30/11/2010 | Yazar: KAOS GL

Diana Blok’un Türkiye’de yaşayan LGBTT bireylerle yaptığı portre çalışmalardan oluşan, “Bizim Aracılığımızla Görmek” adlı fotoğraf sergisi ve Gabrielle Le

Diana Blok’un Türkiye’de yaşayan LGBTT bireylerle yaptığı portre çalışmalardan oluşan, “Bizim Aracılığımızla Görmek” adlı fotoğraf sergisi ve Gabrielle Le Roux’un Afrikalı trans bireylerin sözlerini de tuvale katarak hazırladığı “Afrikalı, Gururlu ve Transgender” adlı resim sergisi Pembe Hayat’ın “Nefret Suçları Mağduru Trans Bireyleri Anma Buluşması” başlıklı etkinlik haftası kapsamında Ankara’da Galeri Kara’da açıldı. Sergi 3 Aralık’a dek gezilebilir. Bu etkinlik kapsamında sanatçılarla bir söyleşi gerçekleştirdik.

Pembe Hayat’tan nasıl haberdar oldunuz?
Diana:
Bu tanışıklık geçen yıla rastlıyor. Akademideki bir asistan öğrencimin aracılığıyla KaosGL’den haberdar oldum ve KaosGL aracılığıyla da Pembe Hayat ile tanıştım. Benimle, şimdiye dek sergilenen kadın, cinsiyet ve kimlik konularını işleyen çalışmalarım üzerine bir röportaj yaptılar.
Bu çalışma, kadın olarak cinsiyet konusuna nasıl baktığımı anlatıyor. “Erkek ve kadın, aynı bedende nasıl mümkün oluyor?” vb. pek çok sorum vardı. Bu çalışma aracılığıyla esasında sorularım üzerinden bir keşif yapıyorum.
Gabrielle: Pembe Hayat ile tanışıklığımız Barselona’da Uluslararası Toplumsal Cinsiyet Kimliği Konferansı sırasında başladı. Dernekten Kemal de oradaydı ve kendisi ile uzunca sohbetler ettik.

Sergi öncesi birbirinizi tanıyor muydunuz?
Diana:
Hayır. Bizi bir araya getirme fikrini tasavvur eden Kemal’dir. Gabrielle’in işleri Amsterdam’da sergileniyordu. Onun çalışmalarını keşfetmek için sergi mekânına gittim. Gabrielle de Amsterdam’daydı ve biz bir tesadüf sonucunda tanıştık.

Biriniz resim üzerinden, biriniz ise fotoğraf üzerinden ele aldığınız konuyu kişisel yorumunuzla ifade ediyorsunuz. Farklı sanat disiplinlerini kullanarak farklı ifade ediş biçimleri üretirken sizce belirgin farklılıklar doğuyor mu? Birbirinizin işlerinize baktığınızda neler söyleyebilirsiniz?
Gabrielle:
Öncelikle belirtmek isterim ki ben kendimi sanatçı olarak tanımlamıyorum. Ben her şeyden önce bir aktivistim ve yaptığım işler aktivizm ve yaratıcılığı buluşturan işler. Soruna gelirsek, fotoğrafı bazen bir medya olarak seviyorum. Kendini yetiştiren bir sanatçı olarak derinlemesine sanatsal bir okuma yapamam, ancak şunu söyleyebilirim: Diana’nın işlerini hissedebiliyorum ve onları sevdim. Fotoğraf ve resimle yapılan işlerin ortaya çıkış süreçleri tamamen farklı.
Diana: Bence resim ilhamın büyük aracı. Sanat tarihine baktığımızda, günlük yaşam, tarih ve ilgili bağlama ilişkin pek çok şey anlatıyor resimler. Fotoğraf ve anı geçmek ise ‘cazibenin ölümü’ benim için. Gabrielle’nin resimlerini ilk kez internette gördüm ve hemen beni etkiledi. Özellikle onun resimlerinde metinlerin çizimlerle birleşmesini çok ilginç bir ifade aracı olarak gördüm.

