16/06/2011 | Yazar: Umut Güner

““Bu çevreler”, “bazı kişiler”, “bazı gruplar” gibi ifadeler, bizim özellikle medyada ayrımcılık ve nefret söylemi analizleri yaptığımızda

““Bu çevreler”, “bazı kişiler”, “bazı gruplar” gibi ifadeler, bizim özellikle medyada ayrımcılık ve nefret söylemi analizleri yaptığımızda karşımıza çok fazla çıkan tanımlamalar. Toplumdaki her hangi bir grubu, azınlık mensubunu, muğlâklaştırmaya çalışmak egemen ideolojinin her zaman başvurduğu bir yoldur.”

“Nefret söylemi yayan muhafazakâr basının yaptığı gibi başörtüsü ile LGBT özgürlüğünün kıyaslanması gibi kısır bir döngüye bizi sokmanıza izin vermeyeceğiz. Açıklamanızla, LGBT aktivistlerin İslam’ı eleştirdiklerini (bunun karşı tarafta nasıl okunacağını kimse bilemez) söyleyerek LGBT bireyleri ve örgütlerini açık hedef haline getiriyorsunuz!”

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe Girişimi ile Sosyal Değişim Derneği’nin Nefret suçlarına karşı mücadelede şaşan hedef başlıklı açıklamalarına cevaben Kaos GL Derneği’nden Umut Güner’in kaleme aldığı yazıyı yayınlıyoruz.


15 Haziran 2011 tarihli Dur De Girişimi ve Sosyal Değişim Derneği’nin açıklaması, gerçekleri yansıtmamakta. Bu açıklama ile Nefret Suçları Konferansına LGBT bireylerin ve örgütlerin geri çekilmesine ilişkin bilgiler çarpıtılarak, sadece LGBT bireyler ve örgütler değil, aynı zamanda homofobi ve transfobi karşıtı mücadele eden herkes “ibneleştirilmektedir”.

Türkiye’de “nefret suçları konferansı” ilk kez yapılmıyor! Ankara’da Pembe Hayat LGBTT Derneği bu yıl üçüncüsünü düzenledi, aynı şekilde İzmir’de Siyah Pembe Üçgen Derneği, Nefret Cinayeti sonucu hayatını kaybeden Baki Koşar’a atfettiğimiz Baki Koşar Etkinliklerinin üçüncü kez düzenledi. Ve LGBT örgütler, nefret suçunun kökeni sadece “homofobi ve transfobi”ye indirgeyen aymazlıkla değil tam tersine, milliyetçilik, ırkçılık, otoriterlik ve muhafazakârlığın, cinsiyetçiliğin, militarizmin, homofobinin ve transfobinin birbirini beslediği bir alan olarak nefret suçlarını tanımlayıp bunun üzerinden etkinliklerini inşa ediyor, politikalarını oluşturuyor.

Bizler “bazı insanlar” değiliz, bazı insanlar olarak kategorize edilerek değersizleştirilmemize izin vermediğimiz için bugün sokaklarda her türlü ayrımcılığa, şiddete, zorbalığa karşı sesimizi çıkartan insanlarız. Ve bizler bugün “bazı insanlar” diyen azımsama, yok sayma ve küçümsemeye izin vermeyeceğiz.

“Bu çevreler”, “bazı kişiler”, “bazı gruplar” gibi ifadeler, bizim özellikle medyada ayrımcılık ve nefret söylemi analizleri yaptığımızda karşımıza çok fazla çıkan tanımlamalar. Toplumdaki her hangi bir grubu, azınlık mensubunu, muğlâklaştırmaya çalışmak egemen ideolojinin her zaman başvurduğu bir yoldur.

Sözlerimizin çarpıtılmasına izin vermeyeceğiz! Türkiye’de en yoğun nefret suçları mağdurunun Kürtler ve LGBT bireyler olduğunu, bu alanının özelinde çalışan iki tane LGBT örgüt olduğunun altını çizdik. Ve bunun yanında LGBT örgütler olarak uzun zamandır çalıştığımızı ve bu sürecin bizimle birlikte örülmesi gerektiğinin altını çizdik. Ve bunu kamuoyuna paylaşmadan önce LGBT örgüt temsilcileri olarak doğrudan Dur De ve Sosyal Değişim Derneği’nden bizimle bu projeleri için iletişime geçen kişilere bu tepkilerimizi ilettik.

