04/07/2020 | Yazar: Serdar Soydan

Her ne kadar Ömer Seyfettin, karakterinin başından geçenleri “masum bir çocuk hayali” olarak adlandırmak istese de ‘Ayşe’nin cinsiyet kimliği nettir.

Eleğimsağma: Gökkuşağının Altında Kaos GL - LGBTİ+ Haber Portalı

Ömer Seyfettin

Vladimir Propp Masalın Biçimbilimi adlı incelemesinde masallardaki kişilerin işlevlerinin masalların değişmez öğeleri olduğunu söyler ve Rus halk masallarından yola çıkarak bu işlevleri otuz bire ayırır. Kitabın, “kişilerin işlevleri” başlıklı bölümünde tek tek ele alınan bu otuz bir işlevin yirmi dokuzuncusu “kahramanın yeni bir görünüm kazanması”dır. Bu işlevin dört alt başlığından ilki ise “kahramanın doğrudan doğruya yardımcısının büyülü eylemiyle yeni bir görünüm kazanması” olarak tanımlanmıştır ve kitapta “Kahraman atın (ineğin) kulaklarından geçerek yeni bir görünüm kazanır: Çok yakışıklıdır artık” şeklinde örneklendirilir.[1]

Bu işlevi yineleyen pek çok masal bizim kültürel dağarcığımızda da bulunmaktadır. Örneğin Billur Köşk Masalları[2]’ndan biri olan “Gülen Ayva Ağlayan Nar” adlı metinde ilginç bir kullanımı vardır bu öğenin. Masal bu seçki açısından da önemli olduğundan kısaca değinmek, en azından özetlemek istiyorum:

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde dokuz kızı olan bir padişah, ille oğlum olsun diye karısını sıkboğaz etmeye başlar. Kadıncağız da ne yapsın, doğurduğu onuncu kız bebeği kocasına oğlan diye yutturur. Lakin yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Erkek bildiği ve kendine veliaht yetiştirdiği oğlunu sünnet ettirmek isteyen padişah tüm planları alt üst eder. Etekleri tutuşan kadın çocuğuna, çocuk ise atına dert yanar. Sihirli güçleri olan bu at da çocuğa birlikte kaçmayı önerir. Halen erkek kılığında gezen küçük sultan, altında atı, az gider uz gider, başka bir diyarda, başka bir ülkede, başka bir sarayın mutfağında yamak olarak işe girer. Mutfakta hummalı bir çalışma vardır, tebdil gezen küçük sultan bunun nedenini sorduğunda yarın bir devin şehre gelip padişahın ciğerini yiyeceğini ve hazırladıkları ziyafetin padişahın cenaze yemeği olduğunu öğrenir. Sultan, atının yardımıyla devi öldürdükten sonra kendisine bir hediye vermek isteyen padişahtan kızını ister. Allar giyen bu kız kendisini büyülemiş peri padişahının buyruğunda, sürekli işi yokuşa sürüp ön koşul olarak tebdil gezen küçük sultandan olmadık şeyler ister ve her seferinde, tebdil gezen sultan, atının yardımıyla olmazı oldurtur, istenileni yapar. İşte bu görevlerden birinde, “şimşek taşları”nı çaldığı devler kendisine ilenir. Bedduaları şöyledir: “Kız isen er, er isen kız olasın!”

Kötülük yapmak isteyen ancak padişahın kızına aşık tebdil gezen sultanımıza iyilik yapan devlerin duası kabul olur ve sultanımız tebdil gezmekten kurtulur.

