Harp Okulu komutanı Tuğamiral Türker Ertürk, haberle ilgili suç duyurusunda bulunuyor, açılan kamu davasında Vakit gazetesi Sorumlu Müdürü Ahmet Can Karahasanoğlu'nun "kamu görevlisine hakaret"ten 2 yıl 8 ay hapisle cezalandırılması isteniyordu.
 
Birisi diğerine eşcinsel dediği zaman kanunlar nezdinde "aşağılama, hakaret" telakki ediliyor bu ülkede. Liberal görünümlü kimi yayın organlarının yazarları da eşcinselliği günahtan da ağır bir edim olarak tanımlıyorsa eğer...
 
Gey öğrenciler, ilgili haberde "sapkın" olarak niteleniyor, sayılarının da "onlarca" olduğu vurgulanıyordu. Hatta "Gay tayfa" adında bir de grup kurmuşlardı. Kamuoyuna yansıyana kadar zaten ordunun eğitim kurumlarında mevzu, dedikodu şeklinde yayılmış bile.
 
Geçen eğitim yılı sonunda Harp Okulları arasında geleneksel olarak her sene düzenlenen spor yarışmalarında Hava Harp Okulu (HHO) öğrencileri bir maç sırasında bahriyelilere "Gey tayfa" diye tezahürat etmiş, gazetelerde öyle yazıyor. Gey olmak "kötü", "çirkin" bir şey ya hani, maksat karşısındakini "küçük düşürmek"...
 
Memleketin tüm kurumlarındaki bu homofobik yaklaşım, hayatını zapt-u rapt altında geçirmek zorunda olan askerler arasında daha bir sert karşılanıyor.
 
Benim tanıklıklarım
Ben de ergenlik ve ilk gençlik dönemini Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu (DzHO) sıralarında geçirmiş bir heteroseksüel olarak, bazı arkadaşlarımın yaşadığı olumsuzluklara bizzat tanıklık ettim, biraz anlatacağım.
 
Hayatının en kırılgan dönemini "askeri vesayet" altında, katı bir disiplin, ağır ders yükü ve yoğun spor faaliyeti ile geçirirken, henüz 14 yaşında girdiğin askeri mektepte sivilcelerini sıkmaya bile vakit bulamazsın.
 
Daha kendini bilemez haldesindir; aklını da vücudunu da orada tanırsın, hayatının büyük bölümünü senin gibi yüzlerce ergen erkek ile birlikte geçirirsin, mütemadiyen (1991 - 1992 Eğitim Öğretim Yılına kadar Harp Okullarına kız öğrenci alınmazdı, askeri liselere hala alınmıyor).
 
Hemcinsini iyi bilirsin de karşı cinsle münasebetin olabildiğince sınırlıdır, yazdan yaza. Üstelik cinsel yönelimini hesaba katmadan yaşamak zorundasındır.
 
Bizim zamanımızda resim, müzik gibi dersler müfredatta yoktu mesela, belki şimdi vardır. O günlerde eğitsel kollar vardı sadece; derslerden, spordan, denetlemelerden başını kaldırabildikçe, gitar çalmayı bilen tarih öğretmeninin, eli resme yatkın gemi inşa mühendisi sınıf subayı üsteğmenin refakatinde bir iki çalışma yapılırdı sene sonunda sergilenmek üzere, "kuzu günü"nde. Cuma günleri bazı öğrenciler Şehir Tiyatroları'ndaki oyunlara götürülürdü. Bir kere de okulda tiyatro oyunu çıkardığını hatırlıyorum arkadaşlarımızın.
 
Öte yandan psikolog, rehberlik ve psikolojik danışmanlık gibi branşların öğretmenlerini de galiba hiç görmedim ya da o kadar az gördüm ki hiç iz bırakmamış bende.
 
Günlük bazı ufak tefek isteklerimizi okul yönetimine iletmek, bir tür bağlantı sağlamak dışında pek bir işlevi olduğunu hatırlamıyorum bahriye mektebindeki rehberlik, psikolojik danışmanlık müessesesinin (DzHO'daki gey talebe soruşturmasına psikologlar ve rehber öğretmenler de katılmış).
 
