08/03/2011 | Yazar: Rahmi Öğdül

Alexander Berkman, “Anarşist Komünizm Nedir?” (1929) adlı kitabında tembel insanın tarifini verir: “Peki, tembel insanı, çalışmak istemeyen insanı ne yapacaksın?

Alexander Berkman, “Anarşist Komünizm Nedir?” (1929) adlı kitabında tembel insanın tarifini verir: “Peki, tembel insanı, çalışmak istemeyen insanı ne yapacaksın? diye sorar arkadaşlarınız. İlginç bir soru ve gerçekte tembellik diye bir şeyin olmadığını söylediğimde muhtemelen çok şaşıracaksınız. Tembel insan dediğimiz genellikle yuvarlak bir delikteki kare bir çividir. Yani, yanlış yerdeki doğru adam.” Tuhaf değil mi?, Berkman farkına varmadan tembel insan olarak Leonardo Vinci’nin Vitriviusçu İnsan’ını tanımlıyor sanki: kolları açık, kanonik bir insan bedeni tam olarak bir kare oluştururken, bu kare de bir çemberin içinde yer alıyor Vitriviusçu İnsan’da; yuvarlak delikteki kare insan olarak Berkman’ın tembel insanını adeta görselleştirmiş Leonardo: Kanonik çerçevelerle köşeye sıkıştırılmış, eli kolu bağlanmış bir insan.

Berkman’ın doğru insanı bir kare adam olarak ortaya çıkıyor bu tanımda. Bu düşüncenin temelleri çok eskilere gidiyor aslında. Pitagorasçı sayılar öğretisinden etkilen ortaçağ düşüncesi kozmos ile mikrokozmos, yani evren ile insan arasında sayılar üzerinden ilişki kuruyordu. Evrenin sayısı dörttür (dört element, dört mevsim, dört asal rüzgâr, dört asal yön vb) ve Vitriviusçu öğretiye göre insanın da sayısı dörttür; aynı zamanda ahlaksal kusursuzluğu da ifade ediyor dört sayısı.  Bu yüzden ahlaksal mükemmelliğe ulaşmış insanlara dörtgen insan deniyordu, yani homo quadratus. Sayılar üzerinden estetikleştirilmiş, mükemmel bir kalıba ulaşmış bu dörtgen insan evren ile uyumlu bir birim oluşturuyordu.
Berkman, doğru insanın dörtgen olduğunu ima ederken, ortaçağlardaki bu anlayışı güncelleştiriyor bir bakıma. İktidar, doğası gereği mükemmel olan bu kare insanı, doğasına hiç de uygun olmayan, hareketini kısıtlayan, kanonik, yasal bir geometriye sıkıştırarak yozlaşmasına yol açıyordu. Klasik anarşizmin bir temsilcisi olan Berkman’ın insanı sabit bir özle biçimlendirdiğini, tembel insanı resmederken eleştirdiği Vitriviusçu insan modelini aslında yeniden ürettiğini görüyoruz. Tek sorun, mükemmel insan olarak homo quadratus’u çevreleyen çember Berkman’a göre. Dörtgen insanın ancak bir dörtgen içinde rahat edeceğini, tüm potansiyellerini bu dörtgen içinde gerçekleştirerek mükemmelleşeceğini düşünüyordu herhalde.

Aslında iktidarların kalkış noktası, tam da belirli normlarla tanımlanmış, kanonlaştırılmış bu sabit insan modeline dayanmıyor mu? Her toplumsal dönem kendi toplumsal örüntüsüne uyan bir birim olarak tasarlıyor bireyi: kendi kanonik, yasal dayatmalarıyla, kendi Vitriviusçu insanını, yani homo quadratus’u, güzel bedenli dörtgen insanı yeniden üretiyor; özcü kimliklerle donatılan bu bireyi geometrik bir düzlemde istediği gibi manipüle edebiliyor. Kimliği ve hareketleri önceden tasarlanmış bu birimleri satranç tahtası üzerinde istediği gibi hareket ettirebiliyor.

Kapitalist ilişkiler otobanında birbirine dokunmadan akan bu kapalı birimler, homo quadratus’lar aslında durmadan ilişkisizlik üretiyorlar. Nicolas Bourriaud “İlişkisel Estetik” kitabında bir ilişkinin doğması için önce bir çarpışmanın gerçekleşmesi gerektiğini atomcu felsefeden örnekleyerek anlatıyordu: “Epiküros ve Lukretius ile başlayan materyalist felsefe geleneğinde, atomlar boşlukta paralel olarak, hafif yanlamasına düşerler. Bu atomlar biri yolundan saparsa, ‘komşu atomla bir karşılaşma olmasını, karşılaşmalar çarpışmayı, bu da bir dünyanın doğuşunu tetikler’… Formlar böyle doğar: o zamana dek paralel olan iki öğenin sapmasından ve rastlantısal olarak karşılaşmasından. Bir dünya yaratmak için bu karşılaşmanın kalıcı olması gerekir” (çev. Saadet Özen, Bağlam Yayıncılık).

Her karşılaşma bir yoldan çıkmadır, bir çarpışmadır. Birbirine paralel olarak düşen atomların, yörüngelerinden saparak birbiriyle çarpışması nasıl bir form, bir dünya yaratıyorsa, kapitalist ekonomi otobanında birbirine paralel hareket eden birimler arasında bir ilişkinin doğması, yeni bir formun, yeni bir dünyanın yaratılması için de yörüngeden bir sapma ve bir çarpışma gerekiyor. Tepeden dayatılan bir form değil buradaki, bilakis çarpışmalarla kendiliğinden ortaya çıkan bir form. Böylelikle tıpkı “bir sanatçının sahip olduğu paletten yola çıkarak yeni formlar yaratması  gibi, yeni özneleşme koşullarını yaratırız” (Guattari, Chaosmos).

Ortaya çıkan bu yeni formlar, yeni özneleşmeler Bourriaud’a göre toplumsal çatlaklarda, aralıklarda gerçekleşiyor. Karl Marx’tan ödünç aldığı toplumsal aralık deyimi, kâr yasasının dışında kaldıkları için kapitalist ekonomi çevresine dâhil olmayan toplulukları niteliyor. Toplumsal aralık deyimini sergi ortamına taşıyan Borriaud, sanat yapıtı ile izleyici arasında çarpışmanın ilişkisel bir estetiği, yeni öznellik formlarını doğurduğunu da vurguluyordu kitabında. Her türden ilişkinin doğması için yörüngeleri ve formları önceden belirlenmiş kapalı, kanonik birimlerin toplumsal düzlemde çarpışmalarına gerek var; ancak çarpışmalarla kare kutumuzun çeperlerini eritebilir, gözeneklerden birbirimize sızabiliriz; iktidarların bize dayattığı yörüngelerden saptıkça, birbirimizle çarpıştıkça toplumsal aralığı genişletebiliriz.


Etiketler: kültür sanat
nefret