09/11/2009 | Yazar: Deniz Deniz

Bizim ödediğimiz vergilerle maaşlarını alan -ki maalesef söylemek zorundayım devlet eliyle işletilen Karaköy kerhanesinden alınan vergiler de buna dâhildir- Diyanet mensupları

Bizim ödediğimiz vergilerle maaşlarını alan -ki maalesef söylemek zorundayım devlet eliyle işletilen Karaköy kerhanesinden alınan vergiler de buna dâhildir- Diyanet mensupları yine yapacaklarını yaptı. Halkını din konusunda utanca boğmaya devam etti. Çünkü kuruluş amacı yüzyıllardır hurafelerle yozlaştırılmış bir dini inanışı daha sade hale getirmek olan Diyanet İşleri Başkanlığı geçen süre zarfında bu amaca yaklaşmak şöyle dursun nerdeyse geriye gitti. Hurafe denilince bu kurumun aklına nedense sadece çaput bağlamak geldi. 6. asırda insanlığın mutluluğu ve özgürlüğü için doğan İslam dinini, 21. yüzyılda bir ortaçağ engizisyonuna çevirdi adeta. Diyanet şura kararlarıyla eşcinsel vatandaşlarını bir kez daha hem de devlet eliyle utanca boğdu. Sadece eşcinseller mi? 32 kararın neredeyse tümünde bütün Türkiye vatandaşlarını din konusunda özgürleştireceğine utanca boğdu. Biz burada sadece bizi ilgilendiren yani eşcinsellik kısmını ele alacağız ancak bu kararlar analiz edildiğinde, satır aralarında, sinsi bir toplum mühendisliğinin ayak sesleri de görülebilir ayrıca.

İslam'ın değil Diyanet'in tabiatına aykırı

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu'nun IV. Şura Kararlarından 19. karar aynen şöyle diyor: “Kamuoyunda tedirginlik meydana getirecek bir şekilde yayılma istidadı gösteren cinsel davranış bozuklukları karşısında İslam’ın bilinen tavır ve cevabı bütün açıklığıyla belirtilmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, insan doğasına aykırı, Müslüman tabiatının hiçbir şekilde kabul edilemez bulduğu her türden cinsel davranış bozukluğu karşısında, toplumun yeterli düzeyde bilgilendirilmesine öncülük etmeli, kişiler hedef gösterilmeden ve rencide edilmeden, sorunların sağlıklı bir şekilde giderilmesi konusundaki girişimlere destek verilmelidir.”
 
"İnsan doğası ve Müslüman tabiatı" öyle mi? Bu nasıl materyalist bir bakış açısıdır böyle. Bu laflar İslam konusunda ihtisas yapmış insanların mı, yoksa Bolşevik ihtilalının manifestosunu hazırlayanların mı ağzından çıkıyor? Doğrusu ben de bunu anlayamadım. Peki ya "Kamuoyunda tedirginlik meydana getirecek şekilde yayılma istidadı gösteren..." hükmüne ne demeli? Ben de şura kararlarının altına imza atanlara şu soruları sormak istiyorum:
 
1- Eşcinselliğin insan doğasına aykırılığını hangi bilimsel verilere dayandırıyorsun? Doğada insan dışındaki diğer canlı türlerinde de eşcinsel hareketler olduğu halde.
 
2- Dünya Sağlık Örgütü ve Birleşmiş Milletler eşcinselliği bilimsel bir gözle sapıklık, hastalık veya suç olmaktan çıkardığı halde, sen niye ilgi alanın olan teoloji dışındaki alanlardan destek arıyorsun? Üstelik yanlış bilgilerle.
 
3 - Hz. Muhammed'e kırk yaşında Hira mağarasında vahiy inmesi çok mu doğal? Vahiy bir gerçek olarak, başlı başına insan tabiatına aykırı değil mi? Din duygusu bilimsel bir duygu mudur ki, siz eşcinselliği bilimsel desteklerle dışlamaya da çalışıyorsunuz.
 
