08/07/2011 | Yazar: Emre Korlu

Aylardır mektuplarıma dönmüyorsun. Burada lanet pencereleri bir ayda bir kere siliyorlar. Bu, titizlik hastalığı olan biri için oldukça dayanılmaz.

-1998
 
Aylardır mektuplarıma dönmüyorsun. Burada lanet pencereleri bir ayda bir kere siliyorlar. Bu, titizlik hastalığı olan biri için oldukça dayanılmaz.
Sen dayanamamanın nasıl bir his olduğunu bilmezsin ama ben sanki beni bir tek sen anlıyormuşsun gibi konuşuyorum. Çenemi kapamam gerek, haklısın.
Dün sabah altımı ıslattım. Bir yetişkinin bunu yapması çok sağlıksızmış. Psikologa gitmeye ihtiyacım var. Böyle söylüyorlar.
Bu aralar çok fazla yemek yiyorum. Tencere yemeklerini özledim.
 
Kilo aldım. En azından kilo almış olabileceğimi tahmin ediyorum. Senin bana belki de en iyi öğrettiğin şey ‘Tahmin etmek’…
Beni görmeye hiç gelmeyeceğini tahmin edebiliyorum mesela.
Kardeşimi hiç göremeyeceğimi...
Merak ettiğin sorunun cevabını aldığından beri ayrı yaşıyoruz. Ben artık seninle yaşayamayacağımı anladığımda, aldığım ani kararlardan, sonra asla pişman olmadım. Bunu bilmeni istiyorum.
 
Geçenlerde koluma bir dövme yaptırdım. Senin o hiç sevmediğin gavur icadı. Bazı toplumlarla aynı ağızdan konuşup, dövmenin beni hastalıklardan ve kötü ruhlardan koruyacağına inanıyorum. Biliyorum, bu düşünceler sana saçma gelecek ama ne yapayım! Hastalanmaktan  korkuyorum. Çünkü hasta olduğumda bana hazır çorba yapacak birkaç arkadaştan başka hiç kimsem yok.
 
İngiliz edebiyatına merak sardım. Biliyor musun, oldukça heyecan verici. Yani kendi kendime öğrenme çabamı seviyorum. Bu bana önemsiz biri olmadığımı hissettiriyor. Senin aksine, ben önemsiz biri değilim. Birkaç hafta önce İngiliz edebiyatı temsilcilerinden özenip birkaç deneme yazdım ama başarısızlıkla sonuçlandı. Kayda değer iki- üç satırdan başka elle tutulur, gözle görülür bir şey yok. Lakin, gelecekte bir hamlet de ben yazmak istiyorum.Shakespeare beni kıskanır mı dersin?..
 
Oldukça hayalperestim öyle değil mi? Ama bunu seviyorum. Şunu fark ettim. Uzun süredir rüyalarıma gelmiyorsun. Bir geyin görüp görebileceği en yakışıklı erkekleri görüyorum fakat hiçbiri benim değil. Senden ayrı yaşamaya başladıktan sonra birkaç ilişki deneyimim oldu lakin sana benzeyenleri elediğim için aşka yabancılaştım. Hani İngiliz edebiyatı demişken, bu aralar Daniel Defoe’nin, Robinson Crusoe’unu okuyorum. Sahi, ben Robinson’dan daha yalnızım. O bile benden daha şanslı düşünebiliyor musun? Hiç olmazsa orta halli bir İngiliz ailesinin çocuğu. Benim ise bir ailem bile yok.
 
O gün, devlet emekli maaşını bağlamıştı. Elinde ne var ne yoksa mutfak tezgahına fırlatıp, ceketindeki astım ilacını aramaya başlamıştın. Bana bağırıyordun. İlacı bulmana yardım etmemi istemiyordun. Yavaşça elimi çekerek ‘Ceketin iç cebinde’ dedim.
Öleceğinden korktum. Yerdeki halının üzerine oturdun. O ilacı içine çekmeye başladın. O an ağladığını görebiliyordum. Lakin, hiç söylemedim sana, hiç söylemedin bana.
 
O akşam salondaydın. Üzerinde koyu kahverengi, solmaya yüz tutmuş. Annemin elli yaş doğum gününde sana hediye ettiği o tişört vardı. Saçların sağa doğru taranmıştı. Yanağının üzerinde iki günlük bir sivilce… Sakalın hafif uzamıştı. Birkaç kez elini burnunun ucuna değdirdin. Bacağın kapıya paralel, diğer bacağının üzerindeydi. Gözlerini iki defa kıstın. Bir hareket bekledim senden. Gitme’ye olumlu anlam yükleyen bir hareket… 
 
Çocukluğumda yaptığın gibi ‘ Gel gel’ işareti yapmanı bekledim. Sana doğru o ilk yürüme heyecanıyla yürümek…
Emrivaki de olsa.

Etiketler:
nefret