Öte yandan yalnızca subaylar ve öğrenciler arasındaki etkileşim değil, aynı zamanda üst sınıf - alt sınıf arasında da erkekliğin kurulması/öğretilmesi üzerinden bambaşka bir münasebet vardı, hala öyledir herhalde.
 
Birkaç küçük istisna hariç asla dayak atılmayan bu okulda, kurumsallaşmış "ceza talimi" uygulaması bulunuyordu. Bizim zamanımızda ceza talimi üst - ast münasebetini, emri sorgulamadan mutlak itaati, tavizsiz disiplin algısının geliştirilmesini sağlamakta çok önemli bir yere sahipti.
 
Bir üst sınıftan öğrenciler aralarına ast sınıftan birini alıp ona saatlerce şınav çektirebilir, işaret parmaklarının ucu ile dakikalarca bir duvara dayalı durmasını "emredebilir", ayakkabısını boyatabilirdi.
 
Gerekçesi ne olursa olsun ergen çocukların yatılı okuduğu her türlü sivil ve/veya askeri okulda benzer tatbikatlara rastlamak mümkündür tabii. Ama askeri okulda bu durum inanın çok daha ciddidir.
 
Her şey çok erkektir, gelişim aşamasında ruha erkekliği kazımanın yollarıdır bunlar; pedagojik açıdan yanlış, askeri açıdan "gereklilik"tir. Sistem tümüyle erkekliğin yüceltilmesi üzerine kurulur, iktidar mutlaka erkektedir, erkektir. Osmanlı da dahil bilmem kaç yıllık tarihinde orduda tek bir kadın general/amiral olmaması başka nasıl açıklanabilir?
 
Arkadaşımın başına gelen
Birey bu şartlar altında eşcinsel olduğunun farkına varır, bunu başkaları da anlarsa yapabileceği tek şey askeri tabirle sivil hayata intisap etmektir, tıpkı ismi bende saklı bir sınıf arkadaşımın başına geldiği gibi.
 
Lise ikinci sınıfa geçtiğimizde o artık bir eşcinseldi, kendisini, ruhunu, bedenini tanımış, cinsel yönelimini fark etmişti. Eşcinselliği halinden, tavrından, konuşmalarından anlaşılıyordu.
Kaldığı yatakhanedeki arkadaşlarından, okuduğu sınıftaki sıra arkadaşına varıncaya kadar herkesin dışlayıcı, ötekileştirici muamelesine maruz kalıyordu. Hakkında fısır fısır bir şeyler konuşulurdu köşe bucak.
 
Hep yalnızdı, sürekli onun hakkında konuşan bir ergen kalabalığının ortasında yalıtılmıştı. Eşcinsel olduğunu ima eden çirkin lakaplar takılıyordu, incitici. Adeta vebalı muamelesi görüyordu.
 
Dalga geçmek için tepesine üşüştüklerinde "değilim" diyordu, "vallahi homo filan değilim". Giderek daha içe kapanık bir çocuk olmuştu.
 
Ne zaman ayrıldığını tam hatırlamıyorum okuldan, belki o yılın ortasında, belki sonuna doğru. Yalnız o da değildi, ertesi yıl bir alt sınıftan iki öğrenci gey oldukları gerekçesi ile okuldan gönderildiler.
 
Silahlı kuvvetler kapılarını gey olduğu anlaşılanların yüzüne hemen kapatıyordu. Gerçi bu konuda sivillerin de geri kalır yanı yok. Gey hakemin hakemlik hayatı biter, ameliyatla cinsiyet değiştiren öğretmen kadın olduktan sonra memuriyete bin bir zorlukla döner. Böyle örnekler o kadar çok ki!
 
Ben ise liseyi bitirip DzHO'ya geçtim, bir yılı doldurmadan da askeri nizamın bana hiç uygun olmadığını görüp ayrılmaya karar verdim. Aslında okuldan ayrılmayı lisedeyken kafama koymuştum, çeşitli nedenlerden ötürü gecikmeli bir ayrılık oldu.
 
Ailemi, okuldaki subayları, hemen herkesi karşıma alıp verdiğim bu karardan da hiçbir zaman pişmanlık duymadım. Üniversiteye girdim, daha diplomayı almayı beklemeden gazeteciliğe başladım, gecikmeli olarak mezun oldum. 1990'lı yıllardı.
 
