04/06/2009 | Yazar: Selçuk Candansayar

Son olarak KESK merkez ve şubelerine yapılan baskınla Türkiye’de süren iktidar savaşlarının üç temel eksende bir çeşit ‘Cadı Avı’na dönüştüğü ortaya çıkmıştır.

Son olarak KESK merkez ve şubelerine yapılan baskınla Türkiye’de süren iktidar savaşlarının üç temel eksende bir çeşit ‘Cadı Avı’na dönüştüğü ortaya çıkmıştır. Dincilerin üç cadısı olduğunu söylemek mümkündür.

İlk ikisi, politik düzlemde AKP’ye ve/ya da her türden dinci baskıya karşı çıkan herkesin ‘Ergenekoncu’ ya da ‘PKK’li olmakla yaftalanmasıdır.

Üçüncüsü ise politik olmaktan çok gündelik hayat tarzlarına yönelik muhafazakârlık, toplumsal değerler ya da ahlak adı altında sürdürülen dışlayıcı, nefret söylemidir.

Bir şekilde ister politik isterse gündelik hayatın yaşanma tarzı olarak dinci söylemin dışında kalan herkes bu ikili/üçlü kıskaç altında damgalanmakta, teşhir edilmekte ve cezalandırılmaktadır.

Cezalandırma ya somut anlamıyla örneğin eşcinsellere yönelik olduğu gibi nefret söylemiyle eyleme dökülmekte ya da en yalın anlamıyla kendileri gibi olmayanlar, ‘iş’ verilmeyerek hizaya getirilmektedir.

Dinci hayat tarzının en azından dışsal özelliklerini yerine getirmeyenlerin belediyelerde, bürokraside iş bulmaları, terfi etmeleri, ihale kazanmaları vb olanaksızlaşmaktadır.

Bu durum bir çeşit Engizisyon sürecine benzemektedir. Engizisyon 13. yüzyılda Avrupa’da kilise öncülüğünde kurulmuştur. Engizisyon önceleri iyi bir Hıristiyan’ın nasıl olması gerektiğine karar verme görevini üstlenmiştir. Engizisyon sorgucuları gittikleri yerlerdeki insanların düşüncelerinden, kılık kıyafetlerinden, gündelik hayat tarzlarına kadar her türden özelliklerinin iyi bir Hıristiyan olmaya uygun olup olmadığını denetlemişlerdir.

Ancak zamanla Engizisyon iyi Hıristiyan’ı tanımlamaktansa önce kötü Hıristiyan’ı, ardından Hıristiyan olmayanı, sonunda da Hıristiyanlığın en büyük düşmanı olan cadıları tanımlamaya başlamıştır. Bir süre sonrada iyi Hıristiyan olmayan herkesin cadı olabileceği kabul edilir olmuştur.
On beşinci yüzyılda iki Dominikan keşiş tarafından yazılan ‘Malleus Maleficarum’ (Cadı Tokmağı) adlı kitap, cadıların nasıl tanınacağını anlatan bir rehber olarak kullanılmıştır. Bu kitapta cadılar ayrıntılı olarak tanımlanmış ve yakılmaları gerektiği belirtilmiştir. Önceleri kilisenin ölçütüne uygun olmayan inançlara sahip olanlara cadı suçlaması yöneltilirken ardından önce delilere sonra işsizlere, boş gezenlere, suç işleyenlere, dul kadınlara, zina yapanlara, eşcinsellere diye cadı ölçütleri giderek genişletilmeye başlamıştır.

Daha sonraları ise fiziksel, ruhsal, düşünsel, dış görünüm ya da davranışsal olarak ‘farklı’ olanların tümü cadı ya da büyücü olarak adlandırılmaya ve cezalandırılmaya başlanmıştır.
Çökmeye başlayan feodalizmle birlikte kilise egemenliğine karşı reformculardan kaynaklanan tehditle mücadele etme çabası engizisyonun itici gücüdür. Kilise, egemenliğini engizisyon aracılığıyla koruma çabasındadır.

Her toplumsal kriz ve dönüşüm döneminde iktidar kavgasının önemli bir aracı bu türden cadılık suçlamaları ve sürek avları olmuştur. Nazilerin cadısı Yahudilerdi, Mc Carthy’ninkiler ise ‘komünistler’.

İktidarlar cadı üretmeye başlamışlarsa o toplumun kriz içinde olduğunu söylemek mümkündür.
Ve her iktidar, dönüşüm dönemlerinde, topluma cadılar aracılığıyla tektipleşme çağrısı hatta dayatması uygular. Kendisine boyun eğmeyenin kendisi için değil, toplum için tehlikeli olduğu yanılsamasını yaygınlaştırır. Kendi karşıtını toplumun karşıtıymış gibi göstermeye çalışır. Bir kere cadı suçlaması başlayınca herkes cadı olmadığını kanıtlamaya çalışır.

Ergenekon, Kürt sorunu ve gündelik hayat tarzı alanlarında dinciler gibi düşünmeyenler cadılaştırılır. Cadılar gürültülü baskınlarla gözaltına alınır ve onların aslında iktidara karşı değil topluma karşı eylem hazırlığında oldukları iddia edilir.

Bu sürek avından kurtulmanın yolu cadı olmadığını kanıtlamaya çalışmak değil, tersine cadılık yapmaktan geçer. 


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam