14/06/2013 | Yazar: Nevin Öztop

Kültür, aile değerleri ve din adı altında, dünyanın birçok siyasî lideri, Erdoğan’ın cinsiyetçi ve homofobik söylemlerini ve politikalarını görmezden geldi.

Bir parkın ortadan kaldırılması, tüm bir ülkeyi nasıl bu kadar kızdırabilir? Direnme duygusu, bir ülkenin her bir sokağını nasıl birbirine bağlayabilir? Bir halk, gece gündüz gazın içinde yaşamaktan ve polis şiddetine maruz kalmaktan nasıl hiçbir şekilde korkmaz ve sakınmaz hale gelebilir? Ve daha da önemlisi, bu eylemin halkı, artan direnişin her detayını ve polis gaddarlığını bir neşe ve komedi kaynağı olarak nasıl yaşayabilir?
 
“Dostum, bu gaz çok güzel!”, “Alkolü yasakladın, millet ayıldı!”, “İlk milli gaz festivaline hoşgeldiniz!”, “Gaz, cildi güzelleştirir!”, “Şşşt Starbucks, biz köşedeki kahveci amcanın dükkânını tercih ediyoruz.”, 40’ı aşkın şehrin sokaklarını doldurmuş binlerce yazıdan sadece birkaçı. Hepi topu birkaç gün içinde, grafiti ve sprey mesajlar, günlük hayatlarımızın bir parçası oldu. Futbol takımlarının ele geçirdiği TOMA araçları, internette satışa sunuldu. Boşalan gaz kutuları, çiçeklerin yeni evleri oldu.
 
İstanbul’daki parkın alevi, ülkenin her noktasını içine aldı ve eylem direnme ya da direnmeme meselesine dönüştü. Peki, neden? Bir ülkenin Başbakanı, o ülkenin aynı zamanda jinekoloğu, mimarı, doktoru, babası, sosyal hizmet uzmanı, öğretmeni, sinema eleştirmeni ve gazetecisi olarak kendine bir rol biçiyorsa, işte o zaman kişinin “Artık yeter!” demek için birçok nedeni vardır.
 
Adalet ve Kalkınma Partisi’ni salt İslamcı bir parti olarak anlatarak yola yanlış başlarız zannediyorum. Eylemleri, toplumun seküler kesiminin İslami kesime karşı mücadelesi olarak özetlemek de bağlamdan kopuk bir okuma olur düşüncesindeyim. AKP; bugünün muhafazakar dünyasının ihtiyaçlarını okumada yetenekli, popülist ve liberal bir siyasi parti olmanın ötesinde değil özellikle şu yaşananlara bakıldığında. Hepimiz iyi biliriz partilerin popülist olduklarında ne kadar cinsiyetçi, ırkçı ve milliyetçi bir yüze büründüklerini ayrıca. Eylemlerin, oy vermeyen %50’nin oy vermiş diğer %50’ye karşı bir kavgası olmadığını da söylemek gerekir. Bu eylem, şu an aldığı hal ile, yaşamlarımız, bedenlerimiz, seçimlerimiz ve geleceğe dair ümitlerimize yönelik müdahalelerin sesidir.
 
Tepkiler, bir bütün olarak partisine yönelmekten çok aslında direkt Erdoğan’ı hedef alıyor. Seçildikten bu yana geçen 11 yılda, Erdoğan’ın sözleri ve tavrı, birleştirmekten çok ayırma görevi gördü. Erdoğan, sendikalardan tutun kadın hareketine, gençlerden tutun medyaya kadar her kesimi ayırmayı bir başarı bildi ve bunu bir yere kadar başardı da. Eylemlerin 2. gününde, “Evde tutmakta zorlandığımız, halkın bir diğer %50’si var.” diyerek eylemdekileri tehdit etmekte bir sakınca bile görmedi bu bağlamda.
 
Bölge için epey yıllardır “rol model” olarak tasvir edilen Türkiye, çok da parlak olmayan günlerden geçiyor şu sıralar. Zaten en başından bu yana kendisine dair umut beslememiş olan sayısız kesim değil hayal kırıklığını yaşayan; bu umudun sahibi dünya liderleri yaşıyor bu şaşkınlık ve hayal kırıklığını sadece. Müslüman ve aynı zamanda “modern görünüşlü” güçlü bir liderin ve bölgesel bir müttefiğin varlığı, Batı’nın bölge halklarına ve hayatlarına dair her türlü yanlış kavramını meşrulaştırma şansını verdi.
 
