23/06/2010 | Yazar: KAOS GL

Akif Kurtuluş, “Yurttaşın adliyelerde pis tuvaletleri kullandığı bir yerde hâkim ve savcıların, hatta avukatların tertemiz tuvaletlerinin olması bir işe yaramaz.

Akif Kurtuluş, “Yurttaşın adliyelerde pis tuvaletleri kullandığı bir yerde hâkim ve savcıların, hatta avukatların tertemiz tuvaletlerinin olması bir işe yaramaz. Önce yurttaşın itibarı” diyor. 

80 kuşağı şairlerinden, aynı zamanda avukat. 'Bu ülkede geçimini avukat olarak kazanıyor olmakla bu hayatı şiirle anlamaya çalışmak aslında bir anomalidir' diyen Akif Kurtuluş, şimdi Ankara Barosu Başkanlığı'na da aday.
 
Radikal’den Betül Kotan, Kurtuluş'la sözünü ettiği o 'anomali'yi konuştu...
 
Akif Kurtuluş’u, hukukun keskin sınırlarıyla şiirin sınırsızlığı arasında, kendisinin bile bilmediği bir yerde, bir boğuşma hali içinde, Kavaklıdere’nin dar sokaklarından birindeki Akdeniz Akdeniz’de buldum. Ankara Barosu Başkanlığı’nı konuşmak için buluştuğumuz Kurtuluş, adaylığı için şiirden ‘ücretsiz izin’ istediğini söylese de, söz döndü dolaştı yine şiire geldi. Kurtuluş, “Bu ülkede geçimini avukat olarak kazanıyor olmakla bu hayatı şiirle anlamaya çalışmak aslında bir anomalidir” deyince, ‘Normal değil bu karışım’ diyen iç sesim rahat bir nefes aldı. Kendisi için ‘parçalanmış’ yakıştırması yapan Kurtuluş’la edebiyat ve hukuk arasında sınırları belirsiz bir söyleşi yaptık...
 
80 kuşağı şairleri arasında yer alıyorsunuz. O dönem, şairliğinize ve avukatlık pratiğinize nasıl yansıdı?
İlk şiirlerim, 12 Eylül’ün içine doğdu ve o altüst oluş içinde bir hesaplaşmayla başladı. Türkiye’de başka bir tarihte doğmuş olsaydım, hesaplaşma diye bir kavram, benim hayatımda bu kadar başat bir yerde olur muydu bilmiyorum ama var olmanın acımasız eleştirisi denilen her neyse, ben onu hayatımın ilerleyen yıllarında hep önemli bir yere koydum. Edebiyat, bunu yapmaya çalıştığım en zor ve en sancılı alandı. Çünkü edebiyatın amentüsü, sınırları yoktur. Tam tersine bütün sınırlarla, yasaklarla mücadele ettiği oranda kendini var eder. Diğer taraftan, hayatımı avukatlık yaparak kazanıyorum. Bu mesleği yürütüyor olmak da ister istemez ayrı bir hesaplaşma alanı. Bu ikisinin birbiriyle çatıştığı yerler oluyor, çok sık oluyor...
 
2008’deki adaylık sürecinizden sonra bir söyleşinizde şiirin vakit ayıramadığınız için size darıldığını söylediniz. Şimdi şiire bir kez daha sırt döndünüz diyebilir miyiz?
Evet, başkan adaylığı sürecinde bu kampanya içindeki çalışmalar, şiirin çok hoşlanacağı şeyler değil doğrusu. Sırtımı döndüm mü bilmiyorum ama şiirden ücretsiz izin istedim, şimdilik vermiş görünüyor. Edebiyattan emekli olmak mümkün değil ama benim avukatlığım ve mesleği daha yaşanılır kılmak için yaptığım çalışmalar ve böyle bir hizmet için avukatlardan eğer alabilirsem vekalet, bir gün sona erecek, edebiyatla olan maceramda ise bir emeklilik yok.
 
