14/06/2011 | Yazar:

Dozerin Rüyaları

Dozerin Rüyaları[1]
 
Büyük Güzelleştirici Aktör olmak isteyen emlakçıların yeni medyatik ikamecilik rüyaları bir süredir bir televizyon şovu olarak vücut buluyor. [2007’de yayımlanan, Uğur Dündar’ın yıldız rolünde olduğu bir ödüllü programdı –hafızamızı tazeleyelim... Yazı da aynı tarihlerde yazılmış ve yayınlanmıştı.] Görmeye alıştırıldığımız diğer bütün mutçu ya da faydacı akıl ürünü programlar gibi, unsurları şu üç soruyla düşünülmüş gibi görünüyor: Bu tür bir faydacılığa ‘halk’ katında tartışmasız meşruiyet kazandırabilecek kim(ler) olabilir? İkame edilme aciliyetinin nesneleri (kılınacak insanlar) kim olacaktır? İkame aciliyeti anlatısı nasıl kurulabilir?
 
Gecekonduya karşı zafer kazanma fantezisi ya da gecekondunun normatiflik karşıtı eklemlenme durumunu aşmak için Benthamcı faydacılığın/mutçuluğun izini süren bir temsil yaratmak nasıl mümkün olabilirdi? İdeal devlet, gecekondulaşmanın olmadığı steril devletse, gecekonduyu göz önünden kaldırmak bir hokus pokusla da mümkün olamayacağından, bir idealizasyonla yetinmek zorundayız. Bu idealizasyon, emlak piyasası püritenliğiyle sağlanabilir.
 
Gentrifikasyonun meşrulaştırılması için, genetik ve ekonomik bir senaryonun eşzamanlılığı, hedeflenen biyopolitika bakımından zorunludur. Yani işsiz baba + birçok çocuklu aile üzerinden yürütülen bir kriz anlatısı titizlikle yardıma çağrılmalıdır. Dündarizmin iyi bilinen, patojenle mücadele misyonu, emlak piyasası tarafından rektifiye edilerek devreye sokulur. Bu, konformist beklentiler üzerinde patronaj kurmak şeklindeki imajdır. Mimarın elitist ve karizmatik imajı, TV yıldızına devredilir.
 
Benthamcı mutçuluk ya da normatif faydacılık, toplumun patolojik alt katmanlarına dozerle zerk edilir. İşte, bozguncu emlak şovunun en yıkıcı anı budur. Yirmi kişilik bir yağız ‘majesteleri kazma’ ekibi, ‘türedi’lerin tek gerçek yaşam alanlarını darmadağın eder, adeta ufalar. Panoptik mutçuluğun fukaralık adlı ezeli akrebin zehrini ‘Pan-Zehir’lediği (tümzehirlediği) andır bu. İyiliksever balyozcular, bir tarihsel yanlışı düzeltirler. Bir iyilik modelinin en şen şakrak örneğini verirler. (‘İyilik yap, ‘slum’a at, rantiye bilmezse şantiye bilir.’)
 
Modelleme önemsenir. Çünkü model doğrucudur, ikame edilecek binanın aynılığıyla bakışımlıdır: Bir evi yıkmak ama hep aynı evi yapmak. Her seferinde başka insanlar ve başka yaşamlar ama hep aynı yıkım ve hep aynı sistemci, tipolojik, ithal tekrar. Hep aynı orta sınıfçı amerikanist angajmana dayalı banliyöcü prefabrikasyon. Mutlaklaştırılan mutluluk simulasyonunda düşünce balonu olarak şunlar geçer: ‘Dertler muhtelif ve sıkıcı, çözüm bir ve basit! Güle güle oturun ve sakın geçmişteki mikrop yaşamınızı hatırlamaya, özlemeye ve bir benzerini yeniden kurarak midemizi bulandırmaya başlamayın. Zaten isteseniz de yapamazsınız, geri dönecek gecekondunuz bile yok, onun enkazı üzerinde geçmişsizliğinizin geleceksiz mutluluk anında, canlı yayında donduruldunuz.’
 
