14/08/2009 | Yazar: Kaos GL

‘Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır.’ 

‘Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır.’ 

Öğretmenliğinin ilk 8 yılını, Anadolu’nun çeşitli yerlerine sürgün gönderilerek geçiren; çareyi, istifa edip İstanbul’a yerleşmekte bulan bir öğretmen çıktı Kaos GL’nin karşısına.
 
Dünyanın Bütün Çiçekleri şiirinden ‘Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım. Niçin yaşadığımı ben onlara söyledim. Çiçeklerde açar benim gizli arzularım’ dizelerini hâlâ hatırlayan ve bize hatırlatmaya karar veren; söyleşimiz süresince ‘her kimliğin özgürce barınabildiği bir ülke olsun, ülkem’ diye iç geçiren bir öğretmen bu.
 
Ayşe, eşcinsel bir öğretmen olmaya dair sözlerini bizim için toparladı. Devrime aşkla bağlı olduğu yıllara; kuşak farkları, genç öğretmenler ve ‘insanı ancak onlar genç kılar’ dediği öğrencilerine ve ‘Ah İstanbul! Meğer en büyük sürgün senmişsin!’ dediği İstanbul’una dair sözlerini bizden esirgemedi. 
 
Ayşe öğretmen ile Nevin Özgür  görüştü.
 
Ayşe, bu söyleşi için gerçekten çok heyecanlıyım. Kendinden bir şeyler anlatır mısın Kaos GL okuyucularına? Neleri sever, neleri sevmezsin?
 
53 yaşındayım. İlkokulu, İzmir’de doğduğum kasabamda; ortaokul ve liseyi İstanbul’da; üniversiteyi İzmir’de okudum. Şu an İstanbul’dayım; Türkçe-Edebiyat öğretmenliğinden emekliyim. 8 yıl devlet okullarında, 22 yıl özel dershanelerde çalıştım. Şu an çalışmıyorum. Bizim kuşak, iş hayatından erken çekilmek zorunda kaldı; genç öğretmenler bile işsiz çünkü. Ama yine de, hâlâ öğretmenlik yapmak istiyorum. Neleri sevdiğime gelince… Müziği, sinemayı, edebiyatı, doğayı… Her şeyi mi desem ne…
 
Arkadaş çevren, kimlerden oluşuyor? Meslektaş arkadaşlarınla bir araya geliyor musun mesela?
 
Arkadaş çevrem genellikle öğretmenlerden oluşuyor ve sosyalleşme alanlarımdan en önemlisi de öğretmenler odası. Bir zamanlar her şeyin konuşulduğu önemli bir sosyal alandı. Toplumun değişmesiyle birlikte odamız da değişti. Öğrenci sorunları, kültür, siyaset, edebiyat değil, artık diziler ve magazin konuşuluyor maalesef. Bekârlar, sevgililerini; evliler, eşlerini ve çocuklarını anlatmaya bayılırlar. Cinselliği ciddi olarak tartışan çok az kişi vardır. Öğretmen odaları dışında geziler, eğlenceler, arkadaş toplantıları da sosyalleşme alanlarımın içinde.
 
Peki, ailene dair bir şeyler söylemek ister misin bize?
 
Çiftçilikle geçinen bir ailem vardı. Okul görmemiş, ancak cahil olmayan bir anne ve babanın, beşinci ve son çocuğuyum. Annemi ve babamı hep yaşlı anımsıyorum. Çünkü annem beni kırk iki yaşındayken dünyaya getirmiş. Yoksulduk, ama ailem beni pek yoksun bırakmadı. Sevgilerini hissettim hep. Ama eşcinsel olduğumu hiç söyleyemedim onlara; kaldıramayacaklarını biliyordum çünkü. Üstelik eşcinselliğin hastalık olarak görüldüğü yıllardı onlar... Belki hissettiler; ancak hiç ima etmediler. Kardeşlerimle de yaş farkım olduğu ve yine kaldıramayacaklarını tahmin ettiğim için, onlarla da paylaşamadım eşcinselliğimi. İçimde yaradır bu hep.
 
Kavramlarla aran nasıl? Sevgili mi? Partner mi? Hayat arkadaşı mı? Sen ne dersin?
 
