11/07/2016 | Yazar: Selçuk Candansayar

Sadece milleti değil, gazetecisinden yorumcusuna, siyasetin aktörlerini de saran bir ruh hali var. Sanki hep birlikte oturmuş, düşmesini bekliyoruz!

Sadece milleti değil, gazetecisinden yorumcusuna, siyasetin aktörlerini de saran bir ruh hali var. Sanki hep birlikte oturmuş, düşmesini bekliyoruz!

Eminiz, düşeceğinden. Seyirlik eğlenceye döndü sanki, elimizde bir çekirdeklerimiz eksik...

2013 Gezisi’nden bu yana siyasi analizler, köşe yazıları, sosyal medya geyikleri, ekonomik öngörüler gırla gidiyor. Hepsinin ortak noktası bir şekilde düşeceği, hem de çok kötü düşeceği.

ABD bu kez sifonu çekecek; yok Avrupa çoktan ondan vazgeçti sadece mülteci sorunu için kullanıyor; olmadı Ergenekon iktidara ortak oldu; asker ipleri eline geçirdi artık askerin sözünden çıkamıyor; sermaye son kırıntılarını da sömürüp atacak diyenler vs. diye uzayıp gidiyor. Perinçek, hayatında ilk kez mutlu, sanki o iktidarda!

             Görsel betimleme: İcadının ilk yıllarında bir grup pürdikkat televizyon izliyor.

Bir de daha ‘bilimsel’ çözümlemeler var. Tarihsel, felsefi, politik tanıtları ardı ardına sıralayarak son tahlilde bu hal sürdürülemez, gidiş kesindir, diye bitiriliyor.

Büyük ihtimal kendisi de farkında. Bu gidişin sonunun olmadığını göremediğini sanmak, saflık olabilir. Hani kendisine özel basılan gazete yüzünden her şeyin güllük gülistanlık olduğunu sanan diktatör efsanesi vardır. Ne öyle olan ne de efsaneye inanan bir diktatör yoktur, ama efsaneyi gerçek sanan çok insan olmuştur.

Bu çözümleme, yorum, öngörü yığınına yanlış demek de çok mümkün değil. Bir gün düştüğünde avanesi dahil hepimiz “ben demiştim daha önce” diyeceğiz. Diyeceğiz ama bir sorun var.

Karşısına kimse çıkmadığından istediğini yapma özgürlüğünü kazanmış durumda. İstediği yasayı çıkartıyor, istediği yasayı çiğniyor. Bir zamanlar 23 Nisan’ da koltuğunu verdiği çocuğa söylediği gibi, istediğini asıyor, istediğini kesiyor. Dün söylediğinin tam tersini bu gün söyleyebiliyor ve biz seyirciler, sadece “Vay be, nasıl da tam tersini söyleyebildi ya, vay canına” deyip, çekirdeklerimizi çitlemeye devam ediyoruz!

Bir tür ilahi dokunulmazlık ve kudret kazanmış durumda. Toplum olarak kendi kendine gitmesini bekliyoruz sanki. İstediğini yapsın, kimse karışmasın nasıl olsa gidecek, gidene kadar başımızı derde sokmayalım, nasılsa gidecek, böyle sürdüremez, mutlaka düşer diye avutuyoruz kendimizi.

En yakınındakiler dahil herkes, o düştükten sonrası için pozisyonunu belirlemiş durumda. Bakmayın jöleli ve benzerlerinin belimizde silahımız efelenmelerine. “Ben demiştim, çok uyarmıştım, beni dinlemedi, tam da böyle olur demiştim, aha bakın falan tarihte ona verdiğim bilgi notumda yazmıştım, filan tarihli köşe yazımda bu sonu ima etmiştim, daha ne yapabilirdimki”yle başlayan, “tarih beni haklı çıkardı, ben bu durumu gördüğüm için onunla ipleri koparmıştım”la giden ve “onunla aslında en çok ben mücadele etmiştim, bak ne ağır şeyler yazmıştım zamanında”yla süren bir arınma ayini, paçayı sıyırma gayreti ve “valla billa ben demiştim” çok bilmişliğiyle dolup taşacağız.

Elbet bir gün gidecek... En azından Rabbi ona hangi kaderi tayin etmişse o gün gidecek, ilahi kadere onun da boynu kıldan incedir, hatta tam da öyle olmasını umuyordur. İşin garibi başta siyasetin aktörleri, siyasi liderler vs, galiba herkes bu sona umut bağlamış bir zavallılık içindeler. Hissettiği kadiri mutlaklığı ona vermiş olmalarının bedeliyle yüzleşmeye de hiç niyetleri yok, maalesef.

Elbet her fani gibi onun da bedeni bir gün toprak olacak, ama yapıp ettikleri, fikirleri ne olacak? Geriye ne bırakacak? İlerde öyle ya da böyle, iyi ya da kötü tarih onu yazacak, diğerleri figüran olarak bile geçemeyecekler. 


Etiketler:
İstihdam