21/01/2014 | Yazar: Denizhan Tutar

Din sürekli yeniden üretilen ve değişen bir olgudur, gerçek İslam yaşanmakta olandır ve İslam’ın özü beni kendi duygu dünyamda ilgilendirse dahi siyasal alanda ilgilendirmez.

Bülent Ersoy’un türban takması üzerine fazlaca yazılıp çizildi. Belki gündem soğudu gibi ve ancak fırsat bulabildim; programının yayından “şer odağı geyler” gibi gözümüze homofobi sokan ve tümünde transfobi kokusunu -iddiaların doğru olma olasılığı bir yana dile getiriliş tarzı açısından- çirkeflikle bastırmaya çalışan bir açıklama(1) eşliğinde kaldırılması sonrasında kötü bir zamanlamaya denk geldiği de söylenebilir.
 
Şu durumda LGBT mücadelesinde taraf olan birinin Aydın’ın “zararlı” bulunduğunu söylediği bir dönemde(2) bilebildiğim kadarıyla ekranlardaki yegâne görünürlük sağlayan programın kaldırılmasına tepki göstermesi gerekir, zaten “Bülent Ersoy izlemek politiktir” türü bir tutum gözleniyor saflarımızda.
 
Ancak bu durum bizleri her yapılanın doğru olduğu her eleştirinin zararlı olduğu gibi bir noktaya savurmamalı, sonuçta yaşananlardan çıkardığımız derslerle içinde bulunduğumuz hareketlere yön veriyoruz, kişileri mahkûm etmekten öte nasıl yürüyeceğimizi tartışmak gibi bir kaygıyla olayları değerlendiriyoruz.
 
Benim tartışmak istediğim noktaysa, kandilde başını örten Ersoy’a yönelen eleştirilerin bir bölümüne İslamofobik damgasının vurulması. Hem bu kelimelerle ifade etmese de Ersoy’un kendi açıklaması(3) hem de Şebnem Keniş’in büyük ölçüde katıldığım yazısı(4) buraya düşüyor, ve Keniş’ten ayrıştığım noktalar üzerinden bu kolaycı tespitin yanlışlığını açıklamaya çalışacağım.
 
Müslüman LGBT (lezbiyen, gey, biseksüel, trans) varoluşu, hem Müslüman hem LGBT olanlarla ilgiliyse, fahişelik mesleğini icra eden çoğu trans kadının da Müslüman olduğu veya muhtemelen bunu söz ya da görünüşüyle vurgulamayan LGBT’lerin çoğunun Müslüman oluşu malumumuz, ama farkındaysanız bunların neler yaşadığını neler hissettiğini tartışmıyoruz. Mesele kapanan Bülent Ersoy, Fatih Ürek’in namaz odası(5), Cemil İpekçi’nin “muhafazakâr gey”liği falan, bunları Müslüman LGBT varoluşunun ana ifadesi olarak görmek veya bunları tartışmak bile İslam’ın bir mikrosiyaset olarak görüldüğünü teyit etmekte, en azından konumuz açısından bu yönüyle haşır neşir olduğumuzu göstermekte.
 