Kavramlarla aram pek iyi değil ve partner kavramı bana yabancı. Sevgili ve hayat arkadaşı daha yakın. 20 yıl beraber olduğum bir hayat arkadaşım vardı. Hâlâ çok iyi bir dost olarak beraber yaşıyoruz ama yaklaşık 8 yıldır da bir sevgilim var. Uzun çatışmalardan sonra hepimiz birbirimizi kabullendik.
Sosyalleşme sürecinde, onunla ne kadar beraber hareket edebiliyorsun?

Her zaman beraber hareket ediyoruz ancak tabii kimse ilişkimizi bilmiyor ki... İki kadının beraberliği belki biraz daha kolay…
 
Nerelerde görev yaptın?
 
Öğretmenliğimin ilk 8 yılı Konya, Sivas, Karabük’te geçti. Sonra istifa edip, İstanbul’a geldim. Sürgünler yıldırmıştı beni. 1978 kuşağıyım ben. Sancılı ama mutlu yıllar… Dünyayı değiştirebileceğimize inandığımız yıllar… Sonra -maalesef- dünya bizi eritti. Diğer 22 yılım İstanbul’da özel dershanelerde öğretmenlik yaparak geçti. Ama hiçbir zaman devlet okullarında yaptığım öğretmenlikten aldığım tadı alamadım dershane öğretmenliğinden.
 
Öğrencilikten ve şu sürgünlerden bahsedelim mi biraz?
 
1975 yılı. Devrime aşkla bağlandığımız üniversite yılları. Düşüncelerimden dolayı karşıt görüşlü öğrencilerden şiddet ve baskı görmüştüm. Eşcinsel kimliğimi ise bazı sol görüşlü arkadaşlarım biliyordu ve beni iyileştirmek için adeta cansiperane çözümler arıyorlardı. Ancak ben, yüreğimin beni götürdüğü yere gittim. Eşcinselliğin, bir gün hastalık olarak görülmemesi umuduyla yaşadım. İnsanın hemcinsine âşık olmasının neresinin hastalık olduğunu hiç anlamamışımdır… 1978 yılında öğretmenliğe başladım. Öğrencilik yıllarım nedeniyle ‘sakıncalı piyade’ sayılırdım artık. Eylemlerimizden dolayı sürekli bir yerlere atandık. Bizim istemimiz dışındaydı bunlar. Sürgündü. Halikarnas Balıkçısı’nın Mavi Sürgün’ü gibi değil… En son gittiğim beş yüz nüfuslu yerdeki yoksunluklara dayanamayıp istifa ettim ve İstanbul’a geldim. Ah İstanbul! Meğer en büyük sürgün senmişsin! Öteki olmanın ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Ancak bütün dışlanmışlıklarımın bana katkısı, acılarından daha fazladır. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Ben yalnızca, diğer kimliklerin yanı sıra, cinsel kimliklerin de özgürce yaşanabileceği bir ülke olsun istiyorum ülkem.
 
Öğrenciler ile iletişimin, iletişim kıvamın nasıldı? Eşcinsel olduğunu ilk olarak seninle paylaşan öğrencilerin oluyor muydu?
 
Öğretmenliğimin ilk yıllarında öğrencilerimle iletişimim çok iyiydi ancak 1996’lardan itibaren genele pek seslenemediğimi düşünüyorum. Ya ben yaşlandım ya da onlar çok zorlaştı. Paylaşımımız azaldı. Lise öğrencileri otoriteye alışmış; onlara insanca davranan bir öğretmeni anlayacak bir eğitim anlayışı verilmemiş maalesef. İstisnalar hep oldu, onlardan çok şey öğrendim ayrıca. Öğretmenliğim süresince hep ilk dersim onlara ‘insan olmayı’ öğretmek oldu. Türkçe dersi bunun aracıydı sadece. Zaten dersin amacı da budur aslında. Öte yandan, benim kuşağımın öğrencileri, cinsel yaşamlarını öğretmenleriyle asla paylaşmazlardı. Ne yazık! Ama ben eşcinsel olduğunu duyduğum öğrencilerimin üzerlerinden -onlara bir zarar gelmesin diye- gözlerimi hiç uzaklaştırmazdım.
Yardımının dokunamadığı, kaba tabiriyle ‘elinin kolunun bağlı kaldığı’ durumlar oldu mu?
 