Kişisel olarak, Nefret Siyaseti oturumu kapsamında neden homofobi&transfobi meselesinin ele alınmadığını, son dört yıllık insan hakları ihlalleri raporlamalarına baktığımızda ortalama olarak bir sene içerisinde 18’e yakın gey ve trans kadının nefret suçları sonucunda hayatını kaybettiğini ama bizim yaşadığımız coğrafyada kaç kişinin Müslüman olduğu için nefret suçu, nefret söylemi ve nefret cinayetine maruz kaldığını merak ettiğimi, İslam’ın Türkiye’de hem ideolojik olarak her daim iktidarda olduğunu unutmamak gerektiğinin altını çizdim hem de mevcut hükümetin İslam odaklı bir parti olduğunu hatırlatmak zorunda kaldım!

Ancak Dur De ve Sosyal Değişim Derneği yaptığı açıklama ile, homofobi ve transfobiyi, “ırkçılık, milliyetçilik ve etnik ayrımcılık” gibi bir ideoloji olarak görmediğini ve nefret suçlarına karşı mücadeleyi genel faaliyet alanı olarak belirlediğini söylüyor. Aslında bu açıklama bile çok net bir şekilde homofobi ve transfobi meselesine yaklaşımlarını ortaya koymaktadır.

Biz kendi yaptığımız etkinliklerde bile hiçbir zaman “mağduriyet hiyerarşisine” düşmedik. Ancak, bir Cumartesi Annesi” ile işkenceci polisi yan yana getirmeyi de demokrasi ya da ifade özgürlüğü olarak tariflemedik. Bu hataya şimdiye kadar hiç düşmediğimiz için sivil alanda varolabildik ve varolacağız. İşkenceci polis ile cumartesi annesi “farklı görüşler” olarak tariflenemez.

Genel olarak program için bize danışıldı, öneriler soruldu, ancak Hilal Kaplan gibi doğrudan eşcinselleri günahkâr ilan eden (AKP’li bakan Selma Aliye Kavaf bile hastalık demekle yetinirken) ve eşcinselleri bu günahtan geri çevirmeye yönelik her türlü müdahaleyi meşru gören birini toplantıya çağırabileceklerini gerçekten düşünemezdik. Bu Ogün Samast’ın Hrant Dink Etkinliklerinde konuşmacı olması kadar akıl dışıdır. Katil sadece Baki Koşar’ı 27 bıçak darbesiyle öldüren zanlı olmadığının gerçekliği ile hareket ediyoruz. 27 bıçak darbesinin arkasında bir ideoloji yatıyor ve biz bu ideolojiyi deşifre etmeye çalışıyoruz.

Sanki LGBT’ler ve LGBT örgütleri “hep ben, hep ben”, “en mağdur benim” demişçesine yaptıkları açıklamada Türkiye’de ayrımcılığa, insan hakları ihlallerine ve nefret suçlarına maruz kalan grupları sayıyorlar. Farkında değiller ama sanırım LGBT bireyler zaten uzaydan gelmiyorlar. Bu grupların içindeler, Çingenesi, Kürtü, engellisi, kadını, Alevisi, Ermenisi var. Üyesi olduğum Kaos GL başta olmak üzere, Pembe Hayat, Lambdaistanbul, Siyah Pembe Üçgen, Mor-EL, Hevjin LGBTT Dernekleri bunun farkındalığıyla mücadele ediyor. Bu yüzden iki senedir Newroz meydanlarındayız, bunun için yıllardır 1 Mayıs alanlarındayız.

“Bir Müslüman (başörtülü bir kadın), bir eşcinsel, bir Kürt” gelsin bir masada otursunlar ile sorun çözülmüyor. Eğer bir masaya oturacaksak eğer her birimizin diğerine ilişkin önyargılarıyla, sistemden, dinden vs.den beslendiği dogmalarla yüzleşmesi gerekir. Bir Kürt’ün kendini “vatan haini” ilan eden bir faşist ile oturmasını nasıl ki beklemiyorsak, benim de beni günahkâr ilan eden her hangi biriyle aynı masaya oturamayacağımı kestirmek gerekir!