Diana, sergi kataloğunda fotoğrafın “tanımak” eylemiyle ilgili olduğunu söylüyor… Esasen ben de fotoğrafla ilişkimi bu biçimde açıklıyorum. Tabii sanat için bu ifadeyi genelleştirmek de mümkün. İkiniz de çalışmalarınızda LGBTT gruplarla yakın çalıştınız ve onları daha yakından tanımış oldunuz. Bu yakınlaşma sizlerin bireysel ve sanatsal duruşunuzda neyi değiştirdi?
Gabrielle: Esasında, aktivist ve bir trans birey olan Victor Mukasa ile gelişen yakın arkadaşlığımızın ürünüdür bu proje. Projenin temeli Afrikalı trans bireylerin Afrika’da gerçekleştirdikleri ilk toplantıda atılmıştır. Esasında bu sergi yıllarca süren bir araştırmanın ürünü. On yıllarca içinde bulunduğum feminist aktivizm toplumsal cinsiyet mevzuuna bakmamı sağladı.
Ben trans aktivistlerle yakın arkadaşlıklar kurduktan ve tecrübelerini öğrendikten sonra, transeksüel kimliği üzerine daha fazla şey öğrenmek, onların benimle paylaştıkları tecrübeleri daha geniş kitlelerle paylaşmak ve bu projeyi yapmak için kendimi sorumlu hissettim.
Bu çalışma benim yıllarca edindiğim arka planın neticesinde ortaya çıkmış bir proje. Hayatımda neyi değiştirdiği konusunda şunları söyleyebilirim: Artık sokakta yürürken kimsenin cinsiyet kimliğini tahmin edemeyeceğimi biliyorum. Transseksüeller sadece beni değil tüm dünyayı görünürlükleri ve dürüstlükleri ile değiştiren unsurlar esasında. Onlar toplumu değiştiriyor, toplum da onlara negatif yanıt veriyor.
Diana: Her şeyden önce ben aşırı uçta olan tüm diğer dinler gibi fazlaca homofobik ve ataerkil olan Katoliklik mezhebine mensup ve uğradığı farklı seviyelerdeki ayrımcılıklarla mücadele etmiş bir annenin çocuğuyum. Projeyi yapmadan önce Türkiye’deki LGBTT bireyleri, Avrupa basınında çıkan haberler üzerinden tanıyordum. İlk başta, basının bahsettiği ve LGBTT bireylerin uğrak yerleri olduğu söylenen ünlü barlara LGBTT bireyler neden gidiyorlar ve acaba ne hissediyorlar, keşfetmek istedim. Türkiye’deki LGBTT topluluğunu kendi gözlemlerim ışığında tanıdım. Bu benim için önemliydi.
Özellikle transeksüelleri daha yakından tanımış oldum. Çünkü evvelden onların hiçbir topluluğu ile herhangi bir yakınlığım yoktu. Transseksüellerin verdikleri kararın sonuçları ile yaşamalarının ne kadar zor bir şey olduğunu öğrendim. Çünkü bir gey yahut lezbiyen kimliğini gizleyebilir, ancak bir transseksüel kimliğini gizleyemez.

Diana, İstanbul’da işlerini sergilemek için galeri bulmak istediğinde türlü sıkıntılar yaşadığını biliyorum. Biraz bahseder misin?
Diana:
İstanbul Türkiye’nin en modern şehri ve pek çok önemli kültürel merkez var. Türkiye’de projem için en uygun yerin İstanbul olacağını düşünmüştüm. İstanbul’da görüştüğüm galeriler, başta projemin çok önemli olduğunu söylediler. Pozitif konuştular. Ancak sonrasında galerilerin popülaritesi ve durdukları yer bağlamında galerilerinin isimlerine zarar gelmesinden korktular. Dolayısıyla sergiyi İstanbul’da açamadım. Açıkçası böyle bir sergiyi ilk kez Ankara’da, Galeri Kara’da açabilmiş olmak şaşırtıcı bir durum.