Bu durum, Propp’un yirmi dokuzuncu işlevine uymaktadır. Kahraman yeni bir görünüm kazanmış, sultan artık bir erkek olmuştur. Hiç vakit kaybetmeden padişahın allar giyen kızıyla evlenir, memleketine döner ve babasına hayırlı bir “erkek evlat” olarak hizmet eder.[3]

Dürdane Hanım romanındaki Ulviye Hanım/Acem Ali Bey gibi, bu masaldaki sultan da belli bir plan ve amaç uyarınca bir performansa girişir. Hatta bu örnekte kendi isteği bile değildir bu. Ancak zaman içinde sürdürülen bu performans yine tanımları ve anlamları esnetir, hatta değiştirir. Bir süre sonraysa masalsı atmosferin yardımı ve devlerin bedduasıyla sultanın bedeni cinsiyet kimliğine uygun hale gelir. Evet, cinsiyet kimliği… Zira sultan -bu net olarak verilmez, anlatılmaz ama aksi de söylenmez- masal boyunca kendisini erkek olarak tanımlamaktadır. Yani annesi padişahı kandırmak için yalan söylerken aslında doğruyu söylemiştir. Çünkü sultan büyüdüğünde, ‘erkek rolü’ yapmak zorunda kalmadığı yer ve zamanlarda da bu performansı devam ettirir.

*

Kültürel dağarcığımızda Propp’un yirmi dokuzuncu işlevinin en yaygın kullanımı ise “gökkuşağının altında geçme” motifinde kendisini gösterir. Bu motif bazı masallarda dileğin kabul görmesi için bir gereklilik olarak sunulurken, bazı masallarda kahramanın cinsiyet değiştirmesi ile sonuçlanır.

Nejat Saydam’ın 1975 yılında yönettiği, başrolünde Müjde Ar’ın oynadığı Köçek filmiyle beyaz perdeye taşınan bu motif öykücülüğümüzün köşe taşlarından Ömer Seyfettin’e de ilham vermiş ve “Eleğimsağma” öyküsünü doğurmuştur.[4] 

“Küçük Ayşe, sabahtan beri önünde me­kik dokuduğu yüksek bez tezgâhından kalktı. Yorgun yorgun gerindi. Bugün evde yap­yalnızdı. Babasıyla kardeşleri dün erkenden kasabaya, pazara gitmişlerdi. Annesiyle ab­lası da komşuda idiler; belki Zaim’lerde...”(s.7)

Babası ve ağabeyi, yani erkekler bir yerde, annesi ve ablası, yani kadınlar bir yerdedir. Ayşe ise yalnız başına, evdedir. Yalnız başına evde duran Ayşe’nin mekik dokuyuşu ile başlar öykü. Sofanın duvarındaki aynaya gider Ayşe. Kendisini incelemeye başlar. Büyümekte olduğunun farkındadır ve bu kamusal alandan uzaklaştırılması, çarşafa sokulması anlamına gelmektedir. Çünkü bir kadındır o. Oysa…

“Öyle kuvvetli idi ki… Erkek akranlarını bir tutuşta kaldırıp yere çarpıyordu. Ona ‘Pehlivan Ayşe’ derlerdi. Erkek çocuklar gibi ata binmesini, silah atmasını, güreşmesini, birdirbir, esir almaca oynamasını çok seviyordu. Fakat…” (s. 7 – 8)

Büyümek, tüm bunlara veda etmek anlamına gelmektedir. Artık erkeklerle birlikte, erkek gibi olamayacaktır.

“Ah erkek olsaydım...” dedi.

Ah erkek olsaydı... Hemen alevlenen masum bir çocuk hayalinin mantıksız garabetleriyle düşünmeye başladı. Neler yapmayacaktı? Bir kere yalnız Bozkaya’nın değil, hatta bütün kazanın birinci pehlivanı olacaktı. Sonra... Meşhur bir efe... Ve mutlaka Zaimoğulları’nın kızını alacaktı. Muharebelere girecek, göğsü nişanlarla dolacak, dağları aşacak, cesur köy delikanlılarının yaptıkları gibi haftalarca ayı avında dolaşacaktı.”  (s.8 – 9)

Erkek olmak istemektedir. Çünkü bu, şu anki hayatının, erkeklerle birlikte, erkek gibi yaşayışının değişmeden devam etmesi anlamına gelmektedir. Ayrıca sevdiği kızı da alabilecektir böylece.

