06/01/2015 | Yazar: Cevahir Yiğit Böke

Ekolojik etikte insan doğadaki herhangi bir organizma gibi, döngünün içerisinde bir parçadır.

“Bugün derin kaygılarımdan biri de, özgürlükçü sosyalist özün, moda olan, post modern, tinselci, mistik bireyselcilikle erozyona uğratılmasıdır.” (Murray BOOKCHİN)
 
Ekolojinin insan-doğa ilişkilerine olan bakışı üzerine biraz değindik, bunu daha sonraki süreçte tekrar ele alıp kavramların özüne inmeye çalışacağız bu aşamada daha çok çerçeve çizmeye çalışmaktayım. Niyetim ekoloji üzerine düşünmekten öte, ekolojinin etiğe olan yansımasını görmektir. Ekolojik etiği ele alırken, tüm bunları zihnimizin bir parçasında tutarak asıl olan konuya ekolojik bakış açısıyla etiğin ne olduğuna değinmektir.
 
Ekolojik etik insan, insan-toplum, insan-doğa kavramları üzerinde yoğunlaşarak ekolojik toplum prensipleri gereğince ortaya koymaktan geçer. Erdemler etiğinde de, geleneksel etikte de filozof, sorular yönelterek etiği bulmaya çalışır. Ekoloji etiğinde ise prensipler bellidir. Bizler neyin ekolojik etik olduğunu, neyin ekolojik etik olmadığını bu prensiplere bakarak sorular sormalıyız. Önemli olan bu sorulara verdiğimiz cevaplara ilişkin dimağımızı zorlamaktan geçecektir. Bookchin ekolojide toplumsallığı vurgularken radikal bir şekilde tahakkümü ve hiyerarşiyi ret ederek değer kavramı üzerinde durmuştur.
 
Değer, saygıdan da önce gelen bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Değer denilen olguyu, insana ve şeylere olan değer olarak ele almalıyız. Günümüz toplumunda hiçbirimiz birbirimize değer vermemekte ve birbirimizin çeşitliliğini görmezden gelmekteyiz. Oysa ekolojinin temelinde çeşitliliğe olan değer yatar. Burada çeşitlilik birçok ekolojist tarafından ekosistemdeki çeşitlilik olarak ele alınır; halbuki çeşitliliği insanlar arasında da ele alıp bireylerin çeşitliliği üzerinde de durmanın önemi açıktır, maalesef bugüne kadar beslendiğimiz geleneksel etik bunun önüne geçmiştir.
 
Fotoğraf: Ruşen Takva
 
Geleneksel etik ve erdemler etiğinde insan merkezde yer alır. Birçok düşünür insanı merkeze koyarak felsefi soruları yöneltmiştir. Bu sebepledir ki insan kibre bürünmüştür. Kendisini kainatın efendisi olarak tanımlayıp, kainata hükmetmeyi bir görev saymıştır. Bugün yaşadığımız toplumsal, bireysel krizlerin temelinde insanın kibrini rahatlıkla görebiliriz. Ekolojik etikte ise insan doğadaki herhangi bir organizma gibi, döngünün içerisinde bir parçadır. Merkezden çıkarak evrenin parçası haline gelir bu da kibrini yok ederek doğayla bütünleşmesini sağlar.
 
Ekolojik etiği sorgularken ekolojik benliği iyi irdelememiz gerekmektedir. İnsanın benlik üzerine yaptığı tüm afili sözler bugüne değin kendisini yüceltmesine zemin hazırlamıştır. İnsanlar kendilerini, hayvanlarla, dağlarla, nehirlerle ve toprakla özdeşleştirdiklerinde, anlamlarını hissettiklerinde, onlarla bir kimlik birliği, bir bütünleşme sağlayabilirler. Ekolojik benlik, özdeşleşme aracılığıyla oluşur. İnsan diğer varlıkları kendinden alçakta veya yukarda görmediği zaman yapacağı her davranış, kendi varlığını sürdüreceği diğer davranışlarla bütünlük kazanır.
 
