11/08/2009 | Yazar: Birlik Ateş

"İşçilerin birlikte mücadele etmek için fırsat zenginliği vardır.

"İşçilerin birlikte mücadele etmek için fırsat zenginliği vardır. Kolektif örgütlü işçiler, birlik oluşturmalarını engelleyen cinsiyetçi, ırkçı ve homofobik düşüncelerle başa çıkamazlarsa mağlup olmayı öğrenirler."

Jess McLeod'in makalesini Birol Dinçel çevirdi. 

Kitapçılar, kafeler, pub’lar, club’lar, dergiler, otomobiller, moda, tatil acenteleri, bankalar ve hatta emeklilik köyleri –eşcinselleri hedefleyen ürün ve hizmetlerden sadece birkaçı. Yalnız Avustralya’da söz konusu pembe ekonominin 2005 yılı için yaklaşık 10 milyar dolar değerinde olduğu tahmin ediliyor.

Farkındalık, hoşgörü ve rızanın pembe dolar düşüncesine dönüşümü. Şayet eşcinseller, gey piyasa alanlarına aktif olarak iştirak edip geylerin sahip olduğu ve çalıştırıldığı firmaları desteklerlerse ve bu da gey kazançlarının rağbet görmesiyle neticelenirse bu teori işler. Eşcinsellerin birleşerek güçlerini göstermeleri, baskıcı heteroseksüel streotipleri zayıflatacaktır.

Heteroseksüeller tarafından baskılanan eşcinsellerin kimlik politikaları ve teorileri pembe ekonominin arkasındaki ideolojidir. 1990’larda, Amerikalı Queer Nation Manifestosu, ‘heteroseksüellerden nefret ediyorum’ başlığını taşıyordu.

Ancak kadınlara yönelik baskı ile eşcinsel karşıtı ayrımcılık çekirdek ailede merkezidir. Aile, kapitalist sistemde mümkün olan en düşük ücrette çocukları besleyen, giydiren ve toplumsallaştıran kurumdur. Dengeleyici bir kurum olarak da, basit ekonomik faydaları gözetmektedir.

Eşcinseller çekirdek aile yapısı içine girmez ve bu nedenle kapitalizmin temel kurumlarından biri olan aile için endişe uyandırır. Bu yüzden homofobi için sorumlu heteroseksüellerden ziyade eşcinseller, heteroseksüel standartları çağıran kapitalist sistemle mücadele etmek için daha yararlıdır.

Geyleri kabul eden bir işyerinde çalışmak eşcinseller için bir sığınak değildir. Aslında eşcinsel bir patron, tıpkı diğer patronlar gibi eşcinsellere yönelik ayrımcılıktan kazanç sağlar ve banka hesapları adına kendi topluluğunu istismar eder.

Perth’teki Connections isimli gey gece kulübünde öğlen 12’den saat 5’e dek çalışan genç bir işçi hak ettiğinin çok altında kazanır. O bunu ‘elbette daha fazla ödenmesini isterdim, ancak çok sorun etmiyorum… Bu, diğer işlerden daha ilginç bir iş’ şeklinde yorumlamaktadır.

İşçiler, gey sahnesinde çalıştıkları için mi daha az ödenmesini kabul etmektedir? Gey sahnesi, eşcinsel haklarını ilerletmekten ziyade, kârdan paylanan eşcinsel ayrımcılığının avantajı haline dönüşmektedir.

Pembe ekonominin gelişmesi, eşcinsellere yönelik tacizde, eşcinsel şiddetinde, eşcinsellere yönelik yasal ayrımcılıkta veya eşcinsel intiharlarında azalmaya vesile olmamaktadır. Viktorya’da yapılan son araştırma, gey ve lezbiyenlerin yüzde 84’ünün taciz ve kötü muameleyi deneyimlediğini ortaya koydu. Taciz ve saldırılar en fazla yüzde 79 oranında umumî bir alanda, ardından sırasıyla yüzde 48 oranında çalışma alanında, yüzde 31 oranında eğitim alanında, yüzde 28’i mal ve hizmetlerden yararlanırken, yüzde 20’si polis ve yasal uygulamalarda ve yüzde 16’sı aile içinde deneyimlendi. Yüzde 63’ü sözlü olarak kamusal bir alanda kötü muameleye maruz kalmış ve yüzde 25’i de fiilî tecavüzle tehdit edilmiş. Ancak aksine Avustralya İstatistik Bürosu’nun araştırmaları, sözlü veya fiilî saldırıya uğrayan Viktoryalıların oranını yüzfe 2’den daha az olarak tespit etti.