Galeri Kara Çankaya Belediyesi’ne ait bir galeri. Devlete ait bir mekânda böyle bir sergiyi açmış olmak bir ironi taşımıyor mu?
Gabrielle:
Esasında galeri seçimini Pembe Hayat yaptı. Belediye’nin mekânı ayarlanabildi ve sergi burada açılabildi. Bu mekân LGBTT bireylerin rahatça gelebildiği bir mekân... Onların gelemeyeceği bir galeride serginin açılmasındansa burada açılmasını tercih ederim. Bence önemli olan bu sergi sayesinde Queer sanat işlerinin yapılmaya devam etmesi.

‘Afrika’da farklı tecrübelere sahip transseksüeller var’

Türkiye’deki LGBTT ortamıyla ilgili gözlemleriniz ışığında düşünceleriniz nelerdir?
Diana:
Projeye başlamadan önce LGBTT kadınlarla, örneğin lezbiyenlerle çalışmanın daha zor olacağını düşünmüştüm. Çünkü onlar daha kapalılar. Ancak aktivist olmayan ve bir iş sahibi olan geylerle çalışamadım, fotoğraf vermek istemediler. İstanbul’daki LGBTT örgütüne gittiğimde ise basından olduğumu sandılar ve bana çekince ile yaklaştılar.
Bunu anlayabiliyorum, çünkü basın çoğu zaman onların ifadelerini olduğu gibi aktarmıyor. KaosGL ve Pembe Hayat ise çok daha açık bir yaklaşıma sahip. İstanbul’daki LGBTT bireyler barlar ve Amargi arasında bir zincirin içinde.
Gabrielle: Açıkçası ben genellemeler yapmayı sevmiyorum ve her trans bireyin spesifik bir tecrübesi olduğunu düşünüyorum. Örneğin Güney Afrika’ya baktığımızda; on bir farklı dilin konuşulduğu çok kültürlü bir ülke ve çok farklı tecrübelere sahip transseksüel bireyler var.

Gabrielle, senin şimdiye dek gerçekleştirdiğin sanatsal üretimlerine baktığımızda projelerin ırk, sınıf, cinsiyet gibi başlıklardan hareketle sosyal adaletsizlikle ilgili olduğunu biliyoruz. Bu eğilim ilkin nasıl gelişti?
Gabrielle:
Politikayla ilişkili ve iç içe büyüdüm. Güney Afrika politik bir ülke. Pek çok şey etkili olmuştur, aslında birkaç cümleye sığamayacak bir yanıt. Ancak ben oldum olası hep tepki veren biri oldum.

Sanat ve aktivizm arasındaki ilişkiye ilişkin düşüncelerinizi alabilir miyim?
Diana:
Tarih boyunca sanat ve aktivizm derin bağlar taşımıştır. İnsanlar aynı hataları yapmaya devam ediyor. Halen ‘savaş’ diye bir şey var. İşte tam da bu sebeple halen sanatsal çalışmalar yapıyoruz.
Birgün Ankara’da yürüyordum, çöplerin içinde oturan ve çöplerin içersinden bir şeyler almaya çalışan insanlar gördüm.
Sahip olduğum refah üzerinden bakarsak; bir fotoğrafçı olarak buraya geldim, sergi açtım vs. ve bu sorunları önemli ve inanılması güç buluyorum ve daha çok şey yapmak lazım, diye düşünüyorum. Fakat bu benim ‘karma’m değil, belki Gabrielle’ninki…
Gabrielle: Esasen benim işlerim ağırlıklı olarak aktivizm içeriyor. Bu çalışmamda da Afrikalı insan hakları savunucusu transeksüellerle ortak bir çalışma yaptım ve onların kendilerini ifade ettikleri metinleri içeren portreleri üzerinden onların sesini duyurmaya çalışıyorum.
İlaveten, çalışmalarımın pek çoğunu galerilerden ziyade konferanslar gibi aktivizmle iç içe mekânlarda açıyorum. Çalışmalarımı özetle ‘sosyal adalet için kültürel aracılık’ olarak tanımlıyorum.

Röportaj ve Fotoğraflar: Aysun Öner


Etiketler: insan hakları, nefret suçları
İstihdam