İnsanın evrenin tüm varlıklarıyla geliştirileceği bütünlük ve dayanışma ekosistemde, insanın kendi yaşamını sürdürmek için geliştireceği bir bütünlüğü de kapsamaktadır. İnsan, doğada var olanla beslenir; yaşamını sürdürür ve daha sonra ölerek yine toprakta, toprak kurtlarının besini haline gelir; ancak toprak kurtlarının insanı sindirmesi için toprağın yapısal özelliklerinin tahrip edilmemesi gerekir. Buradaki bitki örtüsünü değiştirmeden veya ortadan kaldırmadan sürdürülebilirliğini sağlayarak kendi haline bırakılması gerekmektedir. Bütün canlılar besinden oluşmuştur. Canlı varlıklar besinden doğarlar, besin sayesinde yaşarlar ve ölünce de besin haline gelirler. İnsanın doğaya bulunacağı her türlü müdahale onun, diğer canlılarla paylaştığı evine yapacağı bir müdahale olarak algılanmalıdır.
 
Bugün bizler ekolojik toplumu anlatırken bile insanı merkeze alarak anlatıyoruz. Karşı çıktığımız sistemle paralel ilerliyoruz. Ekolojik toplumu ekonomi modeli olan komün ekonomisinin faydalarını aktarmaktan öteye geçemiyoruz. Halbuki bu faydacılığın kendisi eleştirdiğimiz sistemin en büyük argümanlarından bir tanesidir ki başarılı da olamıyoruz.
 
Artık doğal çevreyi korumak için teknolojiden dem vurmak yerine, yaşama bakışı, insanın insana bakışını, insanın topluma bakışını tartışmalı, insanın benliğine bakışını tartışmalı; sadece burjuva hiyerarşisini değil  genelde hiyerarşiyi, ataerkil sistemi değil cinsel, cinsiyet ve ailesel tüm tahakkümleri tartışmalıyız. Ekolojik topluluklardan ekolojik toplumlara ve kentlere; ancak bu tartışmaları sürdürdüğümüz takdirde geçebiliriz. Bu tartışmalar sığ bir biçimde belli bir grubun ifadeleri olmaktan çıkarak toplumun geneline yansırsa bizler eleştirdiğimiz sistemden uzaklaşmış oluruz. Burada önemli olan topluma ekolojik etiği hissettirerek, toplumsal yaşama sirayet etmek gerekir. Bu da bizim gibi henüz yarı kentleşmiş ve az modernleşmiş toplumlar için çok zor olmayacak bir olgudur. Bugüne kadar birikimli ilerleyen bilgimizin insan merkezli bir topluma ait olduğunu bilerek; öğrendiğimiz tüm kavramları ve davranışları, ekolojinin prensiplerinden geçirerek yeniden sorgulamalıyız. Sorguladığımız kavramlar sırtımızda taşıdığımız kitaplar olarak kalmaktan öteye gitmeli ve yaşamımızın bir parçası haline dönüşmelidir.
 
***
 
Türkiye’de kendini öteki hisseden insanlar sosyal medyadan bir video paylaşarak intihar ediyor; birkaç gün önce Eylül Cansın adlı trans bir kadın boğaz köprüsünden atlayarak intihar etti. Bu durumu intihar olarak tanımlamayı haksızlık olarak görüyorum; on iki yıldır hükümetin kendi tabanı dışında uyguladığı tecridin bir sonucudur,  intihar değil cinayettir. Sorumlusu tüm Türkiye’de siyaset ve politika üreten mercilerdir.
 
Demokrasi mücadelesi veren muhalif yapılar, maalesef taban kaygıları yaşayarak ötekilerin yaşadığı toplumsal olaylara sessiz kalmaktadır. Demokrasi kimin içindir? 

Etiketler: yaşam, ekoloji
nefret