4 - Din âlimlerinin devletten maaş alması ne kadar İslami? Hele bu maaşın içinde genelevlerden alınan vergiler ile kapitalist sistemin getirdiği faizli kazançlar da olduğu halde.
 
5- Şu "Müslüman tabiatı" tanımınıza resmen ifrit olmuş durumdayım. Öyle bir tabiat mı var. Issız bir adada tek başına büyüyen Hay bin Yakzan'nın hikâyesinden haberiniz var mı? Bırakın Diyanetin din şurasını, hiçbir dini telkinden ve şahıstan habersiz nasıl İslam fıtratını kazandığından.
 
6 - Laik bir ülkede ne zamandan beri Diyanet kamu adına hüküm verebilme yetkisini kullanmaya başladı? Sizin işiniz sadece İslam'ın Sünni mezhebiyle sınırlı sanıyorduk. Kamuya ne zaman el attınız. Sakın Ak Parti İktidarıyla olmasın. Çok merak ediyorum, bu kurulun içinde "porno satın alanlar fişlensin" türü hezeyanları sonunda partiden yollanan sözde iletişimci Edibe Sözen de olmasın. Kararlarda kullanılan dil o kadar benziyor ki bu hanımefendinin kullandığı dile.

"Kamuoyunda tedirginlik meydana getirecek şekilde yayılma istidadı gösteren cinsel bozukluklar..." şeklinde bir cümlenin sorumluluğunu hangi cüretle alıyorsunuz, alabiliyorsunuz? Türkiye Cumhuriyeti'nde eşcinsellik suç olmadığı halde, eşcinseller kanun nezdinde suçlu görülmediği halde, siz ne hakla bu tür hükümlerle adeta eşcinselleri hedef haline getiriyorsunuz. 
 
8 - Madem kamuoyunu bu kadar düşünüyorsunuz o halde kamuoyunun sık sık birbirine karıştırdığı eşcinsellik ve transeksüelliği neden ayrı ayrı işlemediniz? Yoksa siz de mi aynı görecek kadar bilgisizsiniz. Bir ulema edasıyla eşcinselliği Allah adına mahkûm etiniz, peki yine Allah adına transseksüelliği legal hale getiren El Ezher Ulemasının aldığı karardan haberiniz var mı? Yoksa bu karar yüzünüze vurulacak korkusuyla mı es geçtiniz. 
 
Tek tek ağaçlara takılan bir diyanet  

Hem Mevlana hem de genel sufi inancı İslam tarihi boyunca yerleşik ulema sınıfıyla zıtlaşmıştır. Elif Şafak "Aşk" romanında bu çatışmayı Şemsi Tebrizi vasıtasıyla çok güzel kurgulamıştır. Şöyle der Şems: Ne vakit bir yerlerde deprem, kuraklık ya da başka bir felaket olsa Allah'ın gazabının alameti sayarlar. Halbuki apaçık dememiş mi "Rahmetim gazabımı geçer" diye... Buna rağmen bekler dururlar, Hakk'ın onlar için öcalmasını isterler. Hayatları bitmek tükenmek bilmez bir hamaset ve husumetle doludur, sevgisizlikleri üzerlerini örten bir kara buluttur". Ve en nihayetinde o enfes saptama: "Ağaçlara takılıp ormanı gözden yitirme. Tek tek şu ayete bu ayete takılma. Parçaları bütünün ışığında okumak gerekir. Ve bütün özde gizlidir". Evet işte can alıcı noktada bu. Tek tek ağaçlara takılıp ormanı gözden kaçırmak. Diyanet işte bunu yapıyor. Lut kavmine ilişkin inen ayetlerden yola çıkarak - ki Lut Kavmi olayının eşcinsellikle birebir örtüşmediği noktasında inanan eşcinsellerin ciddi iddiaları var- İslam'ın aslında eşcinselleri de kucaklayıcı yönünden yani özünden sapmayı yeğliyor. Dahası bunu bir ulema kararı olarak salık veriyor. Diyanet aslında bir kez daha hıyanet ediyor. 
 