Oldu tabii. Hayat bazıları için daha da zordur. Ancak, yardımcı olamadıklarımı, yardım alabilecekleri yerlere yönlendirdim. Ama yine de, birçoğunun hayata ve cinselliğe bakış açılarının değişmesine katkılarımın olduğunu düşünüyorum.
 
Çok oğlansı veya kız gibi davranan kız/oğlan öğrencilerin aşağılanması, dışlanması ve belki de değiştirilmeye çalışılması gibi bir durumla karşılaştığın oluyor muydu? Bir ses çıkarıyor muydun?

Bu öğrenciler genellikle aşağılanıyorlar. Zavallı gözüyle bakılıyor onlara. Kesinlikle eşcinsel öğrencilerin aşağılanmasına sessiz kalmıyorum ancak ne denli bilinçlendirsem de öğretmen arkadaşları, pek bir şey değişmiyor. Rehberlik öğretmenleri bu konularda daha bilinçli ama hepsi değil.
 
Grev gibi bir hakkın yoktu. Örgütlenme ihtiyacı duyuyor muydun?
 
Benim gençlik yıllarımda, öğretmenler TÖBDER*’de örgütlüydü. Birçok kazanımımız oldu ancak 12 Eylül hepsini geri aldı. Ben uzun süre dershanelerde çalıştığım için zaten örgütlenme hakkım hiç yoktu. Yine de 2000’lere kadar öğretmenlerin dershanelerde az çok bir söz hakkı vardı; şimdi o da yok. Tek söz sahibi, işveren artık. Yeni gelen işsizler ordusu genç öğretmenler de çok düşük ücretlerle çalıştırılıyor artık. Grev hakkını elde edebilecek bir öğretmen kitlesi de yok; hepsini sindirdiler.
Okul ya da dershane ortamında, politik olarak doğru bulmadığın bir gelişmeye kolaylıkla ses çıkarabiliyor muydun? Tepkini hangi yollarla ifade ederdin?
 
Tepkimi hiçbir yolla ifade edemezdim ve kendi içimde kahrolurdum. Çünkü tepkiler, özel sektörde işini yitirmene neden olur. Dershanelerde ve öğretmenler odasında rahatça politik sohbetler yaparsın ancak yönetimin işine karıştığın zaman kendini kapının önünde bulursun.
Görünürlük konusundaki çekincelerinin, -eşcinsel olmanın dışında- seni sen eden diğer özelliklerini ifade etmene dair de sessiz kalmana neden olduğu oluyor mu? Görünürlük sorununun, ifade gücünü bir şekilde sınırlar mı?

Dostlarım dışında kimseye açık ve görünür olmadım ama bu durum beni pek sınırlamadı. Sessiz kaldığımı söyleyemem. Cinsel yönelimim dışında, kendimi ifade etmede hiçbir şekilde zorluk yaşamadım.
 
Kendinle empati kurmanı istesem… Zorluk / kolaylık ve ‘kutsallık’ nedir, konu öğretmenlikse?

Eşcinsel bir öğretmen olmak çok zor. Dürüstlüğü öğrettiğiniz öğrencilerinize, dürüst olamamak çok ağır. Ama aynı zamanda, heyecanlarına, umutlarına, aşklarına, gelişmelerine, büyümelerine, neşelerine, hüzünlerine, kaygılarına tanık olmak, paylaşmak başlı başına bir haz. Sürekli genç kılıyor insanı bunlar. Bir öğretmen ancak öğrencisiz kalınca geriler, yaşlanır. Öğretmenlik bu nedenle kutsal. Ancak, toplumun kutsallık anlayışı bana çok ters geliyor. Öğretmenin doğal görevi zaten bu. İçinden gelen bir görev. Ceyhun Atıf Kansu’ya ‘Dünyanın Bütün Çiçekleri’ şiirini yazdıran duyguları hemen hemen her öğretmenin yaşadığına inanıyorum ben.
 
Kuşak farkına dair diyeceklerin de olmalı…
 
80’lerin çocukları nasıl olabilir ki… Nazım, ‘ben babamdan ileri, doğacak çocuğumdan geriyim’ demiş. Evet, bazı konularda genç kuşak bizden çok ileride; ancak, bir konuda bizi aşamadılar: toplumsal duyarlılık. 
 
*Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği

Fotoğraf: Ayşe'nin doğduğu evin kapısı
 

Etiketler: insan hakları, eğitim
İstihdam