Keniş’in ifade ettiği gibi İslam ve LGBT meselesini domine eden yaklaşım değişmez değil. Modernitenin mikrosiyaseti gibi transfobinin İslam’a-din’e içkin olması bu siyaseti belirleyen sınıfın transgender varoluşa ilişkin tutumuyla alakalıdır,ve hem bu belirlenim delinebilir, hem de egemen sınıf taviz vermeye zorlanabilir. Mesela İran örneğinde feminist ve queer teolojik yaklaşımların etkisi ihmal edilebilecek düzeyde olmasına karşın cinsiyet değiştirme ameliyatlarını karşılayan ve translara alan açarken eşcinsellikle mücadelesinde yeni bir mevzi edinen bir İslami devlet, daha doğrusu bir İslam vardır. Özne olarak bizlerin bu mikrosiyaset alanında yapabileceklerimiz ise kuşkusuz dini bütün LGBT’lerin kendiyle barışık olması açısından bile önem taşır, ancak İslam’ın şiddetinin odağından LGBT’leri, hatta kadınları çıkarsak bile gayrı-müslimler, kâfirler, hele hele mürtedler ne olacak? İslamcı makrosiyasetin belirleniminde kolayca hedefe yerleşen laikçiler, komünistler, feministler vs. nasıl tümüyle güvende sayılacaklar?
Seçtiğim kelimelerin yanlışlığını cahilliğime verin, ama “geyler maskülen de olabilir geylik illa ki kırıtıklık değildir”e varan bir söylemin LGBT hareketinde gözlenir olduğu aralıkları değerlendirirken ahlaksızlık siyaseti yaptığını söyleyebileceğim bir dost “arkamızda tek bir sapkın yoldaşımızı dahi bırakmamalıyız” demişti. Genel ahlakın şiddetinden kaçarak değil, onu yok ederek kurtulabileceğimizin ifadesiydi bu. Aynı şey din için de geçerlidir, mesele bir siyaset tarzı olarak dini sönümlendirmek olarak ortaya konmalıdır. İslam’ın ve genel olarak dinin toplumsal alandaki etkisi sınırlandırılmalıdır, din kişisel yaşam ve duygu dünyasına ait bir olguya dönüşmelidir, herkesin dini gerçekten kendine olmalıdır, bana sokağa siyasete aileye vs. müdahillikten çıkmalıdır. (Yazıda örneği verilen Facebook diyaloğunda Müslüman çoğunluğa nazaran kısmen sağlıklı bir yaklaşım söz konusudur, ama birini din dışına kolay atmamak hâlâ dinin biriyle ilgili ne yapılacağı ne düşünüleceği konusunda kıstas olduğu gerçeğini değiştirmez.)

Bu doğrultuda dini baskılamak veya yok etmeye çalışmak ile onu zararsız bir hale dönüştürmeye çalışmak birbirine alan bırakması gereken farklı yöntemlerdir. “İslamofobik” eleştiriler, Kemalistlerin fazlaca abartılan ikna odaları, militan ateizm, çoğu sosyalizm deneyinde görülen ateizm propagandası, 1923 cumhuriyetinin Diyanet İşleri Başkanlığı, ya da Robespierre’in gerici bulduğu Hristiyanlık yerine yeni bir din önermesi tıpkı queer teolojik yaklaşımlar gibi bu alana müdahale çabasıdır ve ancak onları yaratan öznelerin sınırlılığıyla ve kabalığıyla maluldür; “İslamofobik” eleştiriler ise diğer yönteme alan bırakmamak gibi talihsiz bir hataya düşüyor olabilir ama eleştirimizi buradan kurarsak şu İslamofobik tanımlaması ve “LGBTİ Müslümanlar için neyin iyi olduğunu onlardan daha iyi biliyorlar” gibi ifadelerin alt metni eleştiri konusu olur. Kocamdır döver de sever de diyen bir kadından daha iyi bildiğimi düşünüyorum birçok meseleyi ve topluma bildiğim şekilde müdahale ediyorum, ona da bildiğimi propaganda ediyorum, evet onun için neyin daha iyi olduğunu ben bile daha iyi biliyorum, mesele koca dayağı değil din olunca aynı şekilde toplumsal olan ve taraf olduğum bu konuda neden bir kutsiyet kalkanı var olsun, neden daha iyi bilemeyeyim?
Yeri gelmişken İslamofobi oldukça ciddi bir mesele, bir tür şiddete meyyal yeni ırkçılık ve emperyalizmin kendini meşrulaştırma aracı olarak işlev görüyor. Siz bakmayın çeşitli derneklerin batıdaki kimi Müslüman katillerini nefret suçu sayıp da Afganistan’da savaş uçaklarının bombasıyla ölen Müslümanları saymadığına. Şimdi bir manyak çıkıp kırmızı saçlı birini sırf bu yüzden öldürse, bu olay toplumca bir nefret suçu olarak algılanmaz. Bu tanımlamanın zemini, çoğu suça fiziken dâhil olmasa bile nefrete ortak olan kitle zemininden gelir, yani suç siyasal bir eylemdir ve destekleyeni, onaylayanı, pek takdir etmeyeni ama karşı da olmayanı boldur. Hrant Dink’in öldürülmesi örneğin bir nefret suçudur, beyaz bereliler her yerdedir, anmada bile polis olarak varlardı. Göçmenleri gettolarda tutmak, Müslüman nüfuslu bol petrollü ve jeopolitik önemli coğrafyalarda savaş yaratmak gibi eylemleri meşrulaştırmaya yarayan nefret biçimine İslamofobi denir, yoksa dinciliğe ve dinselleşmeye tepki duyanların tepkilerini ifade etme biçimine değil. Terimi İslamcılığa verilen tepkileri tanımlamakta kullanmak liberal-İslamcı ittifakının icadıdır.
Tabii bir parantez de özellikle türban için açmak gerekiyor. Türban ve başörtüsü baskı yüzünden iyice siyasallaştı, şimdilerde hepimize kök söktüren İslamcılığın mağduriyet simgesi ve meşruiyet kaynağı oldu. Şimdi dahi örtünün kendisine büyük tepkiler vermek aynı anlama gelebilmekte, bu açıdan ihtiyatlı olunmasından yanayım. Fazlaca abartılan mağduriyetlerden dolayı değil, açıkçası dinselliği daha iyi baskılayabilmek için. Yani “laikçiler” olarak içkiyi daha rahat içebilmek için değil, kadın mücadelesinde dekolteyi basitçe rahat giyinebilmek için değil daha çok siyasal yönüyle sahipleniyoruz, bu meseleye de aynı yönden yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum, tıpkı İslamcıların ve yoldaşlarının yaptığı gibi, bir siyasal öznenin özgürlüğü meselesi olarak. Ve tabii yineleyeyim, ona daha fazla özgürlük anlamına geldiği sürece gereksiz baskılamanın da karşısında olarak.

