28/12/2009 | Yazar: Yıldırım Türker

Bu dönemden arda kalan, bu fotograf olsun istiyorlar.

Bu dönemden arda kalan, bu fotograf olsun istiyorlar.

Bir ibret ayini. Eski meydanlardaki idamlar gibi. Biz de halk olarak çekirdek çitleyerek bu uğursuz ayini seyredelim. İstedikleri budur.
Yoksa 10’u belediye başkanı olan 35 kişiyi tek sıra halinde kelepçelere vurup fotografının çekilmesini isterler miydi? Böyle mi getiriliyor insanlar adliyeye?
Hayır. Ama bize sunulan resim, bundan sonraki hayatımızın belgesi olarak kalsın istiyorlar.
Bu fotografı bir an olsun unutmadan, o sıraya kelepçeli dizilmiş adam ve kadınlara uzaktan, oturduğumuz koltuklardan bakalım, durmadan bakalım diye.
Bu fotograf, Türkiye halklarına, devran dönse de kul değişse de değişmem diyen devletin erken yeniyıl armağanı.

Büyük prodüksiyon. 51 tevkifatını, Dersim katliamını, toplu mezarlara gömülüvermişlerin ölüme götürülüşünü, bu toprakların daha birçok anısını yeniden canlandırmak için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamış. Büyük ihtimalle, bu resmi kafasında gören ve gösterilmesine karar veren merciin gönlünde bu 35 kişiyi zincire vurup, ayaklarındaki prangaları sürüyerek yürütmekti. Plastik kelepçeyle yetinmek zorunda kaldıkları için modern zamanlara küfretmişlerdir belki.
Plastik keşfedildi, mertlik bitti.
Şimdi, herkes yakınına sorsun, aynanın karşısına geçip sorsun, tanıdığına tanımadığına sorsun.
‘Ey hassas çoğunluk! Bu fotograf karşısında biraz olsun rencide olmuyor mu hassas yerleriniz? Şuncacık olsun utandırmıyor mu sizi, bu insanların gördüğü muamele?
Bu hizaya getirilip teşhir edilen insanlar at hırsızları değil. Kaldı ki at hırsızlarının da böyle teşhir edilmemesi gerektiğini öğrenmedi mi insanlık?
Bu insanlar, milyonların temsilci olarak seçtiği, yeri yurdu belli insanlar. Halklarının gözbebeği bir çoğu.
Savaşçı, bombacı, suikastçı, kundakçı değiller. Onlar siyasetçi. Meşru bir zeminde sözlerini dolaşıma sokmaya çalışan seçilmişler.
Onları böyle gördüğünüz zaman koltuklarınız kabarıyor mu? Zafer hissiyle titriyor musunuz?
Kürt illerinde ‘Onurlu bir barış istiyoruz’ diye haykırıyordu ya millet, alın size onur levhası demek istiyor musunuz? Kürtlerin böylesine hoyratça incitilen onurları nelere mal olacak, hiç mi hesaplayamıyorsunuz?
Bu mizanseni düşünen kafalar Kürt temsilcilerine kürek kaçkını, kılıç artığı, zincirlik insanlar muamelesini reva görürken hedefledikleri nedir, hiç düşündünüz mü?
Pekiyi bu resmi büyütüp çerçeveletip evinize televizyonun üstüne, büronuza, işyerinize asacak mısınız? Atatürk resminin yanında bir yer ayırdınız mı, haddini bilmeyen Kürtlerin hak ettiklerini gösteren bu ibret levhasını?’
Kirli niyet, hayatımızın savaş burcundan çıkamaması için yeniden, yılmadan savaş ilan ediyor.
Hepimizi o beter Araf’ta bırakmaya yönelik.
Siyaset yapmaya çalışan, hakkını arayıp sözüne sahip çıkan Kürtleri de ne ovada ne dağda istiyor.
Onları yıllar önce yasaklanmış olan yaylalara hapsediyorlar. Orada kalın. Gözümüzün altında, sessizce.
Hassas Türk çoğunluk, bu durumun kendi hayatlarını da zehir edeceğini hissedemiyor mu?
Bu kadar intihari mi olduk? Ordumuzun yolunu mu izliyoruz?

