07/03/2011 | Yazar: Yıldırım Türker

Kadınlarını öldüren bir toplum, Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamaya hazırlanıyor.

Kadınlarını öldüren bir toplum, Dünya Kadınlar Günü’nü kutlamaya hazırlanıyor.
Artık her gün birkaç kadın, kimileyin töredir diye, kimileyin imdat çığlıklarına ve polise onca şikâyetine rağmen sırtı tapışlanıp salıverilmiş kocaları tarafından insanların gözü önünde katlediliyor.

Toplumun bir tık daha yakınına vardığı nokta, kadınlara yönelik toplu katliamlardır.
Bu toplum kadınlarını ölüme yollayarak intihar ediyor.

Her bir hırpalanan, tecavüze uğrayan, öldürülen kadın, kimse kaçmaya çalışmasın, hepimizin suçudur. Bu toplumda yaşayan, bu dili konuşan herkes mizojiniyle maluldür. Buna kadınlar da dahildir.

Kadına uygulanan şiddete karşı örgütlenmeye çalışan dilin kendisi de kadına yönelik şiddet içermektedir.

Bütün şehri kirli bir sırıtışla kaplamış afişleri görmüşsünüzdür.
‘Kadına şiddet uygulayan erkek değildir’.
Kadınları tacizden, tecavüzden, katledilmekten korumaya yönelik dile bakar mısınız?

Aklıevvel bir reklam yazarının ‘erkekleri tam da buradan vurup etkileyebiliriz’ cinliğiyle bulduğu bu slogan, besbelli kadına yönelik şiddete karşı kurulmuş organizyonu ve afişlerin altında imzası olan Hürriyet gazetesini çok etkilemiş. Şehirde adım başı karşınıza çıkıyor.

‘Kadına şiddet uygulayan erkek değil’ sloganında erkek olana yakışmaz vurgusu var elbet. Pekiyi, kime yakışır? Karıya mı?

Yoksa ‘kadına şiddet uygulayanlar ancak ibne olabilir’ mi, erkeklere bıyıkaltından fısıldadığınız?
Dayakçı kadın katili erkekleri caydırmak için bulabildiğiniz çağrı bu mu?

Kadınları erkek şiddetinden korumak için yola çıkarken erkek imgesini cilalamak, işte tam da bu toplumun, anadilimizin vahşi yönelimidir.
Bu toplumda, muhatap alınan, kendisine hitap edilen erkektir.
Bu slogan da birçoklarınca, erkek adamla karı gibi güvenilmez adam arasındaki ayrıma dikkati çeken bir anlam taşıyacaktır.

Küçücük kız çocuklarının tecavüze uğradıktan sonra gönüllü ilan edildiği, terörist ilan edilen kadınların askerler tarafından tecavüze uğrayıp susturulduğu, aile arasına girilmez diye sokak ortasında bıçaklanan kadını polisin uzaktan seyrettiği, kadınların durmadan tahrik ettiği, kışkırttığı, beni öldür, benim ırzıma geç, beni filistin askısına al diye yalvardığı bir memleket resmi çıkmıyor mu basınımıza baktığımızda?

Birkaç yıl önceki bir olayı hatırlayalım mı? Hani hep birlikte haberlerde bir kadının bir polis tarafından saçından sürüklenişini izlemiştik. Kimse müdahale edemiyordu doğal olarak.
O kirli görüntülerde bir müzikholü basan polisleri ucuz, eski düğünvari bir klavyenin açısından görmüştük önce. Sonra müzisyenin önünde copunu sallayan bir polisi. Sonra müzikholün kapısından saçlarından sürüklenerek çıkarılan bir kadını. Sonra aynı kadının merdivenlerden yine saçından sürüklenerek, basamaklara çarpa çarpa indirilişini izlemiştik. Son resimde de kapısına kadar sırtüstü süründüğü arabaya bindirilmek üzereykenki halini.

Kamera kayıtlarını görenler arasından bu görüntüleri yadırgayacak kadar içedönük ve dünyaya kör kimse çıkmış mıdır? Sanmıyorum.

Çünkü polis, kadınları saçlarından sürükler. Kimileyin yerde dertop olmuş bir genç kızın kafasına gerilerek bir vole de çekebilir. Ama en çok ve ille saçlarından sürükler.
Biliyoruz. Binlerce kez tanık olduk. Binlerce kez haberlerde izledik.

Bu haberi verirken de gazetelerin kullandığı dil, basınımızın pek sık kullandığı tecahülüarif makamındandı. Bir büyük gazetemiz “Böyle zorbalık görülmedi”, diğeriyse “Eşkıyanın Cüreti” manşetleriyle sundu haberi. İkisinin de çığırtkan şaşkınlıklarında neredeyse Brechtiyen bir yabancılaştırma efekti çalışılmıştı.

Görülmemiş ilan edilen zorbalık görüntüleri, sırtlarında polis üniformasıyla bir kadını saçından sürükleyen adamlara aitti.
Bu görüntülerde insanı çileden çıkaran cüret gösterisi de eşkıyaya ait olduğu için tiksindirmeliydi insanı. Çünkü bir kadını çalıştığı yerden sürüyerek çıkaran adamlar polis değil, polis kılığına bürünmüş zorbalardı. Bu, onları eşkıya kıldığı gibi eylemlerine de küstahça bir cüret katıyordu. Polise hak olan onlara cüretti. Üniforma sahteyse gözlerimiz önünde gerçekleştirilen eylem eşkıyalık oluyordu.

Bu gazetelerden hiçbirinin kameraya yakalanmış bir polis şiddetini ‘cüret’ ya da ‘zorbalık’ olarak adlandırmışlığını hatırlamayız.

Çünkü bu toplumda karısını parçalayan bir kocaya, kurbanını saçından sürükleyen bir polise, esir aldığının ırzına geçen bir askere kimse müdahale etmez. Edemez.
Şimdi yine kimi makyözler çıkmış, parlamentoda yüzde 50 kadın milletvekili diye taleplerini haykırıyorlar. Siyasette kafa sayısıyla eşitliğin sağlanmasının en önemli adım olacağından hiç kuşkuları yok. İkna odaları mucidi kadın ve benzerlerinin, kadının öncelikle yaşam hakkı olmak üzere bütün toplumsal hakları açısından nasıl bir yarar sağlayacağına inanıyorlar?
Yine hatırlatmakta yarar var. İktidarın kendi cinsiyeti vardır. Orada ne kadın kadın, ne erkek erkektir.

Kadınları hep birlikte öldürüyoruz. Onları koruma altına alınması gereken bir tür olarak gören münevver kravatlı-tayyörlüler de onlara güvence şartı olarak üç çocuk analığı dışında hiçbir önerisi olmayan sade suya türban özgürlükçüleri de, kadını özne olarak görme özürlü basın da, yorgunluktan bezginlikten sesini çıkarmayanlar da, hepimiz içten içe kadın nefreti taşıyoruz.

İşte bu nedenle kadınlara şiddet uygulayanlara, “Erkek olun, erkek!” diye bağırıp gururla yolumuza devam ediyoruz.


Etiketler: insan hakları
nefret