“Ayşe” tüm bunları düşünürken, evlerinin penceresinden gökyüzünü kaplayan gökkuşağını[5] görür ve gökkuşağının altından geçerek cinsiyet değiştiren masal kahramanlarını hatırlar.

“Erkek olacaktı!

Bundan hiç şüphesi yoktu. Daha ziyade düşünmedi. Pencereden ayrıldı. Merdivenlerden indi. Bahçeyi geçti. Kendini sokağa attı. Deli gibi koşmaya başladı.  Etrafını görmüyordu. Koştu. Koştu. Koştu... (...) Nefes nefese eleğimsağmanın altından geçti.” (s. 9 – 10)

Daha sonra yorgunluktan hemen oracıktaki fundalıklara uzanıp uyumaya başlar. Uyandığında ise...

“Ayağa kalkınca şaşırdı. Boyu büyümüş, cepkeni yırtılmış, kısalan etekleri belinde kalmıştı... Islanmış yüzüne elini götürdü. Parmaklarına bıyıkları dokundu. Kendine baktı. Koca bir delikanlı!” (s.10)

Eve gidip ağabeyinin bayramlıklarını giyer, dışarı çıkar. Sokağın baş tarafındaki davul zurna seslerini duyunca yolda oynayan çocuklara ne olduğunu sorar ve Zaimoğulları’nın küçük kızları Gülsüm’ü evlendirdiklerini ve düğün kapsamında güreş müsabakaları yapıldığını öğrenir.

“Küçük kızlarını, Gülsüm’ü ha... Birdenbire hiddetlendi. İşte şimdi erkekti. Bu üzüm gözlü küçücük kızı kendisi alacaktı. (...) Düğün evinin avlusuna girerken yeni düze inmiş efeler gibi nara attı.

‘Er olan meydanda! Açılın!’

Herkes ona baktı. Tanıyamıyorlardı. (...)

‘Hoş geldin efe, kimlerdensin?’ diyenlere gülüyor, ‘Sonra anlarsınız,’ diyordu.

Pehlivanlara bağırdı.

‘Benimle ikişer ikişer güreşecek varsa meydana çıksın!’” (s.11)

Kendisi ile güreşen tüm pehlivanları kaldırıp kaldırıp yere çarpar. (Acem Ali Bey gibi gücüne vurgu yapılır.) Güreşlerden sonra halk kim olduğunu sorunca, Ayşe olduğunu söyler. Başından geçenleri anlatır. Daha sonra Gülsüm’ün kiminle evlendiğini ve nikâhı kimin kıydığını sorar. Damat olan muhtarın oğlu Hasan ile nikâhı kıyan Kurt Hocayı getirirler. Önce Hasan’la konuşur.

’Ulan Hasan boşa bakayım Gülsüm’ü!’

‘Boşamam.’

‘Boşa diyorum.’

Ve birden kırmızı kuşağından yakaladı. Havaya kaldırdı.

‘Ay, ay, ay... Aman efe.’

‘Boşa diyorum, yoksa şimdi yere çarpar beynini parçalarım.’

‘Boş olsun! Boş olsun!’

Zavallı Hasan havada bağırıyordu. Ayşe onu yavaşça yere bıraktı. Sonra Kurt Hocaya döndü.

‘Kıy bakalım Gülsüm’le benim nikâhımı,’ dedi.

‘Kıymam.’

‘Yapma Hoca!’

‘Kıymam.’

‘Kıy diyorum.’

‘Kıymam.’

‘Niçin kıymıyorsun?’

‘Caiz değil. Caiz değil.’

‘Caiz değil filan karıştırma, kıyacaksın.’

‘Kıymayacağım.’” (s.13)

Ayşe, hocayı da kuşağından kaldırır ama hoca direnir ve aslında kız olduğu için evlenmelerinin doğru olmayacağını tekrarlar. Halk da hocayı onaylayınca, Ayşe olanca gücü ile etrafa saldırmaya başlar. Derken bazı metafizik öğeler karışır olaya. Hoca uçmaya başlar. Çaylak gibi gider caminin minaresine konar. Ayşe de uçmaktadır; minareye çıkar ve hocanın boğazını sıkmaya başlar. Hoca, canını teslim ederken öyle çok tepinir ki sonunda minarenin şerefesi yıkılır. İkili yere düşer ve Ayşe kafasını vurur.

