23/10/2012 | Yazar: Sarphan Uzunoğlu

Neo-liberalizmin kamusal alan tahayyülünü gerçekleştirmek ‘gönüllü muhafazakârlar’a olduğu kadar Ağaoğlu gibi gönüllü girişimcilere de kalıyor.

Tüm gazetelerde boy boy Ağaoğlu var. O artık hayatımızın vazgeçilmez bir parçası. Ne Sabancı gibi sempatikliğe oynuyor ne de Koç gibi bir elitizm derdi var; konut ve iş yerlerinin değil özgüveninin reklamını yapan bu adam medya dünyasında Sinan Çetin neyse muhtemelen emlak dünyasında bunu temsil ediyor. İç içe geçen ilişkiler ağında, iflaslardan çıkışlara, golf sopalarından parçalanan yatlara onun dünyası bize büyük geliyor.

Ağaoğlu’nun bir gün ardından ise medya yeni bir gündemle baş başa. Güvenilir konutlar ve İstanbul’un “deprem hafızası” sorgulanıyor. Ağaoğlu asıl reklamı dün mü yaptı bugün mü yaptı tartışılır; ancak köyden kente göç politikalarıyla yemlenen müteahhitler korosu bugün de toplu konutlarla servetlerine servet katmanın derdindeler. Reklamlarda Ağaoğlu’nun “kendine has” yakışıklılığıyla bizi sarsan yüzünü gördüğümüz ortada, ancak hemen altında beliriveren logolar bize çok daha net şeyler söylüyorlar. Neoliberalizmin kent anlayışı bu, bu hükümetin bizim için yapacağı yeni kent bundan ibaret.

Şehrin merkezi olmayan kısımlarına konumlanan bu yeni kentler; akışkan nüfusu engellemekle kalmıyor, oluşturdukları sınıfsal kampüslerle birlikte kentin tam ortasında sınıfsal farklılıkların vesikası olarak duruyorlar. Zaten bu kentsel dönüşüm süreci, yalnızca devlet eliyle gerçekleşmiyor. Değeri artan arazi ve bölgelere süren “akın” orada uzun süredir yaşayan yurttaşı kovmaya kadar varıyor. Aslına bakılırsa, Avcılar’da yaşadığımız “trans bireylerin yaşadığı apartmana saldırı” olayları da bunun güzel bir örneği. Geçmişte kimsenin yüzüne bakmadığı araziler, devletin ve yerel yönetimlerin politikalarıyla değerli hale getirilirken, neoliberalizmin kamusal alan tahayyülünü gerçekleştirmek “gönüllü muhafazakârlar”a olduğu kadar Ağaoğlu gibi gönüllü girişimcilere de kalıyor.
 
Aynı Ağaoğlu’nun geçen yıl tam da bugünlerde katıldığı Tarafsız Bölge’de söylediklerini hatırlayalım:
 
2000′li yıllardan önce inşaa edilen neredeyse tüm binaların kötü malzemeyle inşaa edildiğini anlatan Ağaoğlu, 1998′den önce İstanbul’da inşaa edilen binaların çoğunun Van depreminde yerle bir olan binalardan daha kötü olduğunu iddia etti.
Ağaoğlu’na göre 2000’li yıllardan önce yapılan tüm inşaatlarda deniz kumu kullanıldı. Üstelik sadece beton değil demir de kötü kaliteydi.

Ağaoğlu ile ilgili olarak ihmal yahut kasıttan herhangi bir soruşturma açıldı mı bilmiyoruz, en azından internet kayıtlarında böyle bir şeye rastlamak zor. Ancak devletin böyle bir itirafta bulunmuş bir insana Toplu Konut konusunda yardım destek ve proje sağladığını, alan açtığını biliyoruz. Sanıyoruz ki bu bile tek başına Ağaoğlu’nun meşruiyetini sorgulamak için bize yeterli kredi sağlar.

Kredi demişken, Türkiye’deki “taşınamazlar” üzerine kurgulanan ekonomik yapının çözülmesine ne kadar kaldığını da tartışmak şart. Türkiye’de ABD’deki türde bir Mortgage krizi ekonomik çemberin türü nedeniyle yaşanamayabilir; ancak bireylerin ekonomileri bazında işlerin çok ciddi cezalara ve yaptırımlara varan bir ekonomik krize ulaşmaması pek mümkün gözükmüyor.

Yakın zaman içerisinde AVM’lerde ve konutlarda yaşanan bu sayıca artışın, bilgi toplumunun zamanla kendisini yenileyememesi sonucu ve mevcut siyasal durumun savaşla başbaşalığı göz önüne alındığında bir krize dönüşmesi olası.

Felaket kapitalizminin yeni stratejisinin bu kadar proaktif olması belki de bundan. Öyle ya, İstanbul mevcut ekonomik sistemin kalbi ve buradaki fiziki yapının yıkılması, “kurtarılamayacak” bir bilgi toplumu krizi yaratır, üstelik Ağaoğlu gibi kapitalistler, “yıkılmış bir İstanbul” üzerinden yeterince kar edemezler.

Devletin ve Ağaoğlu’nun can sağlığınızı düşündüğüne iman etmekte serbestsiniz; ama tercihen şüphenin kıvrak yollarında ısrar edin.

Etiketler: yaşam, gezi/mekan
İstihdam