19/08/2009 | Yazar: Nevin Öztop

“Heteroseksüelken hayat bana daha kolaydı, bütün yerler açıktı bana, görünmez olmak ya da olmak zorunda kalmak gibi bir derdim yoktu ki…” 

“Heteroseksüelken hayat bana daha kolaydı, bütün yerler açıktı bana, görünmez olmak ya da olmak zorunda kalmak gibi bir derdim yoktu ki…” 

“Biseksüelken de oldukça rahattım; kadınlardan hoşlanan ve erkekleri de seven olarak bilinmek, üzerime yüklenen tüm önyargıları yumuşatan bir şeydi, çok fonksiyoneldi…”
 
“Ne zaman “lezbiyen” dedim kendime, yaşamım değişti; rahat olduğum tüm alanlar bana batmaya başladı ya da ben onlara batmaya başladım, bilemiyorum…”

“Kimsenin elinin elime değdiği yok. Bir kadına nasıl dokunulur, onu bile bilmiyorum. İyi de bana benzeyenlere nasıl ulaşacağım? Diğerleri gibi olmak zorunda mıyım? Politik ya da üniversite bebesi? Diskoya miskoya da gitmem. Hiç sevmem. İçki de içmem, almam ağzıma. Hiç bilmiyorum valla benim gibiler nerde yaşar, ne yapar?”
 
Eşcinsel/Biseksüel Kadınlığın 3 Hali
 
4. Homofobi Karşıtı Buluşma’nın Ankara ayağına (16 Mayıs, 2009) birçok şehirden gelen, buluşma salonunda bağdaş kurarak oturan, bu şekilde bir çember oluşturan ve ortaya da 3 tane hikâyeyi koyan, yaklaşık 50 eşcinsel/biseksüel kadın. Şimdi o çembere biz de katılıyoruz ve o gün ne dinlediklerine şimdi biz kulak kabartıyoruz. 
 
“Görün(e)mezlik”imiz
 
Eflatun Süreya
 
19 yaşımdan beri kendi yönelimimi tanımlayabiliyorum. O yaşıma kadar kendimi heteroseksüel zannederken, birden aydınlanıp kendimi biseksüel olarak tanımlamaya başladım. Zamanla bu da değişti ve yönelimimi “lezbiyen” olarak isimlendirmeye başladım. Ve ben kendimi tanıdıkça daha fazla sınırlarla karşılaştım dışarıda…
 
Heteroseksüelken hayat bana daha kolaydı, bütün yerler açıktı bana, görünmez olmak ya da olmak zorunda kalmak gibi bir derdim yoktu ki…
 
Biseksüelken de oldukça rahattım; kadınlardan hoşlanan ve erkekleri de seven olarak bilinmek, üzerime yüklenen tüm önyargıları yumuşatan bir şeydi, çok fonksiyoneldi…
 
Ne zaman “lezbiyen” dedim kendime, yaşamım değişti; rahat olduğum tüm alanlar bana batmaya başladı ya da ben onlara batmaya başladım, bilemiyorum…
 
Sokaklarda yürürken daha çok şey duyar, daha çok şeyden rahatsızlık hisseder oldum. Alnımda yazıyormuş gibi sanki “Erkek mi, kadın mı…”, “Lezo mu, lan, bunlar…” gibi çirkin hitaplara maruz kalıyorum. Bu da benim görünürlüğümü sekteye uğratan bir şey. Yanlış anlaşılmak istemiyorum, cinselliğimden rahatsız falan değilim ya da kapalı biri değilim. Aksine gurur duyuyorum ama ne kadar görünürsem -ki görünmediğimi sandım yıllarca- daha çok problem yaşıyorum. En kötüsü de sevgilimin elini her yerde tutamamak, özgürce gezememek… Mesela, durduk yerde öpesim geliyor ama hep içimde kalıyor, pek yapamıyorum. Ben de öpmek, hissetmek istiyorum sevgilimi; dokunmak istiyorum ona. Heteroseksüel âşıklar, kafede, orada, burada -oğlan kolunu dolayıp da hapsederek sevgilisini- öpüşüp, koklaşıp dururlar hani… Bu değil istediğim. Benim istediğim sadece el ele yürümek dışarıda ve bazen de küçük bir öpücük kondurmak sevgilimin dudaklarına ya da bakışlara maruz kalmadan öylece oturmak…
 
Ben de herkes gibiyim. Yeter artık, bana bakmayın. Bize bakmayın. Doyasıya gezinelim, gülelim, eğlenelim, öpüşelim, sevelim, sevişelim…
 
“Cinsellik”imiz…
 
Burcu Ersoy
 
Bana göre cinselliği tanımlayan en önemli kelime “dokunmak”. Göz göze gelmekten başlıyor, el ele tutuşmaya kadar devam ediyor. Cinselliğimi nasıl yaşadığımı, keşfettiğimi düşünüyorum şimdi… Bedenler geliyor aklıma. Cinsellik, bedeninle barışık olmak ve bu barışıklık halini başka bir bedenle keyifli hale getirmek demektir. Ben, cinselliğe dair öğrendiklerimi fayda olarak görmüyorum çünkü benim hep Mavi Göl fantezim oldu. Hiçbir şey bilmeseydim keşke; hiçbir şey öğrenmemiş olsaydım. Etrafta kısıtlama, örnek ve yönlendirmenin olmadığı bir yerde, kendi kendime keşfetseydim cinselliği... İmkânsız tabii bu… Beni çok rahatsız ediyor öğrendiklerim. Kendime dair değil de, olması gerekene -yani heteroseksüel cinselliğe- dair şeyler öğrendim sürekli.
 
İlk öpüşme deneyimim şöyleydi: Serseri bir çocukla çıkıyordum. 14-15 yaşlarımdaydım. “Seni öpmek istiyorum” demişti ve ben de “tamam, öpebilirsin ama kısa olsun” demiştim. Düşün yani, ilk deneyimimde bunu demiştim... Diğer cinsellik deneyimlerim de erkeklerle olmuştu ve hamile kalma korkum her zaman vardı. Bu nedenle vajinal ilişkiye girmedim. Her türlü cinselliği yaşayabileceğim ortamların olmasına rağmen, vajinal ilişki yaşamama şartı koyuyordum. Tamamen bir keşifti bu benim için; sonra da kız arkadaşlarımızla birbirimize anlatırdık, “nasıldı?” üzerinden.
 
Bir kadınla cinsellik yaşayabileceğim, aklımın ucundan bile geçmemişti. Erkeklerle olan ilişkilerim de “sıkıldım, olmuyor” gibi açıklamalarla uzun sürmeden bitiriyordum ilişkiyi. En uzunu 3 aydı ve o da farklı şehirlerde yaşamamızdan kaynaklanıyor idi olsa gerek. 4-5 kez falan görmüştüm çocuğu ve öpüşmekten ileri gitmiyordu hiçbir şey. İlk kez bir kadından hoşlandığımda, lise 2. sınıftaydım ve onunla cinselliği düşünmemiştim. Onu gördüğümde, gözlerim fal-taşı gibi açılıyordu; parlıyor olmalıydı falan gözlerim. Ağzı kulaklarına varmış, kalbi pıt-pıt atan birisini düşün... Dershaneye onun için gidiyordum zaten. Ancak ona dokunmak ve onunla olmak aklımda geçmiyordu. Ortama girdikten sonra bir kadınla cinsellik yaşadım. O zamanlar, “lezbiyen miyim, biseksüel miyim?” diye düşünüyordum. Bir kadın ile cinsellik yaşadıktan sonra, erkeklerle ilişkilerimde “eksiklik” olmadığını, “yanlışlık” olduğunu anladım. “Bir kadınla olmalıymışım” dedim. Bir kadın bedenine dokunmak, onun bana dokunması, memelerimizin birbirine değmesi bambaşkaydı. Ama tabii, o kişinin de öğrenilmişlikleri oluyor, benim de oluyor. Biraz kirlenmiş geliyor çünkü bir nevi taklit ediyorsun bir şeyleri. Cinsellik sırasında, orada burada izlediklerim, başkalarının anlattıkları aklıma geliyor.
 
Bedenimle zaman geçirme kısmı da çok geçmişe dayanıyor, 5 yaşlarıma falan. Mastürbasyonu o yaşlarda keşfetmişim, her nasılsa… O yaşlarımdan itibaren devam eden bir şey; cinsel organımla, amımla kurduğum bir ilişki bu. Rahatlama şeklim bu benim. Cinsel ilişkilerimde orgazm olmuyordum; ilk kez bir kadınla gerçek anlamda cinselliği 1999 yılında yaşamıştım. 2003’e kadar da hiç orgazm olmadım. Bunun sorun edilmesini de ben sorun olarak görüyordum. Ben çok güzel şeyler yaşıyordum; dokunmak ile zaten tatmin oluyordum. Bazı insanlar, “sevişemedik, olmadı, yarım kaldı” diyorlar. Ne olmadı? Bana göre gayet “tam”dı. “Ama sen orgazm olmadın.” “Olmayayım, ne olacak…” “Ama ben oldum, sen olmadın, kendimi kötü hissederim.” Ondan sonra, “böyle mi yapsak, şöyle mi yapsak, böyle mi dokunsam, şöyle mi çevirsek” diye çaba göstermeler başlıyor... İyice geriliyorsun; olacağın varsa da olamıyorsun. İlk orgazmımı, 1,5 senelik bir ilişkimde yaşadım. Onunla konuşabiliyorduk, kolay iletişim kurabiliyorduk. Bir gün bir şeyi keşfettik onunla ve o keşifle orgazm oldum. Bu, nasıl mastürbasyon yaptığımla ilgiliydi aslında. Çok basit bir şey bu. Kimse bana nasıl mastürbasyon yaptığımı sormamıştı; bunu önemsememişti. Çok güzeldi bu; neredeyse ağlamıştık, gözlerimden yaş gelmişti. “Artık orgazm oldum” diye değil; paylaşımın çok güzel olmasından dolayı. “Bir orgazm ol da, ‘daha önce yaşadıklarım da neymiş!’ diyeceksin” diyenler var. Ancak, sonuçta ben kendi kendime tatmin olurken de yaşıyormuşum meğer zaten orgazmı.
 
Bedenimle ve kadınlığımla barışma konusuna değinmek istiyorum. Üzerinde belli bir yıla ait tarihlerin yazmadığı, özel günleri hatırlamak için sürekli kullandığım bir takvimim var. Oraya ilk regl olduğum günü yazmıştım; “kadın oldum” notuyla beraber. Ve ondan sonra, vücuduma, memelerime, vücudumun kıvrımlarına ve amıma daha çok bakmaya başladım. Ben 4 yaşıma kadar “ben erkeğim” demişim; bunu söylemeyi bıraktıktan sonraki dönemde de “erkek Fatma”lığım devam etmişti, işte ergenliğimle birlikte kadınlığımı sevmeye başlamama kadar. Bedenimle barışığım ben. Biriyle yaşanan, karşılıklı cinselliği bir yana koyup klasik “kadın bedeni” algısına bakarsak… Karşımıza çıkan kalıp: 90-60-90 ölçülerinde olmak. Bedenin şurasının şöyle, burasının böyle olması… Kilolu olmak… Bize empoze edilen “güzellik”e rağmen bedenimle barışık mıyım? Cevabım, “Evet”. İnce bir kadın değilim, kiloluyum ancak bu beni hiçbir zaman rahatsız etmedi. Sağlığımı etkilemediği sürece, ben kilolarımı seviyorum. Yağlarımı da seviyorum. Balık-etli olmayı da seviyorum. Neden kadın, ince belli, şöyle göğüslü, böyle kalçalı olmak zorunda? Neden böyle düşünüyor insanlar? Güzellik algısı neden o? Benim beğenim bu değil mesela. Çok ince olmayı kendim için de istemem. Güzellik, bedenin güzelliği, kilo ile alakalı değil. Manken gibi olmak, yüzünün “altın oranı”nda olması falan… Kepçe kulaklı olmanın, burnun köprülü olmasının, ağzın kenarında bilmem ne olmasının, gözünün-kaşının şöyle olmasının ayrı bir güzelliklerini görüyorum ben. Bunlar çirkin değil ki… Güzel. Bize öğretilenler, tek örnek olmaya dair. Tek-örnek olmaya dair şeyler de sadece bedenimize yönelik değil. İlişki şekillerimiz, erkeksen kadını-kadınsan erkeği sevme modelleri ve kadınsan böyle-erkeksen şöyle davranma gerektiği ile de tek-tiplik bekleniyor. Her şeyin bir “norm”u var ve bu “çoğunluk” şeklinde söylenir bazen. Çoğunluk bile değil, lanet olsun... Çoğunluk 90-60-90 mı? Çoğunluğun, erkekse kadını-kadınsa erkeği sevdiğini nerden biliyoruz? Herkesin kendi beğenisi ve güzellik algısı var. Tek-tip güzellik ne bedende olabilir, ne de başka bir şeyde… 
 
“Yalnızlık”ımız
 
N.U.
 
Ben de bilmiyorum ki iyi miyim kötü müyüm, keyfim yerinde mi… Saat gibi işleyen bir şey var: sistem. Kaptırdık gidiyoruz; sorumluluklar, ödevler, iş, aile yükümlülükleri... Her gece yorgunluktan perişan koyuyorum yastığa başımı. Etrafımda bir sürü insan var. Yemeğe çıkıyoruz, sinemaya filan gidiyoruz. Arkadaşların çocuklarını seviyoruz. “Gülüyosss, eğleniyossss, yiyosss, içiyossss…”, reklamda da dediği gibi. Bir yaramazlık yok Allah’a şükür…
 
Sevgilim yok. Nasıl olsun ki? Olması için benim gibilerle karşılaşmam lazım. Kimse de bilmiyor eşcinsel olduğumu. Sadece 3 tane arkadaşım var eşcinsel olan; gerisi hetero. Vakitleri olduğunda buluşuyoruz; çok iyi geliyor bana. Hiç yalan söylemiyorum onlarlayken. Alnım açık. Ama hetero arkadaşlarıma söyleyemem bunu... Yüzüme bile bakmazlar. Zaten her fırsatta dalga geçiyorlar bizimle. Sessizce dinliyorum.
 
Bir-iki kere internetten yazıştım birileriyle. Sonra buluştuk. Bana göre değillerdi hiç. Yarım saat oturup kahve içmek bile daralttı içimi. Bunaldım. Sadece eşcinsel olmak, bir arada olmak için nasıl yetebilir ki? Ne yapmam gerektiğini de bilmiyorum. Böyle, bana ait bir hayat yokmuş gibi, benim duygularım yokmuş gibi mi davranacağım? Hep böyle yalnız mı yaşayacağım? İşin kötüsü, hiç oturup kafa da patlatmıyorum bu işe… Çözüm yolu? Kurulmuş saat gibi, ne yapmam gerekiyorsa öyle gidiyor günler, haftalar…
 
Kaos’u biliyorum. Gittim yıllar önce bir kere. Acayip politik bir yer orası. Korkudan bir kenara büzülüp dinlemiştim. Hararetli hararetli tartışıyorlardı. Parti şubesi gibi… Sıcak, güler-yüzlü kadınlardı ama katılamam bu sohbete. Diyecek bir şeyim yoktu ki. Ben politik değilim; o konularla hiç ilgilenmiyorum. Bu kadar politik insanlarla bir arada olmaktan da keyif almıyorum. Gerçi cıvıl cıvıl insanlar da vardı. Ama çok şımarık bir halleri de vardı; sanki Las Vegas’tan ışınlanmışlar gibi... Bir daha da gitmedim oraya. Paylaşacak bir şey bulamadım. Sanki beni beğenmezlermiş gibi hissettim. Arkadaşım olmazlarmış gibi… Sanki orada da dışlanacakmışım gibi…
 
Ya, galiba çok mutsuzum ben. Acınacak haldeyim. Bu yaşa geldim, cinsellik filan da yaşamıyorum. Hiç yaşamadım zaten. E, o zaman kendime eşcinsel desem ne olacak ki? Hiçbir şeyim ben... Kimsenin elinin elime değdiği yok. Bir kadına nasıl dokunulur, onu bile bilmiyorum. İyi de bana benzeyenlere nasıl ulaşacağım? Diğerleri gibi olmak zorunda mıyım? Politik ya da üniversite bebesi? Diskoya miskoya da gitmem. Hiç sevmem. İçki de içmem, almam ağzıma. Hiç bilmiyorum valla benim gibiler nerde yaşar, ne yapar? Zaten öyle bir boşluk doğdu ki hayatımda, bu yaşımdan sonra hiçbir şey telafi edemez artık sevgisizliği, içimdeki yalnızlığı... Ben bitmişim ve hiçbir çıkış göremiyorum.

Fotoğraf: Diana Blok
  
* “Türkiye’de Kadın Olma Halleri” başlığı altında 2009 yılı boyunca gerçekleştiriyor olduğumuz söyleşiler, Heinrich Böll Stiftung Derneği tarafından desteklenmektedir. 


Etiketler: kadın
İstihdam