Öykünün sonunda Ayşe’nin gökkuşağının altından geçebilmek için koşarken yorgunluktan düşüp bayıldığını ve tüm bu olayların rüyadan ibaret olduğunu görürüz. Ailesi Ayşe’nin yokluğunu fark etmiş, aramaya çıkmış ve bulmuştur Ayşe’yi. Babası sinirinden tekme ata ata bu saate kadar nerede olduğunu, buralarda ne yaptığını sorduğunda ise cevap vermez Ayşe. Eve dönerken bastığı çamurlara bakarak, bütün göğsünü sarsan hıçkırıklarla ağlar, ağlar.

*

Her ne kadar Ömer Seyfettin, karakterinin başından geçenleri “masum bir çocuk hayali” olarak adlandırmak istese de ‘Ayşe’nin cinsiyet kimliği nettir.

O bir erkektir. Ve bedenini de ruhuna, hislerine uyumlu kılmak istemektedir.

Cinsiyet rollerinin henüz dayatılmadığı çocukluk döneminde erkek çocuklarla oynamış, erkek oyunlarını sevmiştir ve büyüyüp ‘kadın’ olmak istemiyordur.

Tüm bu bilgileri verdikten sonra, hepsinin “masum bir çocuk hayali” olduğunu iddia etmek gerçekçi olmasa gerek. Ömer Seyfettin de bu tutumunu pek gerçekçi bulmamış olacak ki, Ayşe’nin erkek bedenine sahip olma isteğinin ve bunun gerçekleşmesinin hayalden ibaret oluşunun altını çizmek adına öykünün sonunu Ayşe’nin bu düşten uyanışı, gerçeğe ayışı ile bitirmiş. Yani her şey gökkuşağının altından geçmek için koşan ‘kız’ın bayılması esnasında gördüklerinden ibaret.

Ahmet Mithat’ın öyküsündeki gibi, “Eleğimsağma” trans-olmayan dünyaya dönüşle, belirli, genelgeçer, kabul gören rollere, toplumsal normlara dönüşle noktalanıyor. ‘Erkek’ baba, ‘kadın’ Ayşe’yi döve döve eve, dört duvar arasına götürüyor.

*KaosGL.org Gökkuşağı Forumu’nda yayınlanan yazılardan yazarları sorumludur. Yazının KaosGL.org’ta yayınlanmış olması köşe yazılarındaki görüşlerin KaosGL.org’un görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.



[1] Vladimir Propp, Masalın Biçimbilimi, (çev. Mehmet – Sema Rifat) İstanbul: B/S/F, Haziran 1985, s. 68

[2] Yazarı ya da hangi tarihte yazıldığı bilinmeyen, 19. yüzyıl ortalarından itibaren müteakip defalar basılan, farklı yazarlar tarafından yeniden ele alınan masal kitabı.

[3] Özeti Tahir Alangu’nun derlemesi üzerinden yaptım. (Billur Köşk Masalları, İstanbul: Remzi Kitabevi, 1961)

[4] Ömer Seyfettin’in “Eleğimsağma” öyküsü 1917 yılında Yeni Mecmua dergisinin 5. sayısında yayınlanmıştır. Bu çalışmada kullanılan ve alıntılanan metin ise Bilgi Yayınevi’nin yazarın bütün eserlerini bir araya getirdiği külliyatın 6. cildi olan Yüzakı adlı kitaptadır. (Ankara: 1997) 

[5] “Alaimisema” (gökyüzünün alametleri) gökkuşağının Osmanlıcadaki karşılıklarından biri. “Eleğimsağma” ise bunun halk dilindeki bozulmuş halidir.


Etiketler: kültür sanat
İstihdam