Model uygulamalar, kısa sürede türbeye dönecek bir sözümona görkemle süslenir. Ziyaretçi akınına uğratılan, sakil ama üç boyutlu ‘iyilik’ panoları oluşturulur. Çevreye gerçekliğiyle değil, ulaşılmazlığıyla kendini duyuran, simule edilmiş normativizm bildirisi olarak villa…
 
İyilikçi emlak azmanlığı, neo iktisadiyatçılık, hazırlopçuluğu elden bırakmayacak elbette. Kendi dozerci rüyalarını başkalarına giydirmeye başka bahaneler bulacak. Peki, yükselmek isteyen bencil ve çıkarcı özneler oldukları varsayımıyla mülksüzleri kalibre edecek maddiyatçı tahriklere dayalı bir anlatıdan vazgeçmek nasıl mümkün olabilecek? Program boyunca ağızlara sakız edilen ‘geleneksel değer’i, hiç olmazsa bir iç tutarlılık için keşfetmek nasıl mümkün olabilir? Rüya olmaya mahkûm bir nesne üzerine gözleri sabitlemekten kurtulup süreye yayılmış gerçekliğin, Benthamcı mutçu çıkış noktasını aşabilecek farklılığına ulaşma yolu açılabilir mi? Totolojik rüyalardan içkin, pazarlanamaz yaşama geçecek olağanlık çıkarılamaz mı?
 
Program yapımcılarını yaptıklarından alıkoyamayacağı açık olsa da, kimi öneriler getirmek mümkün. İlki, ani ve devasa bir reklam kampanyası fikrini başka araçlarla sürdürmeye ikna edilmeleri. Konvansiyonel reklam kampanyalarını daha etkin biçimde sürdürerek, yaratıcılıklarını ve iştahlarını gerçek yaşamlara çevirmek gayretinden uzaklaşabilirler. İkinci önerim, örnek aile seçimi ve aşırı dramatik anlatılardan medet umma popülizmini bir kenara bırakmalarıdır. Bu önerinin kapsamında, ‘yardım edilenler’in çevreden aşırı derecede farklılaşmalarını sağlamaya çalışmaktan vazgeçmek de var. ‘Yardım edilenler’i, ayrıcalıklı bir azınlığa dönüştürmeye dönük görsel efektlerden kaçınılmalı ve bir ‘yardım edilmişler grubu’ yaratmak fantezisinden vazgeçilmelidir. Üçüncü önerim, mademki Benthamcı mutlulukçuluk fikrine uygun davranılıyor, o zaman kapsam birçok aileye, kişiye, komşulara, vs. katkı sağlayacak şekilde genişletilmelidir. Dördüncü önerim, seçilen bu kişilerin gecekondularına asla dokunulmamasıdır. ‘Kurban’ yerine ‘sakin’ler olmalı ve bu kimseler gerçek bir sosyal çeşitliliğin parçası olmalı. Beşinci önerim, hammadde, aşırı uzmanlaşmamış işçilik yardımı ve minimum düzeyde modellenmiş mimari katkıdan oluşan bir inşa faaliyeti yürütülmesi gerektiği. Düşük maliyetli ve geniş ölçekli bir inşai katkı modeli getirilmeli. Ailelerin, komşuların, kendi çevrelerini yeniden yapılandırmasına izin verilmeli ve bunun için onlara uzun zaman tanınmalı. Bu öneri kapsamında, yeni bir çevrede yaşama arzusunda olanlar, hiçbir örnek yaşam biçimine, hiçbir inşai tekniğe, hiçbir teknolojik angajmana tabi tutulmamalı, acele de ettirilmemeli. Kimilerinin, istemezlerse, hiçbir şey yapmama hakkına saygı duyulmalı. Kısacası yaşayanlar, yaşayacakları yerleri kendileri yapmalı. Katkılar sınırlanmalı, uzmanlık taslamaktan kaçınılmalı. Altıncı önerim, bir seferde on binlerce dolarlık kompakt ve hazır bir yapı yapmaktan vazgeçilmesi. Yerine aynı paraya daha ucuza çıkacak ve en temel malzemelerden oluşan, ama çok daha çeşitli ve dönüştürülebilir malzemeler içeren bir inşai katkı yapılması. Yedinci önerim, sürenin on günden bir yıla çıkarılması. Böylece çevrenin yaşayanlarca nasıl dönüştürüldüğü daha gerçekçi biçimde kaydedilebilir. Televizyonculara, balyozculara, mimar ‘takım’ına gerek kalmamış olur. Yaşayanların hiçbir iktisadiyatçı şov katkısı olmadan da zaten çevrelerini dönüştürmekte olduğu gerçeği unutulmasa iyi olur. Sekizinci önerim, katkıda bulunulan seçilmiş grubun sabitlenmemesi. İnşa ve yaşam sürecine katılmak isteyenlerin dayanışmacılığı desteklenmelidir. Dokuzuncu önerim, programın lütufta bulunmak için değil, yaşamın bir parçası olmak temelinde yeniden düzenlenmesidir. Kişiler, mevcut yükselmeci/rekabetçi rejimin uzantısında olmaktan kurtulabilir. Şaşaalı bir görgüsüzlüğü pompalamak yerine, küçük ama yaşamsal dönüştürücülüğün gücü, etik bir payda olmalıdır. Onuncu önerim, ataerkil/pederşahi rejimin aile düzeyinde mikrofizik işleyişini alttan alta destekleyen bir eril hegemonik pratiği sahnelemek yerine, cinsiyetçi dinamikleri tersinden okumaktır. Yani kadını, genç kızı, okul çocuğunu, yaşlıyı, çalışmayanı, yabancıyı, göçmeni, vs. konu alan bir mekânsal örgütlenme için çaba harcanmalı.
 