Lise ikinci sınıfta eşcinsel olduğu ve bu nedenle orada "barınamadığı" için ayrılan o arkadaşımı görüyordum İstiklal Caddesi'nde sık sık. Kıvırcık saçları lüle lüle beline kadar uzamıştı. Uzun ve albenili tunikler giyiyordu, artık gülümsüyordu, belli ki hayatından memnundu.
 
Her görüşümde bir selam vereyim, halini hatrını sorayım istiyordum ama ona askeri geçmişini hatırlatıyordum sanırım, gözlerini kaçırıp beni görmezden geliyordu. Ben de her defasında selam verme çabasından bir iki deneme ve başarısızlığın ardından vazgeçtim.
Bir gün kalabalık bir arkadaş grubu ile caddenin hemen girişindeki Fransız Kültür'ün önünde oturuyordu. Yanlarından geçip biraz ilerlemiştim ki birisinin bana seslendiğini duydum. Arkamı dönüp baktım. Oydu. Geri döndüm ve "merhaba" dedim bildiğim ismiyle hitap ederek. "Artık adım o değil" dedi, dünya edebiyatının en önemli kadın karakterlerinden birinin ismini kullanıyordu. Gülümsedik karşılıklı.

"Askeri okuldan arkadaşım olur"
"Gel, seni üniversiteden arkadaşlarımla tanıştırayım" dedi. Beraberce kalabalık genç öğrenci grubunun arasına girip duvarın üstüne oturduk. "Murat askeri okuldan arkadaşım olur" diye takdim etti beni kalabalığa.
 
İlk kez duymuşlardı askeri okul mevzusunu. Çok ilgilendiler. Hatta kimi şakalara da konu oldu, gülüştük hep beraber. Sohbet ettik uzun uzun. Eski günlere pek fazla girmeden konuştuk, yeni okullarımızdan, öğrenciliğimiz sırasında arada sırada para kazanmak için yaptığımız işlerden, gelecek planlarından...
 
O filoloji okuyordu, istediği hayatı yaşıyor, istediği gibi giyiniyordu, eskisine göre daha mutluydu. Oysa, kılık kıyafet seçimleri, yaşam biçimleri bahsettiğim arkadaşımınkinden farklı olup eşcinsel kimliğini gizlemek zorunda olan kim bilir kaç kişi daha vardı, sivil hayatta da öyle. Sadece travestiler için değil, bambaşka yönelimleri olan geyler için de geçerli değil mi aynı şey?

Sihirli sözcük
Sihirli sözcük: Mutluluk. Hepimiz için en önemli şey o değil miydi?
 
2000'li yılara vardığımızda artık onu göremez olmuştum. "Filolojide öğrenciyken dilini okuduğu ülkeye gitmiştir" diye düşündüm yıllarca. Bugünlerde de aynı şeyi düşünüyorum.
Eşcinsellerin görece daha rahat yaşadığı o batılı ülkedeyse eğer, gündemdeki son tartışmaları da takip ettiyse hani, geri dönmez diye düşünüyorum.
 
Eşcinsel olmanın hayatın hemen her alanında saklanacak, utanılacak bir vaka kabul edildiği, eşcinsellerin (askerlik de dahil olmak üzere) istediği mesleği yapmalarına imkan tanınmadığı, aileden sorumlu kadın bakan Aliye Kavaf'ın "Eşcinsellik hastalıktır" buyurduğu, en "tabu yıkan (!)" yayın organlarının sayfalarından homofobinin yurt sathına bir zehir gibi yayıldığı, travesti ve transeksüellerin üzerine araba sürüp onları ezmekten zevk alanların hayatı gaspettiği bu ülkede yaşamak istememesini anlıyordum.
 
Hayatın sivil-askeri her alanında tıpkı heteroseksüeller gibi, eşcinseller de var ve tabii herkesin de özgürce kendi kimliği ile yaşama hakkı.
 
Kısacası ne zaman ki askeri okullarda, kışlalarda, üniversitelerde bu gerçeklik genel kabul görür, işte o zaman dünya herkes için daha yaşanır bir yer haline gelir. Kendi cinsel yönelimini saklamak zorunda kalıp acı çeken askerler için de...


Etiketler: insan hakları, askerlik
İstihdam