Uzun laf can sıkar, kısaca bağlayayım. Din sürekli yeniden üretilen ve değişen bir olgudur, gerçek İslam yaşanmakta olandır ve İslam’ın özü beni kendi duygu dünyamda ilgilendirse dahi siyasal alanda ilgilendirmez. Bülent Ersoy gibi kendim şov yapacağım diye (daha önceki şovlarından birisi Deniz Gezmiş’le ilgili olmuş, ve ona tepki verirken transfobik tepkilere karşı durmak bu seferki kadar “İslamofobik” vb. bulunmamıştır) siyasal İslam’a şov yaptıran, kutsal saydıklarına dokunulmazlık saygı göstermek zorundalık (“kutsal gecelerimiz de ibadete yakışır şekilde nizama uygun örtünmemi”, burada nizam sonradan dincilerin icat ettiği bir örtünme şekli olan sıkmabaş türban, farklı türden bir kapalılık pekala dikkatimi bile çekmez konuya siyasal yaklaşmayı bu kadar ehemmiyetli hale getirmezdi) veren bir hareket eleştirilmeyi hak eder ve tüm bu eleştiriler “İslamofobik” falan da değildir, Keniş’in yazısında verdiği örnekler kendince öyle sayılabilecek olsa da.

“Ey ibneler Kürdistan’dan def olun”(6), Kuşum Aydın’ın sitemleri, Fatih Ürek’in muhafazakârlık gösterileri, Bülent Ersoy’un kandilde kapanmasından ayrı bir yere oturmaz, bunlar AKP rejimini karakterize eden şeylerdir. Ve halk kendi seçeneğini yaratamazsa Tayyip sonrası neoliberal restorasyon döneminin 1.Cumhuriyet’ten çok 2.Cumhuriyet’e yakınsayan stabil bir rejimi oturtmayı önüne koyacağı düşünülürse, dinselleşmeye karşı gard düşürmek bana kalırsa “yetmez ama evet” ahmaklığından bile daha ağır sonuçları olacak bir hata olur, düzenin gerici restorasyonuna tav olmak anlamına gelir ki Gezi’den sonra bu kanaatkarlık CHP’ye bile fazla geliyor insanlar ilçe binalarını falan işgal ediyor. Din ve vicdan özgürlüğü eşit değildir dincilik ve dinselleştirme özgürlüğü diyerek bitireyim.

(1)  http://www.mynet.com/magazin/detay/guncel/bulent-ersoy-show-bitti/32795
(2) http://webtv.hurriyet.com.tr/3/45885/0/1/kusum-aydin-in-isyani.aspx

Etiketler:
İstihdam