Yoksa zaten, gelir dağılımındaki adaletsizliği perdelemeyi ‘en’ içeriden hallederek, vicdanları rahatlatacak yeni bir medyatik afyon ve onun kadim aktörü bulunmuş durumda. ‘En’ acılı aileye, ‘en’ kısa sürede, ‘en’ kötü ev yıkılarak yerine ‘en’ güzel ev yapılıyor, böylece dünyanın ‘en’ mutlu insanları yaratılıyor; topluma ‘en’ büyük iyilik yapılıyor, ‘en’ yüksek rating, ‘en’ az masrafla elde ediliyor; seyir‘cici’lerin ‘en’ az itiraz edecekleri bir iyilik, ‘en’ büyük emlakçılık reklamı sayesinde gerçekleştiriliyor. Tabii, tüm bunlar kameraların önünde olup bitiyor. Emlak zengini şirketlerin adeta kendilerini kutsadıkları bu yeni vicdan kampanyası, toplumun ‘alt tabakası’na yeni mesajlar veriyor.
 
İlk mesaj, ‘değersiz’ evlerinin daha büyük ve yüksek teknolojili evlerle ikame edileceği günlerin yaklaştığıdır. Büyük şirketlerin geceli gündüzlü çalışmaya hazır şantiye ekiplerinin medyatik bir bahane beklediklerini de böylece öğreniyoruz. Gerçek çabayla mütevazi bir biçimde oluşturulan bireysel/sosyal yaşam çevreleri bombalanırcasına yok edilirken, izleyenlere zahmete gerek olmadığı, yapı yapma etkinliğinin artık unutulabileceği, her şeyin nasıl olsa değersizleştirilebileceği söyleniyor. Gerçekten de şirketlerin, masrafa değecek bir yerde uygun bir arazi, güzel de manzara olduğu sürece, lazerli ölçüm cihazlarıyla donanmış profesyonellerini sahaya sürmemek ve sonra da havai fişeklerle prodüksiyonlarını kutlamamak için hiçbir nedeni yok gibi görünüyor.
 
İkinci mesaj, yararlılığın ancak uç ölçüde olduğunda, rüyalara layık olduğunda bir değerinin olduğu; toplumu ancak medyatik şoklarla iyiye götürmenin elzem olduğu. Bu da, iyilikseverlik nosyonunun ekranda görünürlükle eşanlamlı hale geldiği epeski bir televizyon taktiği. Düzelticiler, neyin en iyi ‘iyilik’ olduğunu baştan bildiklerini düşündüklerinden olsa gerek, ailenin yaşam ortamını yok etmekte hiçbir tuhaflık görmüyor, hatta bununla övünebiliyor. Yapımcılar da, yaptıkları ‘iyiliğin’ karşılığının verilip verilmediğini denetlemek üzere aileleri yeni evlerinde ziyaret ediyor ve ürpertici hegemonik mesajlar veriyorlar.
 
Benzer durumda olanların, görece daha iyi ya da daha kötü durumda olanların, kendilerini büsbütün terk edilmiş bulmalarına neden olan reklam yatırımları bunlar. Toplumun televizyon odaklı yaşantısının ete kemiğe bütrünmüş nimetleri olan bu yeni rüya gibi evler, aynı rüyaya kapılacaklara seyirlik hayatlar vaat ediyor. Ama vaadin parlaklığı ölçüsünde ömürsüz olacağı korkusu, rüyaya kavuşanları bile tedirgin etmeyi sürdürüyor. Programın adı, “Yoksa rüya mı?’ olduğuna göre, sorunun cevabının da kolay olduğu, “Hayır, bu gerçek! Rüyalar gerçek oldu!” deneceği düşünülüyor. Oysa piyangodan çıkan evi vermeyi, geçmişi silme koşuluna bağlayan yeni sürecin buyurgan ahlakçılığı, kendine hedef seçtiği ailelere mevcut travmalarını tekrarlatıyor; onların borçluluk hislerini artırarak kendi gücünü büyütüyor.
 
Yakın zamanda kaybettiğimiz, hipergerçekliğin filozofu Jean Baudrillard’ı da bu vesileyle anmış olalım.


“Dozerin Rüyaları”, 27 Nisan 2007, Erişim: http://www.arkitera, com.tr/k166-dozerin-ruyalari.html. 
 

Etiketler: medya
İstihdam