Baro Başkanlığı’na talipsiniz. Meslektaşlarınıza yönelik hedefleriniz var mı?
Örneğin kadınların temsil düzeyiyle ilgili çok ciddi problemler var ve biz ‘yetişkin modern meslek sahipleri’ olarak bu temsil mekanizmasına dikkat etmiyoruz. Hatta özellikle kadın meslektaşlarımız, bu temsil konusunda yeteri kadar ısrarcı olmuyor. Ankara’da baroya kayıtlı 9 bin 500 avukat var, kadın meslektaşlarımızın sayısı 3 bin 600. 11 kişilik yönetim kurulunda ise şu anda sadece iki kadın avukat var. Stajyer avukatların staj eğitim sisteminden avukatlığa kabul sistemi de ayrı sorun. Avukatlar Kanunu’nda 0-5 meslek yaşı arası avukatlar sadece seçebiliyorlar ama yönetim kuruluna seçilemiyorlar. Oysa gençlere güvenmek gerek.
 
Avukat-hâkim-savcı üçgeninde, avukatlık nasıl bir yerde duruyor?
Avukatlık Kanunu’nda, ‘Avukat yargının kurucu unsurudur’ der. Ama bugün egemen yargı algısı, avukatlığı kurucu unsur olarak kabul etmiyor. Hâkim, savcı ve avukatların adliyenin yönetimi başta olmak üzere aynı kurullarda yer almaları gerek. Adalet komisyonlarında baro temsil edilmeli. Adliyeler hepimizin adliyesi ama hâkim ve savcılar tarafından yönetiliyor. Yargı kültürü bir gecede değişmez ama biz bu adımları atarsak hâkim, kendini devlet adına yargılama yapan birisi olarak görmemeye başlar, yurttaşa da saygı gösterir. Bir adliye, içeri girdiğiniz zaman baştan sizi korkutuyor. Adalet yurttaşı korkutmak için değildir ki, yurttaşın hakkını aradığı yerdir. Yurttaşın adliyelerde pis tuvaletleri kullandığı bir yerde hâkim ve savcıların, hatta avukatların tertemiz tuvaletlerinin olması bir işe yaramaz. Önce yurttaşın itibarı...
 
Edebiyata dönelim. 1982’de, şiir ve iktidar arasındaki ilişkiyi irdeleyen bir yazınızda, edebiyatın şairi, yazarı üyeliğine almadıkça rahat edemeyeceğini, kimsenin de bu yüzden karşı ideoloji üretemediğini söylüyorsunuz. Aradan yıllar geçti, şimdi hem edebiyat hem de onun dışındaki iktidarla şiirin arası nasıl sizce? 
Gençlik yıllarımda yazdığım o yazıların omurgasına sadık olmaya çalışıyorum. Yoksa o konuda fikirlerim değişti, zenginleşti. Başka şeyler girdi araya ama orada bir omurga var ve ben orayı görüyorum. Edebiyat bir aile olmak istiyor ve bu ailede kendi içine aldığına, mutlaka bir üyelik, bir ad vermek, takdis etmek, hadi ilerleyelim biraz daha, vaftiz etmek istiyor. Benim bir şair olarak edebiyat ailesiyle böyle çok sıkı fıkı bir ilişkim olmadı. Edebiyat beni vaftiz edemedi, ettirmedim, bir edebi cemaat içinde hiç olmadım. Açılım çerçevesinde edebiyatçıların davet edilmesi, bu daveti kabul edip etmemeleri tali bir tartışma. O toplantıya katılanların edebiyatından asla kuşku duymadım, bu doğru da değil. Ama ben daha farklı ve makro bir tavra işaret ediyorum. Çünkü edebiyat akılla yapılan bir şey değildir. Ruhla, delilikle yapılan bir şeydir. Hukuk sizden bir şeyi yapmamanızı ister, adam öldürmemenizi, çalmamanızı ister. Ama edebiyat her ne olursa olsun ‘Yapmalısın, yapmamalısın’ türündeki sözleri kendisine yapılmış bir hakaret olarak addeder. Hepsini emir kipi olarak okur ve hırçınlaşır. Evet, doğru, bu ülkede geçimini avukatlık yaparak kazanıyor olmakla bu hayatı şiirle anlamaya çalışmak aslında bir anomalidir.
 