Nefretin Siyaseti, İslamofobi, Antisemitizim, milliyetçilik” oturumunda Hilal Kaplan’ın olacağının açıklanması ile birlikte boykot edildi ve grup kuruldu. Grubun adı bile, insafınız kurusun, “Nefret Suçları Konferansında Hilal Kaplan’a Dur De” idi; katılacağı belli değildi demek düz anlamda yalan. İkinci olarak da, Hilal Kaplan’a “sayın” diyor olmanız bizi rahatsız etti. Çünkü homofobi ve transfobinin en görünür naif tezahürlerinden biridir, “adını anmazsın”… Hilal Kaplan gelen eleştirilerden dolayı geri çekildi dediniz ama kim neyi eleştirdi söylemediniz ve bu eleştirilerde üslubu filan bir kenara bırakın şu metinde elle tutulur tek açıklamanız olan ““Öte yandan, bu ifadelerin Türkiye’de yaygın homofobik düşünceleri beslediği, LGBT camiasına karşı oluşturulan iklime katkıda bulunduğunu; oluşan bu ortamda birçok LGBT bireyinin cinayete varan şiddetle karşı karşıya kaldığının bilinciyle, içeriğine hiçbir şekilde katılmıyoruz.” deseydiniz. LGBT örgüt temsilcileri ve LGBT bireyler o gün konferansta olurduk ve bugün böyle talihsiz bir açıklama yapmak zorunda kalmazdık.

Öncelikli olarak, sosyal medya, paylaşım alanları konusunda şunu ifade etmek gerekir. “Nefret Suçları Konferansında Hilal Kaplan’a Dur De” ağı ve bu ağın içindeki paylaşımları, Dur De ve Sosyal Değişim Derneklerinin bir araya gelerek örgütledikleri Nefret Suçları Konferansı ile sorumlulukları aynı değildir. LGBT alanında çalışan bizler, seks işçiliği alanında da politik mücadele veriyoruz. İçimizde seks işçisi arkadaşlarımız var. Nasıl ki, eşcinselliğe ilişkin herhangi bir kelimenin eşcinselliği aşağılamak için kullanılmasına izin vermiyorsak aynı duyarlığı seks işçiliği alanında da gösteriyoruz. Face’deki grup içerisinde her hangi birine “cemaat orospusu” dendi ise ve nefret suçlarına karşı bu grupların bir aradalığını savunan iki örgütün temsilcisi “bak işte gördünüz mü” fırsatçılığıyla bu açıklamada buna yer vermesi yerine pekâlâ bu fark ettikleri anda en azından iletişimde oldukları arkadaşları uyarabilirlerdi. Orospuluğun hakaret sözcüğü olarak kullanılmasını eleştiririz çünkü LGBT özgürlük hareketinin hep eleştirdiği genel ahlak, cinsiyetçilikle harmanlanır.

Biz LGBT camianın bütününü temsil ettiğimizi şimdiye kadar hiçbir zaman iddia etmedik. Ancak bunun bizim sözlerimizin değersizleştirilmesine de izin vermeyeceğimizi çok açık bir şekilde ifade etmek zorundayım. Bunun yanında LGBT hareket gibi yeni sosyal hareketler olarak tariflenen hareketlerin kimlik ve içinde bulunduğu bütün toplumsal kesimleri temsil etme gibi bir iddiasının olmadığını artık idrak etmek gerekir diye düşünüyorum. Bunun yanında eğer herhangi bir şekilde her hangi bir örgütün herkesi temsil etmek gibi bir derdi olsaydı şimdiye kadar örgütlendiğimiz gibi LGBT örgütler dayanışmayla birlikte mücadele edemezlerdi.

Dur De’ye cidden “dur de” demek istiyorum: “İslam dininin cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet konusundaki yorumlarına yönelik eleştirilerimiz, inanç ve ifade özgürlüğüne ve Müslümanlara yönelik toptan bir ayrımcılığa dönüşmemelidir. Elbette ifade özgürlüğünün kullanıldığı koşullar ve bu ifadelerin oldukça hassas bir grup olan LGBT’lere nasıl bir geri dönüşü olabileceğini de unutmamak gerekir. Burada inanç ve ifade özgürlüğü/nefret söylemi ve nefret suçu arasındaki çizginin oldukça ince olduğunu bir kez daha vurgulamak istiyoruz.” Biz İslam’ı eleştirmiyoruz, İslam’ın eşcinsel, biseksüel ve trans bireylere yönelik homofobik ve transfobik yorumlanmasına ve bu yorumların LGBT bireylerin hayatını tam da konferansın işaret ettiği nefret suçlarına dönüşmesinden endişe ediyoruz. Bugün Ahmet Yıldız’ın duruşması var. Ahmet Yıldız’ı öldüren babası ile Hilal Kaplan İslam’a aynı pencereden bakıyor ve eşcinselliği aynı yerden yorumluyor. Biz bunu söylüyoruz. Bizler şimdiye kadar, Müslüman feministlerin mücadelelerini hep destekledik ve desteklemeye devam edeceğiz. Nefret söylemi yayan muhafazakâr basının yaptığı gibi başörtüsü ile LGBT özgürlüğünün kıyaslanması gibi kısır bir döngüye bizi sokmanıza izin vermeyeceğiz. Açıklamanızla, LGBT aktivistlerin İslam’ı eleştirdiklerini (bunun karşı tarafta nasıl okunacağını kimse bilemez) söyleyerek LGBT bireyleri ve örgütlerini açık hedef haline getiriyorsunuz!