Avrupa Birliği süreci kapsamında ve genel bağlamıyla diplomatik ve en önemlisi ekonomik gelişme gayesiyle, birçok Avrupalı siyasetçi ve bürokrat, Erdoğan’a ve iktidarına takdirle yaklaşmayı tercih etti. Kültür, aile değerleri ve din adı altında, dünyanın birçok siyasî lideri, Erdoğan’ın cinsiyetçi ve homofobik söylemlerini ve politikalarını görmezden geldi. Ayrımcı siyaset, ikili ve çoklu ilişkilerin bereketine gölge düşürmeye asla yetmedi. Bütün bu olaylar olurken ve azıcık gülmek adına, dünyanın Rusya, Suriye ve İran gibi ülkelerin baskıcı liderlerinin Erdoğan’ı demokratik olmaktan uzak bulmasının ironisinin altını çizmek gerekli.
 
Diplomatik danışıklı dövüşün en son örneklerinden birine, Erdoğan’ın Hollanda’ya yaptığı ziyaret sırasında tanıklık ettik. Türk bir çocuğun, Hollandalı lezbiyen bir çift tarafından evlat edinilmesi, iki ülke arasında homofobik bir mesaj trafiğinin önünü açtı. Kendi ülkesindeki lezbiyenlerin hayatlarını karartmayı yeterli bulmayan Erdoğan, bu çiftin hayatına dair de söz söylemeye kendini yetkili gördü, Türkiye’nin dini ve kültürel değerlerine daha yakın ailelerin daha uygun evlat edinme yöntemlerini göklere çıkararak. Kapanış cümlesi Hollandalı meslektaşı Rutte tarafından geldi: “Başka bir açıdan bakılacak olursa, Hollanda’da İslamî kültürden gelen daha fazla Müslüman ailenin evlat edinmesi, çok iyi olur.” Çünkü en nihayetinde, bu toplantının sonunun milyonlarca Euro’luk ticari sözleşme ile sona erdirilmesi gerekiyordu!
 
Bu mücadelenin ömrünü şimdiden kestirmek zor ancak şu söylenebilir kolaylıkla: Türkiye’nin verdiği his artık aynı his değil. Duvar aslında düştü ve memleketin birçok sosyal ve siyasi grubunun arasında zihinsel sınır ortadan kalktı. Bir grup lise öğrencisinin saatlerce biber gazına ve polis şiddetine dayanması, yılmayıp bunu yeniden yeniden yaşaması, pes etmeyip, polis araçlarının ve polislerin arkalarından koşturması bir daha asla yaşanmayabilir. Ancak, bu anı özel ve sonsuz kılan, buna birilerinin şahitlik etmesiydi. Okula zamanında gitmek için yatağından asla çıkarılmayan 14-15 yaşındaki gençler, günün erken saatlerinde uyanıp faşizmi kovalıyordu. Bunu televizyonda gören annem beni arayıp, “Sen ve senin gibi gençlerden özür dilemek lazım. Bir şeyi bu kadar harekete geçireceğinize hiç inanmadık. Sessizliğimizi meğer biz size yıkmışız.” demeyi borç biliyordu bu nedenle.
 
Giymek istediğini giymek, canının çektiğini içmek, sevmek istediğini sevmek, içinde olmak istediğin vücudu gururla taşımak, seni canlı hissettiren kelimeleri söylemek… İstediğiniz her neyse, Türkiye’nin sokakları, gazı ve şiddetiyle hiddetinize çare olacak kıvamda! Sokaklar, LGBT’ler, feministler, Kürtler, Aleviler, futbol taraftarları, üniversite ve lise öğrencileri, ekolojistler, anarşistler, anti-kapitalist Müslümanlar ve halkın birçok kesiminden gelenler tarafından ortak kullanılıyor son haftalarda. Sokaklar, LGBT’lerin ve feministlerin cümleleriyle tamamlanıyor:  “Velev ki lezbiyeniz!”, “Yasak ne ayol?”, “Tayyip’e O.Ç. deme, senle yürüyen orospular var etrafında!”, bu güçlü mesajlardan yalnızca birkaçı.
 
Eylemler bugün bitebilir, herkes evine dönebilir, geride bir iz bile bırakmayabilir. Türkiye’nin televizyon kanalları, polisin şiddetini göstermek yerine yeniden penguen belgesellerine çevirebilir kameralarını. Ancak bir şey haz vermeye devam edecek: Memleketin korku duvarı düştü yere bir kere. Duvar artık Erdoğan’ın oldu, evinden her çıktığında ne olacağını kestirememe telaşı içinde.
 
Bugünlerde herkesin dediği gibi, Türkiye, kızınca çok güzel oluyormuş meğer.
 

Bu yazı, Arnavutluk’un haftalık siyasî dergisi JAVA’dan alınmıştır.  


Etiketler: yaşam
İstihdam