Demirbaş’ın çilesi
Bu fotografta hizaya getirilmiş pozuna zorlananlardan biri de Merkez Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş.
Daha önce de Demirbaş’ın Devlet’le başı derde girmişti. Defalarca.
Ama en son onu ve eşini, konuyu mahcup bir telaşla magazinleştirmeye çalışan basın organlarından izlemiştik. Başarılı bir öğrenci olan oğullarının dağa kaçıp gerillaya katılmışlığı üstüne söyleşisi yayımlanmıştı.
Abdullah Demirbaş’ın Belediye başkanlığı’nın feshedilmesi süreci Avrupa Sosyal Forumu’na (ASF) sunduğu “Çok Dillilik Işığında Belediyecilik ve Yerel Yönetimler” makalesini belediyenin resmi İnternet sitesinde yayınlamasıyla ivme kazanmıştı.
Demirbaş’ın Türk Ceza Kanunu’nun 220/8. maddesi uyarınca “Basın yoluyla terör örgütünü veya amacının propagandasını yapmak” suçlamasıyla 3 yıla kadar hapsi isteniyordu.
Demirbaş, 2006 Haziran’ındaki ilk duruşmasında yaptığı savunmada, “Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok dilli olduğunu söylemenin bölücülük olmadığını düşünüyorum. Her şeyi tekleştirmenin Türkiye’yi böleceğini düşünüyorum” dedi.
Sur Belediyesi birkaç yıldır hizmetlerini Türkçe ve Kürtçe olarak veriyordu.
İçişleri Bakanlığı da durmadan soruşturma açıyordu. Sözgelimi  10 Aralık 2006’da İnsan Haklar Haftası etkinlikleri kapsamında belediye sınırları içinde astığı Türkçe’nin yanı sıra Kürtçe’nin Kurmanci ve Zazaki lehçelerinde “İnsan, haklarıyla insandır” yazılı afişler, yine Kürtçe ve Türkçe yürütülen ‘organ bağışı’ kampanyası Bakanlık ve Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturulan girişimlerdi.
Demirbaş yılmadan belediye hizmetlerinin yerel hizmetler olduğunu, halkla diyalog kurulacaksa bunun halkın diliyle yapılması gerektiğini vurguluyor. “Derdimiz anlaşılır olmaktır, bir dilin bir başka dile egemen olmasına yönelik bir düzenleme yapmak değildir” diyordu. Nitekim sosyolog Aslan Özdemir’inaktardığı Suriçi beldesi anket sonuçları şöyleydi: Halkın yüzde 24’ü Türkçe, yüzde 72’si Kürtçe, yüzde 1’i Arapça ve yüzde 3’ü Ermenice ve Süryanice konuşuyor.
Sur Belediyesi’nde temizlik eğitimi, halk toplantıları ve çocuklara yönelik etkinliklerde Süryanice, Arapça, Ermenice de kullanılmaya başlanmıştı. Demirbaş uygulamayla ilgili Türk Hava Yolları’nın yolcularına daha iyi hizmet vermek ve anlaşılmayı sağlamak için hizmetlerini hem Türkçe hem İngilizce sunması örneğini veriyordu.
Ama Danıştay 8. Dairesi sonunda, Diyarbakır’ın Sur Belediyesinin Türkçenin yanı sıra Kürtçe ve Arapça gibi dillerde de hizmet verdiği gerekçesiyle Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın başkanlığının düşürülmesine ve belediye meclisinin feshine karar verdi.
 Hatırladınız mı?
Şimdi belki siyasette, barışa yatırım yapmakta, meşruiyet sınırları içinde hiçbir çıkış göremeyip kendini dağlara vuran gencecik oğluyla hesaplaşıyor kafasında.
Kavuşmaları bir başka bahara kaldı. Şimdi Demirbaş dağa çıkmadığı için cezalandırılıyor.
Bu baskı, bu gözaltılar, bu dozu artırılmış düşmanlık karşısında geçtim vicdanından, adalet duygusundan, canını seven her vatandaşın tepki göstermesi gerekmektedir.
Yine ölüm fermanımız yazılıyor yüksek yerlerde.


Etiketler: yaşam, siyaset
İstihdam