Ben gene Elif Şafak'ın Aşk romanına dönmek istiyorum izninizle. Alın size Şems'in Konya'nın ulema sınıfının ileri gelenlerinden şeyh Yasin’le giriştiği enfes tartışmanın diyalogu:
 
Şems: Sufi der ki, başkaları hakkında hüküm verip yargıda bulunacağıma, ben kendi içime bakarım. Sofu der ki başkalarının her kusurunu bulup çıkarayım. Ama unutmayın çoğu zaman başkalarında hata bulanların kendileri hatalıdır. Teferruata ineyim derken bütünü kaybederler.
Şeyh Yasin: Teferruat mı? Bir kere ulema konumu gereği başkalarının yaptıklarıyla ilgilenmezlik edemez. Halk her hususta bizden fetva bekler. Acaba burnum kanarsa abdestim bozulur mu, seyahat halinde tutmadığım oruçları daha sonra tutmam gerekir mi? Cevapsız kalabilecek meseleler mi bunlar? Şafii ayrı, Hanefi ayrı, Hanbelî ayrı, Maliki ayrı cevaplar. Din adamlarının rehberliği olmazsa halk yanlış yere sapar.
 
Şems: İrfan sahibi olanlar Kuran ayetlerinden ayrı bir lezzet alır. Onlara ulemanın rehberliği gerekmez.
Şeyh Yasin: Bizim rehberliğimiz keyfi değildir efendi, mecburidir. Şeriat her Müslüman’ın beşikten mezara başvurması gereken kaideler toplamıdır.
Şems: Şeriat hakikat denizinde yüzen bir gemidir. Âşıklar er ya da geç gemiyi bırakıp ummana dalarlar. (Şeyh Yasin'i bugünkü Diyanet, Şems'i de inanan Müslüman eşcinseller olarak okuyun. Bu arada bazı oryantalistlerin gördükleri gibi Şems'i eşcinsel olarak asla görmedim. Bence siz de öyle görmeyin. DD)
 
İşte ben de merak ediyorum o kurul içinde ummana dalan kimseler de var mıydı? Yoksa düşmemek için geminin kamaralarına mı kilitlemişlerdi kendilerini.
 
Utanca boğmaktan vazgeçin artık

"Din konusunda utanca boğmak" tanımını psikolog Doğan Cüceloğlu'nun "İçimizdeki çocuk" kitabından bilerek aldım. Çünkü Diyanet ve onun icraatlarına cuk diye oturuyordu. Ne yazık ki hem toplum hem de bizzat Diyanet sevgi üzerine kurulu bir din eğitimi yerine, utanca boğan bir din eğitimi vermekte ısrar ediyor. Cüceloğlu aynı kitapta, John Bradshaw'tan alıntıyla şu saptamaya dikkat çekiyor: "Utanca boğarak yetiştirmenin en olumsuz etkilerinden biri de, kişinin manevi yaşamının temellerini yitirmesidir. Manevi yaşam kişiyi hiç olmaktan kurtaran, evrenle ilişki haline sokan ve özbenliğinin kutsallığına ve yüceliğine inanmasına yol açan önemli bir boyuttur. Utanca boğularak yetiştirilenler, kendilerini değersiz ve özde kusurlu gördükleri için manevi yaşamlarını geliştiremezler. Bu kişiler büyük bir olasılıkla dindar olurlar ama, Mevlana'nın anladığı türden sevgi ve hoşgörüye dayanan evrensel bir manevi yaşama ulaşamazlar."
 
Nasıl, sizce Diyanet Şura'sının ileri gelenleri bu manevi yaşama ulaşabilmişler midir? "Nerdeee ?" dediğinizi duyar gibiyim.
 

Etiketler: yaşam, din/inanç
İstihdam