Nefret suçu ya da söylemi mağduru kişilerin, kendilerinin de farklı alanlarda nefret suçu ya da söylemi üretebilecekleri bir kültürde yaşadığımızı; hepimizin bu kültürün parçaları olduğunu biliyoruz. Siz biliyorsunuz biz yaşıyoruz. Keşke Hilal Kaplan’dan özür dilerken bunun altını çizme ihtiyacı duysaydınız. Şimdi bunun altını çizince sanki şiddet karşıtı, militarizmi, cinsiyetçiliği dert eden benim gibi LGBT aktivistlerin Hilal Kaplan’a karşı nefreti kışkırtabileceğini belirtmiş gibi oluyorsunuz. Sorarım size, bugün Türkiye’de İslamafobi mağduru kaç kişi var ve sizin tabirinizle “bazı çevrelerin” LGBT bireylere yönelik ayrımcı tutumunu eleştirdiği için Hilal Kaplan’ın bir hedef haline gelmesi mi kolay, yoksa gazetesinde köşesinde, katıldığı farklı alanlarda beni günahkâr ilan edip, günahtan döndürmek için her yolun mubah olduğunu söylemesiyle benim gibi insanların hedef haline gelmesi mi kolaydır.

Herkesin Ötekileri oturumunun, bizlere rağmen değil, kendinize rağmen iyi geçmiş olmasına sevindim. Ancak oturuma katılan izleyici arkadaşlarım, başörtülü kadınların oturuma gelip, sürekli Hilal Kaplan’ı açık hedef haline getirdiğimizden bahsediyor olmalarının ve Dur De ile Sosyal Değişim Derneği’nin Hilal Kaplan’a ilişkin LGBT örgütlerin eleştirilerini konferans sırasında dile getirmediğinizin altını çizdiler.

Sosyal Değişim Derneği ve/veya Dur De konferansa ilişkin en temel eleştirilerimizden birine yanıt vermiyor. Nefret konferansını bu topraklarda yapıyorsanız, nefret siyaseti gibi bir oturumda heteroseksizmn tartışılıyor olması gerekirdi. Nefret siyaseti ve nefreti besleyen ideolojilerin konuşulduğu iki ana oturumda homofobi ve transfobinin ele alınmıyor olması ve sadece LGBT bireyler için ayrı bir oturum açılması aslında sorunun kaynağına ilişkin ve homofobi ve transfobi meselesine ilişkin Dur De ve Sosyal Değişim Derneğinin bakış açısını göstermektedir.

Hormonlu Domates Ödüllerini Halk belirliyor. Destek verdiğiniz mücadelenin neler yaptığından biraz haberdar olsaydınız bunu dert etmezdiniz. Hormonlu Domates Ödülleri için aday gösterme ve bu adayları oylama süreçleri var. Ödül size verilir mi verilmez mi bilmiyorum, ama yukarıda sizden alıntıladığım birkaç cümleyi, Hilal Kaplan’ın konferanstan çekilme sürecinde dile getirseydiniz ve bizi ötekileştirerek, “bazı çevreler, bazı LGBT’ler, bazı gruplar, tüm LGBT’leri temsil etmeyenler” gibi ifadeler kullanmasaydınız keşke. Çünkü eminim bunlar sizin oylarınızı arttıracak. Hormonlu Domates Ödüllerini, mutlak homofobik ve transfobik olarak nitelendirdiğiniz şeklinde yorumlamak lazım. Ben sizlerin yerinde olsam hem Hilal Kaplan’ın çağrılması ile birlikte başlayan hem de 15 Haziran tarihli bu açıklamanıza istinaden özür dilemek için Hormonlu Domates Ödül törenine ödül alsam da almasam da giderdim.

İlk defa bu kadar açık bir şekilde (http://www.durde.org/2011/06/nefret-suclarina-karsi-mucadelede-sasan-hedef/) ve yer yer LGBT örgütlerin bile katılabileceği bir üslupla Hilal Kaplan’ın eşcinsellikle ilgili ifadelerine katılmadığınızı dile getiriyorsunuz, bu ödül sürecinin en azından buna yaradığını söylemek mümkün.

İlgili bağlantılar:
 

Melek Göregenli

Elif Ceylan Özsoy

Günal Kurşun

Yasemin Öz

Volkan Yılmaz
 

Etiketler: insan hakları, nefret suçları
nefret