20/02/2009 | Yazar: Cihan Dağ

"Sen bakma havanın durgunluğuna  Derya dediğin uyur uyur uyanır...

"Sen bakma havanın durgunluğuna
 Derya dediğin uyur uyur uyanır... "
 
Resmi tarih Anadolu ayaklanmalarından bize kalan mirasın üzerine asfalt çekiyor. O şanlı başkaldırış kitapların arasından bir karalama kağıdı gibi koparılıyor. Şeyh Bedrettin, Torlak Kemal, Börklüce Mustafa, Baba İshak, Şah Kulu, Kalender Çelebi... Hepsi Anadolu Halkının sömürüye karşı verdiği şanlı mücadelenin önderleridir. Onlar bugünün devrimcileri gibi kendinelerini sömürünün kaldırılması davasına adamışlardı. On binleri ardına alıp, kendi dönemlerindeki imparatorluklara karşı büyük zaferler kazanmışlardır. Ders kitapları geçmişi ne kadar parlatmaya çalışırsa çalışsın, bugün olduğu gibi o günlerde de sömürücü ve sömürülen sınıflar vardı. Sömürücü sınıflar bizi bu şanlı mücadele geleneğinden yoksun bırakmaya, bu geleneğe geniş emekçi kitlelerinin sahip çıkmasını önelemeye çalışıyor. Yüzyıllar önce Anadolu halkının ataları sömürüye karşı böyle güçlü bir şekilde karşı koymuşlarsa, onların torunları daha tutarlı bir yol gösterici olan bilimsel sosyalizmin ışığında daha çok şey yapabilir. Sömürücüler bu kitlenin neler yapabileceğini gayet iyi biliyorlar. Bu yüzden sömürüye karşı mücadele geleneğimizi unutturmaya çalışıyorlar.
 
Sömürücü hakim sınıfların bu güçlü ama çoğu başarısız ayaklanmalardan söz etmemelerinin bir nedeni de devletin gücünün yenilmez olduğu inancını yaratmaktır. Ama Anadolu halk ayaklanmaları sömürücülerin devletinin, Osmanlı İmparatorluğu'nun gücüne darbeler indirmiştir. Yeterince bilinçli olmayan, ortaklaşa üretimde bulunmayan yoksul köylü kitleleri Osmanlı sömürücülerinin devletinin bir çok ordusunu yenmiştir. Bunların öğrenilmesi kitlelerde kendine güveni arttırır, mücadele bayrağının daha da yükseltilmesini sağlar, yılgınlığı ve bozgunculuğu önler.
 
Osmanlı devletinin fetihlerinin sonucunun başarılılığı da başarısızlığı da vergi veren halka zarar olarak dönmekteydi. İstanbul'un alınması Konya'da ki halkın hiç bir işine yaramadığı gibi, artan topraklar vergi artışına sebebiyet vermekteydi. Duraklama ve gerileme devrinde ise fetihler başarısızlıkla sonuçlandığı için devletin hazinesine bir şey girmiyor ve bu açığı kapatmak için vergi arttırımı yoluna gidiliyordu. Yani her iki seçeneğin vebali de ezilen halka yükleniyordu. Bunun güncel örneği ağırlığını yoğun bir şekilde hissettiren küresel krizin etkilerinden en az zararla kurtulmak için devletin yeni zamlarla halkı sömürmesi ve krizin bedelini halka ödetmesidir.
 
Özetle; Osmanlı İmparatorluğu askeri genişlemeye dayanan merkezi feodal bir yapıya sahipti. Sömürücü hakim azınlık ders kitaplarında bu fetihlerin, istilaların reklamı yapılıyor. Ama bu fetihlerin hangi sınıflara yaradığını gizliyor. Bu istilalar Osmanlı İmparatorluğunun emekçilerine yaramadı. Yüzbinlerce yoksul köylü her zaman açlık içinde yaşadı durdu. Halktan toplanan vergilerle ve savaş ganimetleriyle saraylar yapıldı, padişah ve beyler haremler kurdular, zevk ve sefa içinde yaşadılar. Böyle bir baskı ve sömürü mekanizması ister istemez tepki yaratır. Şiddet şiddeti doğurur. Baskıya karşı direnenler olur. Hele Osmanlı İmparatorluğu artık yeni yerler işgal edememeye başlayınca aksine elindeki yerlerin bir kısmınıda kaybedince yoksul köylüler üzerindeki baskı daha da arttı.
 
Kapitalizmle birlikte bir malın üretiminde iş bölümü gelişti. Eskiden bir işçi bir malın tümünü üretirken artık bir malın ancak çok küçük bir bölümünü üretmeye başladı. Yani artık sömürüyü sona redirmek isteyen bir otomobil fabrikası işçisi fabrikadan ayrılıp kendi başına otomobil yapamaz. Hem sömürüyü kaldırmanın hem de otomobil üretebilmenin tek yolu fabrikayı ortak mülkiyete geçirmektir. Yani Baba İshak'ların, Bedrettin'lerin hayalci ortak mülkiyetçi görüşleri artık maddi bir temel kazandı. Kitlelerin çıkarları zorunlu olarak ortak mülkiyeti çağırıyordu.
 
Bugün Türkiye'de ortaklaşa üretimde bulunan milyonlarca işçi var. Emperyalistler onlarla bütünleşmiş yerli tekelci burjuvazi ve bunlarla işbirliği halindeki büyük tefeci tüccar ve toprak ağalarından meydana gelen sömürücü bir hakim azınlık tüm emekçileri sömürüyor. Bu emekçilerin sömürüye karşı mücadelesine artık Bedrettin'in hayalci ortak mülkiyetçi görüşleri değil toplumların gelişminin bilimi olan işçi sınıfı ideolojisi (sosyalizm) rehberlik ediyor.
 
İşin özü bir şey gayet açık ki; Anadolu halkının sömürüye karşı şanlı bir mücadele geleneği var. Ve günümüzün sömürücü hakim sınıfları bu geleneği unutturmaya çabalıyor. Emekçi kitlelere sömürücü sınıfların ırkçı tarihini değil, Anadolu emekçi halkının sömürüye karşı mücadele tarihini öğretmeliyiz. Otoritenin bu mirası unutturmamasını sağlamalıyız.
 
 
 
 
 
 


Etiketler: yaşam, siyaset
nefret