17/09/2013 | Yazar: Selçuk Candansayar

’Eşcinsellikle ilgili dini, psikolojik algılar ve maneviyat’ adlı doktora çalışması İlahiyat Fakültesi’nde yapıldı

’Eşcinsellikle ilgili dini, psikolojik algılar ve maneviyat’ adlı doktora çalışması İlahiyat Fakültesi’nde yapıldı
 
Hayatın koşulları değiştikçe kültürel yapılar da ama hızlı ama yavaş, sancılı ya da devrimci, savunmacı ya da yenilikçi kendilerini değiştirmek zorunda kalıyor. Hani her kültürel yapı kurulduğu anda gericileşip, yıkılma yoluna da girer ya; her devrimin olup bittikten sonra muhafazakârlaşması denen halden söz etmeye çalışıyorum. Din, Türkiye’de bu sürecin en canlı ve sancılı olarak işlediği kültürel yapılardan biri.
 
Türkiye’de din, hayatın koşullarının değişimiyle ortaya çıkan yakıcı sorunlara karşı bir tutum takınma zorunluluğuyla yüzyüze. İktidar (AKP ve çeşitli Cemaat blokları) ve kurumlarının (YÖK, Milli Eğitim Bakanlığı, Diyanet vb.) dinsel alanı, toplumu baskı altında tutup, denetlemeye çalışan bir yapı olarak düzenlemeye çalışmasının anlaşılır bir yanı var.
 
Çünkü hayat dini zorluyor ve toplumsal değişimin yakıcı sorunlarıyla karşı karşıya kalan insanlar, kendilerini geleneğe, geçmişe hapsedip, denetlemeye çalışan bir dini değil, geleceğe taşıyacak, hayatın değişen koşullarında mutlu olmalarını sağlayacak bir dini talep ediyorlar.
 
YÖK’ün İlahiyat Fakültelerinin müfredatını değiştirip din alanında bilim üreten akademik kurumlar yerine, ‘İslami İlimler’ adı altında felsefe, tarih ve bilimi dışarda bırakan bir eğitim modeline gitmeye çalışmasının nedenini geçen hafta katıldığım bir doktora jürisinde ‘canlı canlı’ anladım.
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yürütülen bir doktora araştırmasının jüri davetini aldığımda açıkçası heyecanlandım. ‘Eşcinsellikle ilgili dini, psikolojik algılar ve maneviyat’ adlı doktora çalışması İlahiyat Fakültesi’nde yapılmıştı.
 
İlahiyat Fakültesi’nin bahçesinden hayatımda ilk kez içeri girerken aklımda sevgili Bahriye Üçok vardı. Bina içinde asansöre bizimle birlikte binen, başları bir tarz örtülmüş iki kız öğrenciden birinin boynunu ve elini iki dev kurukafa kolye ve yüzüğü süslüyordu! Kolye ve yüzüğü beğendiğini söyleyen ve her halinden ‘hoca’ olduğu anlaşılan bana(!) kıkırdayarak teşekkür ettiler.
 
Araştırma Türkiye’de altıyüzü aşkın bir gey-biseksüel erkek örneklemiyle yapılmıştı. Yöntemi sağlam, bilimsel araştırma ilkelerine uygun, nesnel ve çok iyi tartışılmış bir çalışmaydı. Özce, katı ve denetleyici dinsel yargı ve davranışların eşcinselleri dinden uzaklaştırdığını, kabullenici, hoşgörücü yaklaşımların ise eşcinsellerin hayatla ve dinle daha barışık yaşamalarını sağlayabileceği tanıtlanıyordu. Ayrıca gey ve biseksüel olmanın kendi başına ‘dinsiz, imansızlık’ demek olmadığı, gey-biseksüel bireylerin dini ve/ya da manevi alanlarının zengin olabileceği de bulgulanıyordu.
 
Doktora sınavını başarıyla tamamlayan Ferdi Kıraç, bu araştırmayı, kendisine bu konuda gelen soruların fazlalığından eşcinsellik-din ilişkisinin güncel ve önemli bir sorun olduğuna karar verdiği için seçtiğini, danışmanı Prof. Öznur Özdoğan da akademinin hayatın sorunlarına bilimsel yanıt verme sorumluluğu olduğuna inandığı için çalışmayı desteklediğini söylediler. Kalan üç jüri üyesi de İlahiyat Fakültesi öğretim üyeleriydiler. Onlar da araştırmanın özgünlüğünü, önemli bir toplumsal soruna çözüm bulma gayretini ve bilimselliğini onayladılar. Jüri boyunca ben dinin eşcinselliğe bakışını onlardan, diğer üyeler de psikiyatrinin cinsel yönelime bakışını benden dinlediler. Sınav sonrası öğle yemeği boyunca, keyifli bir sohbetle devam ettik tartışmaya.
 
Ben, eşcinselliğe dinin bakışının sadece cezalandırıcı olmak zorunda olmadığını, onaylamasa da katlanabileceği, dışlamayıp, ayrımcılığa tabi tutmayacağı bir din yorumunun mümkün olabildiğini anladım. Onlar da psikiyatrinin cinsel yönelim farklılıklarını neden hastalık olarak değerlendirmekten vazgeçtiğini, cinsel yönelimin insanın kendi isteği ve seçimi ile oluşan bir durum olmadığını, çok sayıda etmenin karşılıklı etkileşiminin cinsel yönelimi belirlediğini dinlediler.
İktidar ve YÖK tabi ki İlahiyat Fakültelerini iğdiş edip, içlerini boşaltmaya çalışacak! Çünkü hayat dini zorluyor ve hayatta kalmak isteyen din hayatın yeni koşullarında insanların dinden vazgeçmemelerini sağlamaya çabalıyor. İktidarın istediği ise kendisine köle/kul edeceği insanların bilinçlerini kötürümleştirecek bir din.
 
Kazananın hep hayat olduğu bir kavgada ‘iktidarın işinin Allaha kaldığını’ söylemek yanlış değil galiba…

Etiketler: yaşam, din/inanç
İstihdam