Gey sahnesi bir araya gelinmek için bir yer olabilir, ancak bu kapitalist sistem içindeki bir ticarî faaliyettir. Bu diğerleri gibi bir pazardır. Pembe ekonomi ‘özgürlüğü satın alabiliriz’ fikrini dayatır, homofobik fikirleri veya mevcut streotipleri sorunsallaştırmaz.

Kimlik politikası ve düşüncesi, yaşamak için daha ahlaki ve erdemli bir yolun var olduğunu imler –ancak gettolarda. 1970’lerde bazı radikal lezbiyen feministler, heteroseksüel ilişkideki kadınları kadın özgürlüğünü baltalayan hainler olarak ilan edip bu politik çerçevenin ana hatlarını ortaya koydu. Lezbiyen yazar Rita Mae Brown şöyle sonuçladı: ‘Kardeşleriniz, zulmedene gerekeni yapamıyorsa güçlü bir hareket inşa edemezsiniz.’

Sınıflı toplumun ihtiyaç duyduğu baskının kaynaklarını bulmak yerine bu anlayış, baskının belirtilerine odaklanır.

Neyse ki, her şey kayıp değildir. Bir sosyalistin arz ettiği gibi: ‘İşçi sınıfının eşitsizlikleri ve baskıyı dallatıp budaklatan sistemi devam ettirmekte bir çıkarı yoktur. Aslında işçi sınıfı tümüyle baskı altındadır, hem de sömürüyle birlikte. Ve kadınlar, eşcinseller, siyahlar ve diğer ırkçı ayrımcılıklara tabi kalan azınlıklarca yüzleşilmek zorunda kalınan özel bir tür tahakküm altında olma durumu, hem yekpare işçi sınıfının düşük yaşama standartlarını korumaya, hem de işçilerin iktidar mücadelelerini güçsüzleştirmeye hizmet eder. Yani kısaca işçi sınıfının baskıdan kazanacağı bir şey yoktur.’

Eşcinsel haklarını kazanmak için yol, kapitalizmle ve onun tüm eşitsizlikleriyle savaşmaktan geçer, yine kapitalizm tarafından baskılanan başkalarıyla savaşmaktan değil.

İşçi sınıfının anahtarı elindedir. İşçiler olarak zor kazanılmış özgürlüklerden vazgeçirilmek için egemen sınıf tarafından daimi olarak baskı altında olacağız, ancak birlikte mücadele etmek için fırsat zenginliği vardır. Kolektif örgütlü işçiler, birlik oluşturmalarını engelleyen cinsiyetçi, ırkçı ve homofobik düşüncelerle başa çıkamazlarsa mağlup olmayı öğrenirler.

Dünyanın kimlik gruplarına göre değil, sınıflara göre bölündüğünü anlamamız gerekir. Kişisel gelişim ya da yaşam tarzı tercihleriyle kapitalist sömürünün üstesinden gelemeyiz, nitekim yaşamlarımız bir yalıtılmışlık içinde vuku bulmaz. Pembe ekonomiden kaçamayabiliriz, ancak onun özgürlük sunduğu düşüncesini reddederek kapitalizmin ve homofobinin sonlandırılması için mücadele edebiliriz.(AE)

Avustralya’da yayınlanan Socialist Alternative dergisinin 93. sayısından Birol Dinçel tarafından sendika.org için çevrilmiştir.

İngilizce orijinali için:
http://www.sa.org.au/index.php?option=com_content&task=view&id=616&Itemid=106


Etiketler: yaşam, dünyadan
nefret