20/02/2017 | Yazar: Selçuk Candansayar

İhraçları, hukuksuz olduğunu bildikleri halde savunanların tutumları ’Errkeklik ideolojisi’nin zihniyeti ve ahlak kuralları ile açıklanabilir.

İhraçları, hukuksuz olduğunu bildikleri halde savunanların tutumları “Errkeklik ideolojisi”nin zihniyeti ve ahlak kuralları ile açıklanabilir.

Adının önünde akademik unvan var; falanca üniversitenin bilmem ne bölümünün öğretim üyesi, rektörü, bölüm başkanı, profesörü, doçenti. Bildiğin akademisyen, öyle ‘dışarıdan’ kanaatini söyleyen ‘vatandaş’ değil yani. Lisansından doktorasına en az on yıl dirsek çürütmüş fakülte sıralarında. Ders veriyor, makale yazıyor, yöneticilik yapıyor.

Sosyal bilimler alanında üstelik hukuk, siyaset bilimi gibi. Hani öyle tıpçı falan değil ki, “devletten maaş alan akademisyen devleti eleştiremez” diyecek denli konuya uzak kalabilsin.

Fakültenin kapısından ayağını attığı ilk günden profesörlük cübbesini giydiği güne kadar akademik hayatının tümü boyunca bir kez bile akademik ilke, etik gibi değerlere sahip olmamış olabilir. Sadece ders notlarını okumuş, hiçbir araştırma yapmamış, düşünmemiş, sorgulamamış; ikili ilişkilerle, siyasi görüşünü kullanarak, entrikalarla vs bulunduğu pozisyona gelmiş olabilir. Var mıdır üniversite içinde böyle insanlar? Olur. Bize özgü müdür? Hayır.

                                                        Eser: Andrew Salgado

Ama bunca vasıfsızlığıyla bile, geçtim diğer bütün hukuksuzlukları, KHK ile akademisyenlerin ihraç edilmesinin, cübbelerin postalların altında ezilmesinin savunulabilecek hiçbir yanı olmadığını bilmesi gerekli. Sonuçta ne bu kurumlar Kuran Kursu, ne de hiçbiri sabi sübyan.

Üniversite en vasıfsız olana bile akademinin ne olduğunu bir şekilde öğreten bir kurum. Türkiye’de başlangıcından bu yana defalarca kıyıma uğratıldı üniversiteler. En önemli değerleri atıldı, tutuklandı, sürüldü. Eleştirel düşünce yine de filizlenebildi üniversitede.12 Eylül faşizmi ve YÖK bile engel olamadı, üniversitenin düşünce üretme gücüne. Her kıyım sonrası bitti denilen üniversitelerde, çok da uzun olmayan bir süre sonunda yeniden hayat bulabildi, akademik değerler.

En andavallısı bile en azından Edward Said’i biliyordur. Said’in Filistin topraklarından İsrail tarafına taş atması nedeniyle üniversiteden atılmasını isteyenlere, Columbia Üniversitesi idari rektörünün verdiği yanıtı da okumuş, duymuştur. Dahası o yanıtı gazetelerde, televizyonlarda, panellerde, kongrelerde kendilerinden geçerek göklere çıkardıkları yazılar, görüntüler, konuşmalar arşivlerde bulunabilir.

Dediğim, medyada üniversite ihraçlarını haklı bulan akademisyenlerin hepsi bal gibi biliyorlar ihraçların hukuksuzluğunu. Derdim, ihraçlara karşı korkudan sesini çıkaramayanlar değil. Korkan insana “niye korktun” denmez. Peki, hukuksuzluk olduğunu bildikleri halde savunanların tutumları nasıl açıklanabilir? Basitçe yalan söylüyorlar diyemeyiz. Peki, bu yalanı nasıl bir akıl yürütme ve ahlak anlayışı ile söyleyebiliyorlar?

‘Errkeklik ideolojisi’nin zihniyeti ve ahlak kuralları açıklayıcı olabilir. Erkek egemen söylemin en önemli kodlarından biri ‘erkekliğe halel getirmeme’ zorunluluğu. Errkeklik öyle bir vasıf ki, hiçbir koşulda onun vaaz ettiği değer sisteminin dışında bir eylemi kabul edemez. Bir kere erkeklikten ödün verilirse bütün anlam ve değer sisteminin çökeceğine dair bir inancı kodlar. Bu yüzden bizler, “errkeklik ideolojisi erkekleri de tutsak alıyor, eziyor” diyoruz.

Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerde bu düşünce sisteminin etkisi çok büyük. Kadının boşanma, ayrılma talebi eş, sevgili olan erkek tarafından varoluşuna tehdit olarak algılanıyor. Kendisine “karısının boşadığı adam” dendiğinde, “O da errkek miymiş” denmiş olacağını ‘bilen’ erkek, kadını öldürerek errkekliğine halel getirmemiş oluyor.

Bu zihniyetin iki boyutu var. Cinsiyet üstünlüğü ideolojisi, errkekliğe halel getirilmesi durumunda, halel getirenin ‘errkeklik yetkilerini’ alır ama aynı zamanda ‘errkeklik sorumluluklarını’ da o insandan beklemez. Demem o ki artık o kişiyi errkek gibi davranma yükümlülüğünden de azat eder. Artık o kişi için errkekliğin bağlayıcılığı kalmaz.

Evet, errkeklerin bu konuma düşmemek için, Trabzonspor kulübü başkanının dediği gibi ölmeye bile razı olduklarına inanılır. Gerçek öyle midir ve ölmediklerinde ne oluyor? Kadınları öldürüyorlar ama errkek gibi öldükleri pek vaki değil. Siz hiç, “karısı onu boşamış dedirtmem kendime” diye kendini öldüren errkek gördünüz mü? Kadınları öldürmek kolay.

Errkeklik ideolojisi, ‘bir kere erkek gibi davranmazsan, bir daha erkek gibi olamazsın’ı içerdiği kadar ‘olmana gerek yok’, kodunu da içinde taşıyor. Bu zihniyetin izleri en çok LGBTİ bireylere olan cinsiyetçi bakışta ortaya çıkar. Eşcinsellere yönelen en cinsiyetçi sorulardan biri, çocukken cinsel tacize uğrayıp uğramadıkları sorusudur. Bir erkek, istismara, tecavüze maruz kalarak da olsa eşcinsel ilişki kurmuş olursa, bir daha errkek gibi olamayacağına ama aynı zamanda zaten olmasına da gerek olmadığına inanılır.

Şimdi başa dönüp, utanmadan, arlanmadan televizyonlarda bangır bangır ihraçları savunan, köşe yazıları attıran akademisyenlere bir daha bakabiliriz. Bir kere yalan söyleyince, artık iflah olmayacaklarına inanıp, kendilerini doğruyu savunma yükümlülüğünden özgürleşmiş olarak görüyor olabilirler mi? Ne de olsa kadınıyla, erkeğiyle maşallah hepsi de ‘koç gibi errkekler’.


Etiketler:
İstihdam