Sizi şair olarak bilenler, az yazmanızdan şikâyet ediyor...
Az yazdığım doğru. 27-28 yıllık edebiyat hayatımda, 100 şiiri olan bir şairim. Rahmetli İlhan Berk bana çok kızardı, hatta senede bir kere arayıp “Şiir yazmıyorsun” deyip kapatırdı. Ama bu beni hiç huzursuz etmedi. Bu durum, çok iyi yazdığıma dair bir özgüvenden veya kendini beğenmişlikten kaynaklanmıyor. Bir şiirin bittiğini, onunla ve kendimle barıştığımda anlarım. Kısa sürecek bir ateşkes başlar o zaman. Sonra yeni bir şiir kafamda belirince, çatışma yeniden başlar, çok uzun sürer işte bu çatışma dönemleri. Son dört-beş yılda üç şiir yazdım, onu da peş peşe son altı-yedi aya sığdırdım.
 
Futbolla da çok ilgilisiniz.
Yıllarca futbol oynadım ama iyi bir futbolcu olamayacağım belliydi, onun için futbolu bir spor olarak hayatıma koydum. Fenerbahçeliyim ama bugünkü aklımla, amatör kümede mahallemin takımı hangisiyse onu tutmak daha keyifli olabilirdi diye düşünüyorum. Halamın oğlu Beşiktaşlıydı ve ben onunla büyüyordum. O benden iki yaş büyüktü benim tanıdığım en yakın iktidar, en yakın otorite oydu. Bir kere o Beşiktaşlı olduğu için ben olmamalıydım. Geriye Galatasaray ve Fenerbahçe kalıyordu, Fenerbahçe’nin de renklerini seviyordum. Şimdi Fenerbahçe maçlarında da formasını üstüme geçirecek kadar heyecanlıyım. Gençlerbirliği’ni kulüp olarak, ruh olarak seviyorum. Takımımı değiştirebilseydim Gençlerbirliği’ni tutardım.
 
Yargının savunma ayağı olarak Anayasa değişikliği tartışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yargı bürokrasisinin mevcut durumu, 2005’ten sonra meydana gelmiş değil. Sadece 2005’teki toplu davalar yargıdaki sorunu, toplumda daha görünür kıldı. Tutuklamanın tedbir değil de başlı başına ceza olması, 12 Eylül’den beri demokrat hukukçuların, aydınların üzerinde durduğu bir konuydu. Son Anayasa değişikliği paketi içindeki değişikliklere yönelik de, ben bir avukatım, benim oradaki dilim, siyasi taraftarlık ruhu üstünden gelişmemeli. Ben gelişkin bir hukuk devleti, eksiksiz demokrasi ve özgürlük istiyorum. Bu benim sadece bir entelektüel veya birilerinin bana dediği gibi aydın olmamdan kaynaklanmıyor, avukat olmamdan kaynaklanıyor. Bir ziraat mühendisinden çok daha fazla demokrasiye, hukuk devletine ihtiyacım var. Hukuk devletinin olmadığı yerde önce savunma mesleğini yürütenler itibar kaybeder, dahası aç kalırlar. Onun için benim hukuk devleti talebim, aynı zamanda mesleki bir bencillik üzerinden tarif ettiğim bir şey.
 
Ergenekon soruşturmasına nasıl bakıyorsunuz?
Adil yargılanma çerçevesi içinde iddialar ortaya çıksın, sorumluları yargılansınlar, toplum da bu sonucu görsün. Adına Ergenekon denilen bir yapılanmanın çok daha farklı tezahürlerini, ben ilk gençliğimden beri yaşadım. Türkiye’de bugün, bazı devlet görevlilerinin marifetiyle işlenmiş cinayetler, yasadışı uygulamaların ceza kanunundaki karşılığı zamanaşımı ve bu Türkiye’deki demokrasinin önündeki en büyük engel. 30-40 sanıklı dosyalar zamanaşımına uğratılıyor, sanıklar elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor. Biz katillerin yargıya teslim edilemediği bir ülkeyiz. Oysa bu demokratik gelişmelerin her birinin, barolar olarak teklifsiz arkasında olmalıyız. En büyük ihtiyacımız sınırsız özgürlükler, gelişkin demokrasi. Özgürlüklerden korkmamalıyız.
 

Etiketler: kültür sanat
İstihdam